Açıklamalı mesnevi ve çağları aşan duruşuyla Mevlâna

  • GİRİŞ09.07.2025 08:32
  • GÜNCELLEME09.07.2025 08:32

Hayat avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor.

Zaman geçiyor, sayılı günlerimiz bitiyor.

Yaşadığımız günlerde topuklarımıza kadar battığımızda fazla aldırmıyoruz, tadını aldıkça nefsimiz daha fazlasını istiyor.

Nefsimiz istedikçe veriyoruz.

Emzikli bir çocuğun isteğine uyar gibi, nefsimizin her istediğini veriyoruz.

Sonunda yavaş yavaş gırtlağımıza kadar dünyaya batıyoruz.

Halbuki şairin dediği gibi “Burası Dünya, Ne Çok Kıymetlendirdik, Oysa Bir Tarlaydı, Ekip, Biçip Gidecektik”.

Bazan ekip biçtiğimizi sandığımız, meyvesini aldığımızı hayal ettiğimiz anda bile elimizde ü, avucumuzda kuru bir serap kalıyor.

Hani Mevlâna Hazretleri “Câriyesine Âşık Olan Sultan” hikayesinde anlatır ya; “Bir zamanlar bir sultan vardı: Onun saltanatı hem dünyevi hem de manevi saltanattı. Bir gün sultan, atına binip yüksek rütbeli memurlarıyla birlikte avlanmaya çıktı. Yolda genç bir cariyeye rastladı, sultanın canı bir anda o cariyenin kölesi oldu. Ten kafesindeki can çırpındıkça çırpındı ve yüklü para verip cariyeyi satın aldı. Böylece muradına erdiğini sandı, tam kavuştum derken cariye hastalanmaz mı?

Adamın eşeği olur, palanı olmaz, palanı bulunca da eşeğini kurt kapar. Kiminin de testisi olur su bulamaz, suyu bulur bu sefer de testisi kırılır...”

Zaman deli bir fişek gibi geçip gidiyor; testimiz var mı, suyu bulduk mu, bulamadık mı aldırış etmeden...!

Halbuki etrafımızda olup bitenlere bakıp geçerek değil de alıcı gözle bakarak bir görebilsek, neler olup bittiğini de anlayacağız.

Mesela, birçok kaliteli çevirilere imza attığı gibi, bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz Roger Garaudy’den “İlahi Mesajlar Toprağı Filistin” kitabını da çeviren Cemal Aydın, Doğunun ve özellikle İslam Dünyasının kültür ve medeniyet deryasından bir ırmağı daha bereketli topraklarımıza akıttı.

Doğrusu ben de geç gördüm açıklamalı Mesnevi’yi, daha önce Mesnevi’yi merhum dostum ve okul arkadaşım Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu’nun Akçağ Yayınlarından çıkan kitabından okumuştum.

Cemal Bey’in bu çevirisi ise, on yıllık titiz bir emeğin ve hummalı bir çalışmanın sonunda akıtılan kutlu terlerin ardından 976 sayfalık kitap olarak raflardaki yerini aldı.

MESNEVİ GERÇEK ANLAMDA BİR ŞAHESER

Kitap Timaş Yayınevinden çıkmış.

Karton kapak, mükemmel bir cilt.

Kapağın önünü, arkasını kaplayan ve kâinatı mekân tutmuş koyu mavi renk üzerine serpiştirilmiş siyah çamlar ve envaı çeşit bitkiler yer almış veya gölgeleri düşmüş ve mavi renk üzerinde evrensel bir dansın figürleri ile birlikte nefes alıp veriyorlar.

Mavi ile siyahın birbirinin içinde yer yer koyulaşıp açıldığı zeminde ön kapak üzerine altın yaprak ya da orijinal adı ile altın varak ve sedef dişisi renklerden Mevlâna Hazretlerinin adı, kitabın adı ve en aşağıya da iddiasız bir şekilde çevirenin adı, soyadı konmuş.

Sağ alt köşede yayınevinin mütevazice bir logosu var.

Kâğıt ikinci hamur ve hacim olarak birinci hamur emsallerine göre oldukça hafif, yani okurken okuyucuyu fazla rahatsız etmiyor.

Bu konuyu uzattığımın farkındayım ama izninizle kapakla ilgili iki eleştirimi de söyleyeyim;

Birincisi: kapak üzerinde siyah renk oranı düşük, mavi renk biraz daha baskın olabilirdi. Dolayısıyla ön ve arka yüzdeki yazılar ilk bakışta okunurdu.

İkincisi: bu tür hacimli kitapların tek cilt olması, okurken okuyucuya ciddi bir yük oluşturuyor. Hele benim gibi boyun fıtığı ile yaşayan birileri için tam bir işkence halini alıyor. Bu sebeple, yayın evine külfeti fazladır ama, acaba hacimli kitaplar iki cilt yapılamaz mı, diye düşünenlerdenim.

Kapağı açıp içeriye girdiğimizde, Mesnevi, Eşsiz Bir Şaheser üst başlığı altında Okuyucuya Seslenişte şunları söylüyor değerli çevirmenimiz: “Bu önsözde yazdıklarımızı özenle gözden geçiren kimse, Mesnevi’nin gerçek anlamda bir şaheser olduğunu anlar ve Mesnevi aleyhinde ileri geri konuşanların Hz. Mevlana’ya cahilce ve insafsızca iftira attıklarının farkına varır.”

Madem değerli çevirmenimiz Cemal Aydın Bey böyle giriş yaptı ben de şu kadarını söyleyeyim: Binlerce yıldan beri, bizim medeniyet havzamız içerisinde bulunmuş ve bu devasa havza içinde başta Arapça, Farsça, Türkçe, Hintçe olmak üzere muhtelif dillerde eserler veren kültür, sanat ve ilim insanları insanlık tarihindeki bilgi ve ilerlemelere kaynaklık eden eserler ortaya koydukları halde, kendi insanımız tarafından bile yeteri kadar kıymetleri bilinemedi.

 

ÇAĞLARI AŞAN ŞİFA DAĞITAN SOLUK: MESNEVİ
 

 

On sekizinci yüzyıldan itibaren “Batı Orijinli Kültürün” etkisi altında olan entelektüelimiz şunu idrak edemedi:

Batının bugün neyi varsa kaynağı Doğudandır.

Mesela L’esprit des Lois’yı -Kanunların Ruhu- herkes Montesquieu’den bilir. Oysa esas kaynak İbn Haldun’un Mukaddimesidir.

Bunun gibi batının romanlarına, fabllerine, şiirlerine, bilimsel eserlerine, gezi notlarına… varıncaya kadar binlerce örnek vardır.

Fakat bizim dediğimiz ve aydın olduğunu sandığımız insan, bu gerçeği göremez ya da daha hazin olanı, görmek istemez.

Görenlerin bir kısmı da doğudan birer güneş gibi doğan değerlerimizi insan olarak, hatasıyla sevabıyla değil adeta insanüstü bir varlık olarak görür.

Böyle olunca da bulabildiği hataları abartır pireyi deve, habbeyi kubbe yaparak esas olanların, tali olanın gölgesinde kaybolmasına sebep olur.

Mevlâna Celaleddin-i Rumi insanlık tarihinin gördüğü en önemli en büyük mütefekkir ve manevi değerlerden biridir ve bizimdir, bize aittir, bizdendir.

Onun insanlığı dirilten sesini ve soluğunu günümüzdeki bunalımlı ve hastalıklı insana şifa olarak sunmak varken; samanlıkta kaybolan iğneyi bulmak gibi hatasını arayıp durmak, araştıranı küçültür, Mevlana’ya dokunmaz, çünkü; Hz. Mevlana’nın kendi ifadesiyle, “Bu Mesnevi, anlatılan hikâye ve fıkralara takılıp kalanları saptırır, manaya bakmasını bilenleri ise hidayete erdirir”.
 

Eğer öyle olmasaydı onun şifa dağıtan soluğu çağları nasıl aşabilirdi ki?

Cemal Bey’in şu satırlarına bakar mısınız: “...Mesnevi başta olmak üzere İslam Klasikleri başkalarını acındırmak veya güldürmek, kahramanlarının başına gelenlere dikkat çekmek yerine, doğrudan doğruya okuru hedef alır, tek kelimeyle okuruna sürekli ayna tutarak onun kendisini sorgulamasını sağlar.

Dolayısıyla da insanı uyuşukluktan, kötümserlikten, kendini çaresiz biri olarak görmekten kurtarır, okura adeta bir enerji verir”.

Ayrıca Fransa’nın sayılı bir bilim merkezinde yöneticilik yapan, İslam’ın Güler Yüzü kitabının da yazarı olan rahmetli Havva Hanım, Müslüman olmadan önceki adı ile Eva de Vitray Meyerovitch, Cemal Aydın Bey’e şöyle demiş: “Hiç insan Mevlâna'yı okur da Müslüman olmaz mı? “
 

Mesneviyi okuyan, Farsçadan Fransızcaya çeviren, Müslüman olan, “Allah’ı gönülden seven, kalbi Peygamber Sevgisi ile dolan, ahlaken de yücelen” Havva Hanımefendiyi minnetle, hürmetle ve rahmetle anıyorum.

Böylesine önemli bir şaheseri Türkçeye kazandırdığı için Cemal Aydın Bey’i de muhabbetle kucaklıyor ve hayırlı, uzun bir ömür yaşayarak daha nice şaheserlere imza atmasını Rabb'ımızdan diliyorum.

Ve Mesnevi bahsini, Mevlana’dan bir “salkım” elmas sözle bitirelim:

“Allah’tır Sana Dua Ettiren, Bunu Unutma...!

Sen bu Mesnevi’yi tutup boynundan bağlamışsın, onu bildiğin bir tarafa doğru çekip götürüyorsun. Bu Mesnevi gönüllerde koşarak, coşarak gidiyor, onu çekip götürense görünmüyor; herkese değil, sadece gönül gözü kapalı olan gafillere görünmüyor.

Eğri Sözleri, Eğri Kimseler Kabul Ederler...”

 

Ferman Karaçam

YouTube     : youtube.com/c/Ferman Karaçam

Twitter        : twitter.com/fermankaracam 

Instagram   : instagram.com/fermankaracam

Facebook   : facebook.com/karacamferman

E-mail         : fermankaracam@gmail.com

Web Sitesi : fermankaracam.com

 

Yorumlar1

  • 65r 11 saat önce Şikayet Et
    Bediüzzaman diyorki bu zamanda mevlana, imam Rabbani,gazali gelseydi risalei nuru yazardı çünkü zaman iman meselesi oldu.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat