Kendi kâbusunu yaratmak

  • GİRİŞ25.11.2015 10:25
  • GÜNCELLEME25.11.2015 10:25

Dünya bunu doğru dürüst anlamadan, karar verildi ve düğmeye basıldı. Irak ve Afganistan işgalleri sorunu çözmek bir yana, iyice büyüttü.

Batı arka arkaya gelen ‘Bahar Devrimlerini’ önce kontrol edilebilecek bir süreç olarak değerlendirip olumlu bir tutum almış görünürken, bu devrimlerin yerli halkların kendi çıkarları doğrultusunda ilerlediğini, demokrasi ve bağımsızlık talep ettiğini fark edince, bu tutumdan vazgeçerek eski otoriter rejimlerin, diktatörlerin hatta kendi halkını katleden canilerin ya doğrudan ya da dolaylı olarak yanında yer almayı tercih etti. 

Ortadoğu toplumlarının yaşadıkları travma büyüktür ve derindir. Batının Ortadoğu’ya her müdahalesi bu ülkelerde yaşanan acıların artmasına, siyasal/ toplumsal kimliklerin parçalanmasına yol açmaktadır. Irak’ta insanlar Saddam gibi bir diktatörden kurtulduklarına sevinirken, ülkelerini işgal etmiş Amerika’ya sevgi yahut minnet duygusuyla bakmak durumunda değildirler.

YARALI KÜLTÜRLER

Bu ülkelerin sömürge dönemine ait hatıraları henüz canlıdır hatta o dönemi yaşamış olan insanlardan hayatta olanlar vardır. Böyle bir durumda, Batı’nın bu ülkelerde ilk çağrıştırdığı şey; baskı, sömürü ve maruz kaldıkları hoyratça tavırlardır. Bu ülkelerin insanını ikinci sınıf yaratıklar olarak gören, onların dinlerini, dillerini, geleneklerini değersiz bir nesne olarak algılayan, aşağılayan sömürgeci anlayışın Ortadoğu’dan Afrika’ya uzayan bu coğrafyalarda Batı hakkında olumlu çağrışımlara sahip olması beklenemez. 

“Batı sömürgeciliğinin bu ülkelerde yaptığı birçok tahribattan bahsedilebilir fakat üzerinde en az durulanı ‘kültürel anlam dünyalarının’ parçalanmışlığıdır. Bu mesele, sömürgecilik sonrasında da birçok yerde batılılaşma politikalarını uygulayanlar eliyle devam ettirilen bir siyasetin neticesi olarak daha ileri boyutlara taşınınca, toplumların kültürel belleklerinde de parçalanmalara sebep olmuştur.” 

Din her toplumda kültürün merkezini oluşturur, onun kurumsal yapısına sembolik değerler kattığı gibi, kültürel varlığın anlamsal organizasyonunu gerçekleştirir. Post-kolonyalist süreçte batılı olmayan ülkelerde yaşanan batılılaşma operasyonları, otoriter rejimler tarafından bir reform bazen da devrim diye takdim edilen din karşıtı politikalar, laiklik adı altında, devletin doğrudan doğruya din kurumuna dönük müdahalelerinin oluşturmaya çalıştığı bir çeşit resmi din veya inanç anlayışının, dini ikame etmesi elbette ki mümkün olmamıştır. Dolayısıyla burada esas zarar gören; doktrinal olarak dinin kendisinden ziyade, din-kültür bağlantısının koparılması ve kültürün organizasyon gücünü yitirmesi sonucunda ortaya çıkan bir çeşit ‘toplumsal çözülme’ olmuştur.

TERÖRÜN AKLI!

Bir kültür kendi bütünselliğini, organize etme üretme gücünü kaybettiği andan itibaren, kültürel örüntü çöküntüye uğradığı için parçalanıp, kolayca kompartımanlara ayrılabilir. Böylece her bir kompartımanın kendisine bir ideoloji, bir din anlayışı üretmesi farklı reaksiyoner tutumlara kayması, muhtelif sapkın davranışlara yol açması kolaylaşmış olacaktır. 

Dinin kendi tarihsel ve kültürel bağlamının dışında bir zemine kayması, oldukça sorunlu bir durumdur ve bunun kaynaklarını anlamadan meselenin çözümüne yaklaşmak dahi kolay görünmemektedir. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat