ABD gezisinin büyük resmi
- GİRİŞ26.09.2025 08:36
- GÜNCELLEME26.09.2025 08:45
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasındaki görüşmeye dair pek çok önemli detay var. F35, F16, Boeing uçakları, CAATSA yaptırımları, Suriye’deki terör yapısı, Gazze’de süren soykırım ve işgal, enerji ve ticaret anlaşmaları…
Şüphesiz bunların hepsi çok önemli başlıklar. Görüşmenin ardından gelen ilk açıklamalar da pek çoğunda önemli ilerlemeler kaydedileceğini gösteriyor.
Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2025 ABD gezisi, tek tek bu başlıkların ötesinde bir anlam içeriyor. Geniş resme baktığımızda ilk gördüğümüz, Türkiye’nin “sistem değişikliği” çağrısının giderek daha çok karşılık bulduğu görülüyor.
TÜRKİYE’NİN TEZİ GÜÇLENİYOR
Türkiye uzunca bir süredir BM üzerinden kendi dünya düzeni tezini anlatmaya çalışıyor. Bu tezin özeti “daha adil bir dünya mümkün” ve “dünya beşten büyüktür” cümleleri. İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan düzen, insanlığın yararına işlemiyor. Savaşlar, açlık ve iklim felaketleri dünyanın geleceğini tehdit ediyor. Dolayısı ile dünya liderlerinin büyük bölümü bu düzenin pek de matah bir şey olmadığı konusunda hemfikir. Ancak değiştirilmesi veya revize edilmesi yönünde sağlam bir irade bugüne kadar çıkmadı. İşte Türkiye, yaptığı hamleler ile böylesi bir iradenin oluşması için çaba gösteriyor.
Tüm insanlığın barış içinde ve adil koşullarda yaşadığı bir dünya fikri, daha önce de pek çok lider tarafından dile getirildi. Bunların arasında güçlü, büyük ülkeler de vardı. Sebepleri bir yana, bunlar genellikle sözde kalmış girişimler oldu. Başarılı bir istisna, 1961’de Yugoslavya, Endonezya, Hindistan, Gana ve Birleşik Arap Cumhuriyeti öncülüğünde kurulan Bağlantısızlar Hareketedir. Fakat o da sistemi değiştirecek bir sorgulamadan kaçınmıştır.
Erdoğan’ın itirazı ise uzun yıllara mal olsa da karşılık bulmuş görünüyor.
Bunun sebeplerinden biri doğru bir zamana denk gelmesidir. Uluslararası sistem, yetersizliğinin doruk noktasını yaşıyor. Ülkelerin sisteme güveni nerdeyse tamamen bitmiş durumda. Sistemin değişmesi yönündeki güçlü bir çağrı eskiye nazaran daha kolay alıcı buluyor.
Öte yandan, dünyanın tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru evrildiği de bir vakıa. Fakat Batı kutbunun karşısında yer alan Çin ve Rusya, son tahlilde “tersinden” bu sistemin parçası durumundalar. Yani ikinci bir kutup oluşuyor diyoruz ama, o kutup da BM Güvenlik Konseyini elinde tutan 5 üyeye dahil. Yani adaletsizlik üreten bu sistemin ayrıcalıklı parçaları durumundalar. Ellerinde tuttukları veto tekelini gönüllü olarak paylaşmaları pek zor. Peki yeni bir kutup olarak yayılmacı Batı’yı engelleyebilirler mi? Engelleyemediklerini İsrail sorununda görüyoruz. Çünkü sistem çözüm üretmek için değil, bu ayrıcalıklı beş üyeyi kayırmak için kurulmuş. Dolayısı ile tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçiş süreci, ulusları daha da tedirgin ediyor. Zamanlama bu açıdan da önem kazanıyor.
Erdoğan’ın mesajını etkili kılan tek unsur zamanlama değil. Arkada yıllar süren planlı bir diplomatik çaba var. 2002 yılında Türkiye’nin diplomatik temsilcilik sayısı 162 idi. Bu sayı, 2024’te 261’e çıktı. Türkiye, bugün ABD ve Çin’in ardından dünyanın en geniş üçüncü diplomatik ağına sahip. Afrika’nın Asya’nın en ücra köşelerinde bile Türkiye’nin büyükelçileri, konsolosları görev yapıyor, ‘dünyanın beşten büyük olduğunu’ anlatıyor.
Düşünün, ekonomik büyüklük olarak 16. nüfus büyüklüğü itibarı ile 18. sıradasınız ama diplomatik temsilde iki süper gücün ardından 3. Sıraya yerleşmişsiniz. İşte buna diplomatik kaldıraç deniyor ve Türkiye’nin çağrısını güçlendiriyor.
Benzer bir kaldıraç da jeopolitik konum için geçerli. Türkiye, bölgesindeki her soruna dahil olarak belirleyici aktör rolünü oynuyor. Örneğin Brezilya, Endonezya gibi ülkeler… Konumları itibarı ile sorunlara, olaylara temas etmeleri mümkün değil. Bunun için de dünya siyasetinde kilit bir konuma yükselemiyorlar. Türkiye ise konum itibarı ile büyük gerilimlerin tam ortasında yer alıyor. Akılıca yapılan siyaset, bu sorunlu coğrafyayı avantaja çeviriyor. Eski içine kapalı Türkiye, bunca fırsata rağmen kendine Brezilya olmayı layık görüyordu. Bugün ise Rusya’dan Somali’ye kadar olaylara dahil olarak stratejik konumunu bir kaldıraca dönüştürüyor.
Türkiye’nin daha adil bir dünya çağrısına kulak verilmesinin bir başka sebebi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi. BM salonunda, ülkesini demokratik yollar ile seçilerek en uzun süre yöneten lider O. Henüz ileri sayılmayacak yaşına rağmen muazzam bir siyasi deneyimi temsil ediyor. Net konuşuyor ve olumlu-olumsuz sözlerinin arkasında duruyor. Erdoğan, özellikle üçüncü dünya ülkeleri için ‘güvenilir bir ağabey’ imajı çiziyor. Dengeli ve makul tutumu sayesinde ise mevcut düzenin büyüklerini ürkütmüyor.
ABD gezisinin en önemli politik çıktısı, sistemin çok daha sert biçimde sorgulanmaya başlanması. Kısa bir vadede BM’nin yapısı değişsin diye somut öneriler ortaya çıkarsa şaşırmamak lazım.
BÜYÜKLER KULÜBÜ
Bu gezinin “büyük resminde” görülen ikinci konu, Türkiye’nin lig değiştirme çabasının ete kemiğe bürünmüş olması. Türkiye çok uzun yıllar dünya siyasetinin ikinci liginde oynadı. Aşağı yukarı 10 yıllık bir süredir birinci lige çıktığını söyleyebiliriz. Şimdi en üst lige, futbol tabiri ile söylersek “premier lige” çıkmak istiyor.
En üst ligde sınırlı sayıda oyunca var: ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa… Bunların yanına Hindistan, Almanya, Japonya ve İtalya’yı koyabiliriz. Bu “güçlüler kulübünün” üyeleri, dünyanın kaderini şekillendiriyorlar. Bunun için giriş hiç de kolay değil. Çok dikkatli, çok küçük adımlarla ilerlemek ve çok sabırlı olmak gerekiyor.
Dengesizliği ile bilinen Trump’ın kuzu gibi hallerine bakılırsa, Erdoğan- Trump görüşmesi, bizim için bu kulübe atılan ilk ciddi adım gibi duruyor.
Devletler arası ilişkilerde ahlak normlarından ziyade çıkarlar belirleyici oluyor ve en çok güce saygı duyuluyor. ABD başkanın tavrı, siyasi bir güç ile karşılaştığını ve buna saygı duyduğunu gösteriyor. Başka devlet başkanlarına yaptığı küstahlıkları yapmaya yeltenmiyor, eşitler diyaloğu kurmak zorunda kalıyor Kulübe dahil olmak da zaten böyle bir şey….
Gaffar Yakınca / Haber7
Yorumlar7