Alaska zirvesi çözümleri
- GİRİŞ18.08.2025 09:30
- GÜNCELLEME18.08.2025 09:31
Trump -Putin Zirvesi dünya basının gündemini meşgul etti. Bu yazının ilk bölümünü kaleme aldığım saatlerde henüz zirve gerçekleşmemişti. Bundan dolayı zirveye ilişkin düşüncelerimi ve zirve öncesi iki gücün tutum ve beyanatlarından çıkarsadığım bazı sonuçları paylaşmak istiyorum.
Şunu ifade edelim ki, Alaska Zirvesi artık önceki zirveler gibi bir önemde değil. Zira, Amerika silah ve teknoloji gücüyle bir orada kaybettiiği gücüne rağmen hala süpergüç ünvanını korumakla birlikte İkinci Dünya Savaşı sonrası üretim gücünün gerisine düşmüş durumdadır.
O tarihte Amerika tek başına dünya üretiminin % 50’sini gerçekleştirmekteydi. Bugün bu oran % 25’tir. Yine o tarihte Amerika’yı takip eden bir üretici güç yok iken bugün Çin masif üretimiyle ABD’nin önüne geçmiştir (Mesela otomobil üretiminde 2024 verilerine göre denge üçe birdir. (Ancak, küresel kapitalist sistemin bileşenleri ABD merkezli bir yapılanmaya sahiptir) Yine o tarihlerde Teknolojik keşifler ve üretim bağlamında mağlup olan Nazi Almanya’sını hariç tutarsak (Ki Nazi Almanya’sı bile bilimsel ve teknolojik keşiflerine rağmen henüz Amerika tarzı üretim bandına geçmiş değildir) Amerika'ya rakip bir güç yoktur. Bugün ise bırakalım Çin’in Amerika’ya rakip olmasını birebir Amerika’nın kopyasını inşa ve imal etmektedir.
Rusya açısından bakarsak benzeri bir güç kaybının çok ötesinde bir kayıpla karşı karşıya bulunmaktayız. İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Uzakdoğudan Avrupa içlerine kadar hakim bir muzaffer Kızılordu ve ardında devasa bir nüfus desteği vardı. Ve tabi ki yükselen bir ideolojik aparatı da buna dahil etmek lazımdır. Bugün ise ne Kızılordu vardır ne de Stalingrad Savunmasında herbiri başka milletten 18 kişilik askeri birlikler! Rusya tarihsel gözbebeği Kafkasya’da bile artık yönetememektedir. Hatta Kafkasya’dan her geçen gün biraz daha uzaklaştırılmaktadır. Çin’e karşı blokaj görevini doğrudan Amerika devralmıştır. Rusya’nın bütünlüğünde önemli yer tutan eski SSCB sınırları içindeki Türk devletlerinin ve toplulukların Türkiye ile var olan bağlantı koridorunu Amerika’ya terk etmek zorunda kalmıştır. Soğuk Savaşı füze ve atom teknolojisi ve silahlarıyla en azından Amerika ile müzakere ederek bitirebilen Sovyet gücünden de hayli uzaktadır. Orta Asya’nın kalbine doğru hızla ilerleyen Çin artık savunma sanayiinde Rusya’dan daha ileridedir. Çin’in içinde olduğu ittifak sistemi her geçen gün genişlemektedir. Rusya ise müttefiklerini kaybettiği gibi merkezinde yer aldığı devletler topluluğunu bile kontrol edememektedir. Bir süpergüç kutbu olan Rusya artık varlığını devam ettirmek için Çin ve Amerika arasında sarkaç diplomasisine bel bağlamış durumdadır.
Ancak, ne Amerika ne de Rusya tam anlamıyla çaresiz veya tükenişte ya da mutlak olarak gücün zirvesinde olabilmek için İkisinin de birbirlerinin desteğine ihtiyaçları vardır. Yükselen Çin gücü Amerika’yı olduğu kadar Rusya’yı da tehdit etmektedir. Bu tehdit salt ideolojik ya da siyasi veya askeri bir tehdit değildir. Büyük ölçüde eşyanın doğasından kaynaklanan endojen (bünyevi) bir tehdittir. İki gücün de bu kontrast pozisyondan kaçınması kolay görünmemektedir. Rusya devasa büyüklükteki stepleri ve sonsuz kaynakları, Çin de kalabalık nüfusu ve büyük hammadde ihtiyacıyla bünyevi olarak birbirlerini tehdit etmektedirler. Amerika ise Çin’i stratejik düşman Rusya’yı ise yeniden dizayn edilmesi
gereken bir rakip olarak görmektedir. Bu üçlü arasındaki simetrik ve asimetrik matris en akıllı stratejik gücün kazanacağı bir satranç tahtası üzerinde yer almaktadır. Alaska Görüşmesi öncesi Trump’ın “İki ülke arasındaki durumu bir satranca benzetmesi” bu açıdan anlamlıdır.
Görüşme öncesi Çin ve Hindistan bu görüşmeye dair iyimserliklerini dile getirmişlerdir. Çin’in kendi egemenlik alanındaki müdahalelere karşı gayyur tutumunun aksine bu tür ilişkilere dair geleneksel bir iyimserlik beyanını esirgemediği bilinmektedir. Ancak, bu iyimser retoriğin arka planında Çin tabi ki reel politik olguları göz ardı etmemektedir. Amerika ve Rusya ilişkilerinin detaylı bir çözümlemesine sahiptir. Alaska Zirvesinin birçok ülkeden önce kendisini etkileyeceğini çok iyi bilmektedir.
Avrupa devletleri ve Ukrayna ise Zirve ile ilgili derin bir kaygı duymaktadırlar. Trump’ın Ukrayna üzerinden Putin’e zeytin dalı uzatması korkutmaktadır. Bu yüzden Avrupa devlet başkanları Zirve hakkında negatif bir tutum takınmışlardır. Ukrayna zaten kesin bir olumsuz yargı taşımaktadır. Kendi topraklarının iki büyük güç tarafından başka pazarlıkların kurbanı olarak birbirlerine ikram edilmesi ihtimali korkutucudur. Ukrayna’nın bütünlüğünün korunacağına dair bir görüşün yegane sebebi, Amerika ile yaptıkları nadir mineralerl anlaşmasıdır. Amerika bu değerli toprakları kolay kolay Rusya’ya bırakmamayı deneyecektir.
En son Kafkasya ve Zengezur koridorunda olduğu gibi Trump masaya müttefik olarak kimseyi oturtmayacaktır. Bir zamanların meşhur müzik grubu Abba’nın şarkısında olduğu gibi “The winner takes it all” (Kazanan hepsini alır) Trump herşeyi almak istemektedir. Ancak yine de bu alışverişin mübadele araçları ve imkanları olacaktır.
ALASKA ZİRVESİ HEYETLERİNİN KOMPOZİSYONU
Trump ve Putin gibi iki mutlak dominant liderin yanında heyetlerin kompozisyonu bir şey ifade eder mi? Elbette ilk ve son sözü söyleyen bu liderler çizdikleri çerçevede mübadele konularını, araçlarını teknik olarak belirleyecek teknokrat heyet üyelerini müzakerelerde hazır bulundururlar. Bu zirvede Rusya Heyetini Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuri Uşakov, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Savunma Bakanı Andrey Belousov, Maliye Bakanı Anton Siluanov ve Rusya Doğrudan Yatırımlar Fonu Başkanı Kirill Dimitriyev temsil edecektir. Trump’ın heyetinde ize Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Özel Temsilci Steve Witkoff gibi isimler olacaktır.
Her iki heyette Dışişleri bakanlarının olması doğaldır. Ama yine de Zirvenin küresel politikalar ve ihtilaflı konuların çözümünde içerik ve yöntem olarak düzeltme yapacakları anlamına gelmektedir. İki lider de bu derece önemli bir zirvede dışişleri bakanlarını heyetlerinin kritik üyeleri olarak kabul etmişlerdir. Savunma Bakanlarının varlığı zaten açıktır. Rusya Ukrayna konusunda ciddi taleplerini iletmiştir. Trump hemen ateşkes istemekte, Putin ise ağır toprak talepleri yanında Ukrayna’nın tarafsızlık ve nükleer silahsız statüsünün devamını istemektedir. Rusya Dış Yatırımlar Fonu Başkanı ile ABD Hazine Bakanının varlığı her iki tarafın ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasını işaret etmektedir. Özellikle Rusya’ya yönelik yaptırımların kaldırılması Rusya için hayati önem arz etmektedir. Ukrayna Savaşı tek başına Suriye’den çekilmeyi motive etmiş değildir.
Asıl sorun Rusya’nın ekonomik ve finansal açıdan ve sosyal ihtiyaçları karşılama organizasyonu ve kaynak yetersizliği açısından ciddi sınamalar ile karşı karşıya kalmış olmasıdır. Rusya’nın önemli bir talebi bu olacaktır. Uşakov ve Witkoff’un varlıkları ise öngörülemeyen bazı taleplerin müzakeresi ile ortak alışılmışın dışındaki projelerin kararı için birer göstergedir. Çünkü her ikisi de Putin ve Trump’ın hem danışmanları hem de onların bazı kararlarının taşıyıcılarıdırlar. Tıpkı Trump’ın Suriye veOrtadoğu konusunda yetkili temsilcisi Ankara Büyükelçisi T. Barrack gibi. Aslında bu isimler bürokrasinin prosedürlerine takılmadan kararlarını icra eden Nazi kurmayları ya da ayrıcalıklı komünist parti komiserleri gibi işlev görmektedirler.
Peskov’un beyanatı biraz daha aydınlatıcıdır. Peskov zirve öncesi “Her iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesinin zaman alacağını belirtmiş; bir süredir askıya alınmış olan diplomatik misyonlarının sağlanması ve işlevlerinin ve tam organizasyonlarının kurulması gerekliliğine” vurgu yapmıştır. Peskov Rusyanın Amerika ile ilişkilerde büyük devlet statüsünde kabul edilmesini talep etmektedir. (Nitekim zirvenin hemen ardından Putin “Karşılıklı saygıya dayanan bir görüşme yaptık” demiştir. Bu Rusya için bugünün şartlarında beklediği bir kazanımdır.) Rusya'nın devlet özlemini Lavrov'un tişört baskısı “CCCP” kısaltması (Sojuz Sovetskix Socialističeskix Respublik) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği çok iyi yansıtmaktadır.
Zirve Sonuçları Üzerine Zirve üzerinde yeterince konuşulmadan başlamış ve bitmiştir. Konuşulmama nedenlerine yukarıda bir nebze değindik. Sonuçta bu zirve iki mutlak kutbun zirvesi değildir. Ve Amerika önceki dönemlerin performansından uzaktadır. Rusya ise en son Suriye'den çekilmesinden itibaren artık bölgesel güçtür. Zirvenin dışında kalan Çin üretim kapasitesi açısından dünyadaki üretimin % 19"unu gerçekleştirmektedir. Miktarı gizlenen yüksek bir ticaret fazlasına sahiptir. Kamu harcamaları disiplini yüksektir. Ayrıca ABD gibi küresel askeri angajmanları yoktur. Bütün enerjisini büyümeye ve üretime tahsis edebilmektedir. Ancak, yüksek teknoloji ve askeri kapasite açısından ABD öndedir. Çin ve Amerika arasında bir tür “Pata durumu” söz konusudur. Amerika Çin'i durduramamakta ama Çin de Amerika'nın küresel düzenlemelerine karşı duruş sergileyememektedir. Yeni düzen kurucu olma pozisyonunda değildir. Zirve bir anlamda bu “Pata durumundan” (Berabere kalma) etkilenmiştir.
Putin ve Trump'ın zirve sonrası beyanlarında başta Ukrayna olmak üzere görüşme konularında bir uzlaşmaya varmadıklarını belirtmişlerdir. Ancak, daha sonraki müzakereler için ümitli olduklarını ifade etmişlerdir. Ümit çözümün biraz daha ileri tarihe ertelenmesidir.
Ukrayna konusunda nihai bir çözüm için tarafların istekleri henüz telif edilecek durumda değildir. Avrupalı güçlerle Rusya arasında bir gerilime dönüşen bu sorun Batı Avrupa jeopolitiğini ve Rus gücünün varlık kodlarını değiştirecek bir mahiyettedir. Amerika ise Avrupalı güçler ve Rusya ile değişken politikalara yönelebilmektedir. Ukrayna Savaşı bir Avrupa ve Rusya sorununa dönüşmüştür. Diğer yandan, ne Avrupalı güçler ne de Rusya birbirlerine karşı oyun değiştirici güce sahip olmaktan uzaktırlar.
Küresel ortamı tarif etmek gerekirse bir şüphe, belirsizlik, güvensizlik ve tercihsizlik ortamı diyebiliriz. Bu ortam büyük güçler de dahil bütün devletleri etkilemektedir. Gayri nizami ve vekalet savaşlarının olması, Amerika ve Rusya'nın doğrudan desteklediği güçler hariç konvansiyonel savaşa tevessül edilmemektedir. Kısa Pakistan Hindistan Savaşı bunun istisnası gibi görülse de Amerika’nın müdahalesiyle taraflar savaşı durdurmuşlardır. Çin, Amerika, Rusya, Avrupalı güçler bu ortam nedeniyle ittifak sistemi kurmakta güçlük çekmektedirler. Ayrıca, kurulan ittifak ilişkileri de güven vermemektedir. Bazen ittifakınbüyük ortağı hasım güçlerden daha fazla zarar verebilmekte, risk yaratabilmektedir. Bir önceki yazımızdaki ABD’nin Kafkasya hamlesini düşünelim. Bugünkü şartlarda müttefikimiz olan ABD'nin bu hamlesinin bizimle Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri birliği açısından taşıdığı risk oldukça açıktır. Tıpkı 1990'lardan itibaren ABD’nin Balkanlar’a yerleşmeye başlamasıyla paralel olarak Türkiye'nin bölge üzerindeki etkisinin azalması gibi…
Diğer yandan, ABD sistematiği sadece rakiplerini değil müttefiklerini de dizayn eden, baskı altında tutan ve daima kendi inisiyatifinde değişen politikalarına uyumu icbar eden bir karakterdedir. Bir zamanlar ABD bayrağında bir yıldız olmayı kabul eden Molla Mustafa Barzani’nin, Irak ve İran arasındaki Şattülarap krizi çözüldükten sonra Amerikan başkentinde bütün kapıların yüzüne kapatılması tekil bir olay değildir. ABD'ye tam teslimiyet ve uyum hiçbir zaman yeterli değildir. Aslolan icra zamanı gelmiş ABD projesidir. O yüzden, ABD rahatlıkla eski müttefiklerini tu kaka edebilen bir güçtür. Bu yüzden çoklu baskı aygıtlarıyla gerek rakipleri gerekse müttefikleri (Bunun yani müttefikliğin mahiyetini de kendisi belirlemektedir) üzerinde şartlara göre değişen baskı kurmayı bir yöntem haline getirmiştir.
Bir bakarsınız Amerika sizin en yakın dostunuzdur, sizi övmekte çok cömerttir, sizinle çalışmayı heyecan ve ilham verici bulmaktadır. Liderliğinizi, kadrolarınızı, kurumlarınızı yüceltir. Hatta önlerini açar. Ama bir de bakarsınız siz Onun şeytanlaştırdığı bir şer odağına dönüşmüşsünüzdür. Mesela bu satırların yazarı son yıllarda Amerika aleyhtarı gibi görünen neredeyse bütün olayların ve dizaynın arkasında Amerika olduğunu mutlak derecesinde bir kesinlikte idrak ve inşa etmiştir. (2000'li yılların başından itibaren, zira bu tarihten önce Amerikan karşıtlığı retoriği devlet/ siyaset retoriği değildi, daha çok aydınların, sivil toplum örgütlerinin bir kısmının retoriği idii). Ve Amerika bunları yaparken eski bir kovboy geleneğinden olsa gerek at değiştirir gibi müttefik ya da partner değiştirmektedir. Bunun ahlaki ve etik yönünü düşünmekten kendini vareste tutmaktadır.
Kamuoyunun algısının tersine -çatışmalı görünen zamanlar daha fazla dahil olmak üzere- uzun bir dönemdir Türkiye ile ortak proje yapan, mesela Amerikan sistemine rakip olabilme istidadı olan odakları yok eden Amerika için yarının müttefiki farklı olabilir. Suriye meselesinin İsrail yararına büyük ölçüde dizayn edilmesi, Kafkasya'da Ermenistan Azerbaycan barışı ve Zengezur kilidinin zaptedilmesi, Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle artık Türkiye aracılığı olmadan -Hatta Kıbrıs'ta GKRY'yi meşru otorite olarak tanımalarında olduğu gibi Türkiye’ye rağmen ve Türkiye’ye karşı- ilişki kurulması ve geliştirilmesi gibi hususlar Türkiye'nin elini zayıflatmış durumdadır. En son yayınlanan ABD Dışişleri Bakanlığının 2024 Türkiye İnsan Hakları Raporu bu çerçevede okunabilir (Raporun yönetici özeti bianet sayfasında Türkçe olarak mevcuttur). Şunu açıkça söyleyelim ki, ABD'nin ne insan hakları mağdurlarına ne de bu hakları ihlal edenlere karşı dostluk, yakınlık, uzaklık, düşmanlık gibi duygusal, ahlaki, insani perspektifleri yoktur; yalın ve somut çıkarları vardır. Olayları bu perspektiften analiz etmek gerekir. Bu dün de öyleydi bugün de öyle. Küresel belirsizlik, şüphe ve tedirginlik ortamının toplumlarda tetiklediği garip tutumlar incelenmeye değerdir. Belçika gibi bazı Avrupa ülkelerinde “Komşumun Çin casusu olduğunu nasıl anlarım?” türü broşürlerin dağıtılması paranoyaya giden süreçleri göstermektedir.
Kısacası Alaska Zirvesi düzen kurucu bir zirve olmaktan uzaktır. Aksine belirsizlik, şüphe, tedirginlik artma eğilimindedir. Bunun sonucu olarak da savunma sanayii üretimi sıradışı şekilde artmaya başlamıştır. Almanya, Japonya gibi ülkelerde sivil üretim tesislerinin askeri üretim tesislerine dönüştürülmesi seferberlik hazırlık durumunun mesela İkinci Dünya Savaşı sırasında ancak savaşın ortasında gelinen bir seviyede olduğunu göstermektedir. Fransa ve ABD'de bazı savaş platformları üretimi için yeni üretim bantları ilave edildiğini bilmekteyiz.
Sonuç olarak, bu dönemde yapılan anlaşmaları, zirveleri düzen ve barış kurucu olarak görmemek gerekir. Her biri bir taarruz, savunma ya da ele geçirme hamlesi gibi görülebilir.
Bu hamlelerden bazıları bizi de etkileyecek hamleler. Dış politika yorumculuğundan daha farklı anlamaya ve kendi pozisyonumuzu almaya çalışmalıyız. Ve özellikle varlığımızın bekasını sağlama mücadelesinde dış güçlere değil, bütün bir milletimizin desteğine bel bağlamalıyız.
Mehmet Ali BAL / Haber7
Yorumlar4