Avrupa birliği için bir gelecek var mı?

  • GİRİŞ27.06.2016 10:02
  • GÜNCELLEME27.06.2016 10:02

İngiltere’nin birlikten ayrılma kararı öylesine kolay geçiştirilecek bir sonuç değildir. Burada ulusüstü yapıların hangi şartlarda devam edebileceğinden, küresel sürecin siyasal aktörleri arasında ülkeler/uluslar dışında başka kuruluşların tarih sahnesinde ne kadar rol oynayabileceğine kadar uzanan teorik sorunlar bulunmaktadır.

On beş yirmi sene önce kamuoyunda tartışılanları şöyle bir araştırınca görülecektir; Türkiye’de kendisine liberal diyen birçok kimse düz bir mantıkla işin kolayını bulmuş, kestirme bir şekilde resmi ideolojinin idealine yaklaşılmış olduğunu düşünüp ‘ulus devletten vazgeçersek AB’ye gireriz’ türünden bir ezbere sarılmışlardı.

Aslında İngiltere AB’nin ortak para projesinin dışında kalarak ekonomik olarak böyle bir birleşmenin bilimsel bakımdan sorunlu olduğunu öngörmüş ve son büyük ekonomik krizden AB içinde en az etkilenen ülke olmuştu. İngiltere, üretim gücü olarak çok geride bulunan ülkelerde AB fonlarından aktarılan kaynaklarla tüketim artışının sağlayabileceğini fakat üretim yapılarının değişmeyeceğini bilerek, başta Yunanistan olmak üzere zayıf ekonomilerin sebep olduğu verimsizliği ve külfeti üstlenmeyi reddetmiş oluyordu.

Avrupa’nın ipliği

Tarihin sonunu ilan eden neo-liberalizmin zafer sarhoşluğu ne kadar kısa sürdü! Gerçi Fukuyama bu iddiayı ortaya attıktan bir süre sonra kendini tashih etmiş, milli devletlerin sonunun geldiğini söylemenin kolay olmadığını, onların fonksiyonlarının devam ettiğini söylemişti ama olsun Türkiye’de kendisini liberal diye takdim eden bir kısım zevat için teorik olarak liberalizmin tartıştığı konuların fazlaca bir önemi bulunmamaktadır.

Onlar kaba genellemeyle; milli devletlerin sonunun geldiğini söyleyip bir an önce bu devlet yapısını terk ederek Avrupa Birliği’ne katılmanın yolunu arıyordular.Türkiye’de liberal olmak neredeyse Avrupa Birliği’ne taraftar olmak anlamına gelmekteydi. Öyle ki, bunlara göre AB taraftarlığının ön şartı olarak bir an önce ‘Ulus Devleti’ terk etmek gerekiyordu. 

Aslında bu anlayış Türkiye’deki batılılaşma geleneğinin devamı niteliğindedir. Batılılaşma ideolojisi ilginçtir; önce devletçi elitlerin sarıldığı, kendi halklarına karşı sömürgeci bir tutumla giriştikleri bir değiştirme projesiyken, giderek ‘ulus devlet’ döneminde resmi ideoloji halini almıştı. Bu durumda ulus devlet elitleri Avrupalılaşmak hayallerini devlet ideolojisi haline getirerek belli bir başarı elde etmiş sayılabilirlerdi. Ne güzel şimdi sıra Avrupa’ya katılmaya gelmişti!

Avrupa ve ulus devletler

Onların planını demokrasi bozmuştu; bir anlamda gerçekler hayalin önüne geçmişti. Türkiye’nin egemen elitleri zorla Batılılaştırıp değiştirmeye kalktıkları, bir türlü başaramadıkları projeyi Avrupa’ya katılmakla tamamlamak için girdikleri yolda, demokrasi sayesinde güçlenen halk engeline takılmışlardı. “Demokrasi sayesinde bütün iktidar alanlarını kaybetmeye başlayan tarihsel iktidar blokunun karşılaştığı sürpriz, ulus devletin demokratikleştikçe kendi ellerinden kayıp gitmesiydi. Bu yüzden halkın, kendi egemenlik hakkını devretmek anlamına gelecek her talebi eleştirel olarak görmesi onlar için tahammül edilecek bir durum değildir.”

Bugün artık hava değişmiş bulunuyor. Birincisi; Avrupa Birliği denilen topluluğun içinde derin bir iç mücadelenin bulunduğu ve burada Almanya ekseninde bir entegrasyonun güç kazanma eğilimine girdiği anlaşılıyor. İkincisi, AB giderek kendi problemlerini demokratik/insani eksenlerde çözmede sorun yaşadıkça’ Avrupa merkezci’ dışlayıcı bir yöne kayıyor. Üçüncüsü, ihtiyar Avrupa başta Türkler olmak üzere Müslümanlara hala Haçlı zihniyetiyle bakma sendromundan kurtulamıyor. İslamafobi de Türkofobi de, yabancı düşmanlığı da bu türden hastalıklardır. 
Yeni bir dünyanın kurulmasına ihtiyaç var fakat Avrupa’nın bugün bu kurucu güce sahip olmadığını görmek gerekmez mi?

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat