Trump’tan BBC’ye 1 milyar dolarlık savaş ilanı

  • GİRİŞ12.11.2025 10:38
  • GÜNCELLEME12.11.2025 10:38

Geçmişten beri basınla yaşadığı gerilimler bitmek bilmeyen ABD Başkanı Donald Trump, yeni bir medya kavgasıyla yeniden sahnede. Bu defa hedefinde, İngiltere’nin köklü yayın devi BBC yer aldı.

Sebep ise, BBC’nin geçen yıl hazırladığı Panorama programında yayınlanan   belgeselinde Trump’ın 6 Ocak kongre baskını öncesi yaptığı konuşmalardan üç ayrı bölümü birleştirerek hatalı bir kurguyla isyanı kışkırttığı izlenimi oluşturulması.

Sağ eğilimli The Telegraph gazetesinin, BBC’nin iç yazışmalarına dayandırdığı haberiyle patlak veren krizin ardından BBC Genel Müdürü Tim Davie ve Haber Direktörü Deborah Turness görevlerinden ayrıldı.

BBC Yönetim Kurulu Başkanı Samir Shah, belgeseldeki iki ayrı konuşmanın kesilip bağlamından koparılması nedeniyle hata yaptıklarını kabul ederek, “BBC olarak bu değerlendirme hatası nedeniyle özür dilemek isteriz.” dedi.

Fakat Trump’ın öfkesi dinmedi. Avukatı aracılığıyla BBC’ye mektup göndererek tam bir düzeltme, özür ve “uygun tazminat” talep etti.

BBC’ye cuma gününe kadar süre veren Trump, aksi halde Florida’da 1 milyar dolarlık dava açacağını belirtti.

Medyayla Popülerleşen Trump’ın Basınla Bitmeyen Kavgası

Dünya gündemine taşınan bu olay, aslında Trump’ın uzun zamandır sürdürdüğü “basınla kavga” stratejisinin son halkası niteliğinde.

Trump, NBC ekranlarında 14 sezon boyunca yayınlanan “The Apprentice” (Çırak) programı ile hem servet hem de marka değeri inşa etmişti. Ancak ironik biçimde, onu popülerliğin zirvesine taşıyan medya düzeni zaman içinde onun en sert hedefi haline geldi.

Siyasete girmeden önce basınla sert polemikler yaşamaya başlayan Trump, 2016’da göreve gelir gelmez ABD’nin en ünlü medya organlarını “yalan haber çetesi” olarak damgaladı.

CNN, The New York Times ve The Washington Post gibi köklü gazeteleri “fake news” diyerek hedef gösterdi; miting meydanlarında “Basın, Amerikan halkının düşmanıdır” sözünü defalarca yineledi. Bu cümle, basın özgürlüğü ve köklü demokratik geleneğiyle övünen Amerika’da yeni bir dönemin şifresi gibiydi.

Gazeteciler artık toplum adına görev yapan kişiler değil, aksine halk için tehdit kaynağıydı. Beyaz Saray, basına sürekli erişim kartı kurallarında değişikliğe giderek bazı gazetecilerin akreditasyonlarını yeniden değerlendirmeye aldı.

Trump’ın ilk döneminde, 2018 yılında bir basın toplantısında yaşanan tartışma sırasında elindeki mikrofonu almaya çalışan görevliye dokunduğu gerekçesiyle CNN Beyaz Saray muhabiri Jim Acosta’nın giriş kartı askıya alındı.

Acosta’yı “kaba ve korkunç bir insan” olmakla suçlayan Trump, “CNN, seninle çalışıyor olmaktan utanç duymalı” dedi. Beyaz Saray, soruları kontrol etmek, haber akışını şekillendirmek ve “istenmeyen” muhabirleri dışarıda bırakmak için yeni kurallar getirdi.

 

Sansürün Pentagon Versiyonu

 

Trump’ın basınla yaşadığı çatışmalar, adeta siyasi hayatının vazgeçilmez stratejilerinden biri olurken, son örnek bu yıl eylül ayında Pentagon’da yaşandı.

Savunma Bakanlığı, gazetecilerden “gizli olmasa bile herhangi bir bilginin yayınlanmadan önce uygun bir yetkili tarafından onaylanması gerektiğine” ilişkin yeni kurallar yayımladı.

Yani savaş haberlerini yazmak isteyen gazeteci, önce orduya “rahatsız edici haber yapmayacağım” garantisi vermek zorundaydı.

The New York Times, AP, The Washington Post, CNN, The Guardian ve Reuters’in de aralarında bulunduğu basın kuruluşları bu kuralları imzalamayı reddetti ve görev alanlarını terk etti.

Trump yönetiminin bu adımı, sansürün yeni bir versiyonu olarak uygulanmaya başlarken, kuralları kabul etmeyenlerin yerini sağ eğilimli medya kuruluşları aldı.

ABD Başkanı Trump, basına karşı sadece sözlü saldırılarda ya da akreditasyon engellemelerinde bulunmadı; sistematik olarak “erişim kısıtlama”, “dava tehdidi” ve “yasal takibat” gibi araçları da devreye koydu.

Trump, cezaevinde şüpheli şekilde intihar eden pedofili hükümlüsü Jeffrey Epstein’a “müstehcen” bir mektup yazdığı iddiasını içeren Wall Street Journal haberi nedeniyle, gazetenin çatı şirketi Dow Jones ve sahibi Rupert Murdoch hakkında 10 milyar dolarlık dava açmıştı.

Davalar ve tehditler pek çok kurum için caydırıcı işlev gördü. Amerika’da birçok medya kuruluşu, Trump yönetimini rahatsız etmeyen bir çizgi izlemenin yollarını arıyor.

 

Trump’ın Basınla Savaşının Yeni Cephesi: BBC  

 

Trump’ın yıllardır sürdürdüğü medya savaşları sadece Amerikan basınıyla sınırlı kalmadı; şimdi dünya çapında etkili BBC’ye de yöneldi.

1922’de Londra’da kamu yayıncısı olarak kurulan bu dev medya kuruluşu, bugün 250 milyonun üzerinde küresel izleyiciye, 45’ten fazla dilde yayın yapan bir haber ağına, yaklaşık 22 bin çalışanına ve yüzyılı aşan bir mirasa sahip.

BBC, Birleşik Krallık’ın yalnızca yayın organı değil, aynı zamanda geniş bir coğrafyaya yayılan “yumuşak gücünün” de taşıyıcısı.

Fakat bu devasa kurum, Trump’la yaşanan son krizle birlikte en ağır sarsıntılarından birini yaşıyor. Trump’ın 1 milyar dolarlık dava tehdidi, kurumun hem itibarı hem de yönetimi üzerinde şimşek etkisi yarattı.

BBC tarihinde belki de ilk kez, bir yayın hatası yalnızca iç denetimle değil, uluslararası diplomatik bir krize dönüşmüştü.

Kurumun siyasi konumu da bu krizi derinleştirdi. Kraliyet tüzüğü kapsamında faaliyet gösteren BBC, kamu tarafından finanse edilen ve İngiliz Parlamentosuna karşı sorumluluğu olan bir yapıya sahip.

Her seçimde İngiliz siyasetinin gölgesi BBC’nin üzerine düşerken, her iktidar döneminde kurumun ideolojik eğilimi tartışılıyor.

Ancak Trump’la yaşanan kriz, bu kez iç politikayı aşan bir düzeye ulaştı. ABD Başkanının tehdidi, Londra’daki kamu medya devinin yönetim katlarını yerinden oynattı.

BBC’nin belgeselinde yaptığı montaj hatası sonrası fırtına koparken, Trump bunu sadece bir “edit hatası” olarak değil, yıllardır kendisine karşı süren küresel medya önyargısının kanıtı olarak görüyor. 

Kendi şöhretini medya sayesinde büyüten Trump,  şimdi köşeye sıkıştırdığı BBC üzerinden küresel bir güç gösterisi yapıyor. 

BBC bugün editoryal güveni yeniden tesis etme ve dış baskılara boyun eğmeden yayıncılığını sürdürme sınavıyla karşı karşıya.

 

BBC’nin “Tarafsızlığı” İsrail Soykırımının Karanlığında Boğuluyor

 

BBC, yıllardır “tarafsızlık” ilkesiyle övünür. Ancak bu ilke, özellikle Gazze’deki soykırım sürecinde yıkıntılar arasında çoktan paramparça oldu.

İsrail’in iki yılı aşkın süredir sürdürdüğü soykırımda mahalleler yerle bir olurken, çoğu kadın ve çocuk 69 bini aşan masum Filistinli hayatını kaybederken, BBC ekranlarında hep aynı nötr kelimeler dönüp durdu: “Çatışma”, “operasyon”, “gerilim.” Ne “soykırım” dendi, ne “katliam.”

Her yumuşatılan kelimenin arkasında susturulan acı gerçekler ve görmezden gelinen katliamlar var.

Çocukların çığlıkları, annelerin göğü yırtan yakarışları Gazze enkazında yükselirken BBC, bu sesleri güçlü şekilde duyurmak yerine kısmayı seçti. BBC’nin haber dilinde, içerik seçimlerinde ve görüntü politikasında uyguladığı taraflı tutum ciddi tepkilere yol açtı.

Filistin halkına ve Gazze’ye yönelik haberlerinde İsrail yanlısı tutum sergilediği ve soykırım suçlarını örtbas ettiği gerekçesiyle, mayıs ayında binlerce protestocu “Soykırımı Gizlemeye Son Ver” eylemi düzenledi.

BBC binası önündeki eylemde “Utan BBC”, “Filistin’i sansürleme”, “BBC soykırımın suç ortağı” ve “Özgür Filistin” pankartları açıldı.

Kurum, Londra’nın diplomatik dengesini koruma kaygısıyla “devletin dış politikasına paralel” bir çizgi izleyerek, soykırımcı İsrail’i doğrudan eleştiren bir dil kurmaktan kaçındı. Oysa aynı BBC, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarında çok daha net bir dil kullanmış; “işgal”, “saldırı”, “katliam” gibi ifadeleri çekinmeden dile getirmişti.

Filistin meselesinde temkinli, Batı merkezli dil; Rusya ya da Çin söz konusu olduğunda açık ve sert ifadeler kullanmaktan çekinmedi. Bu çelişkili durum, kurumun evrensel tarafsızlık ilkesinin artık bir retorikten ibaret kaldığı eleştirilerine zemin hazırladı.

Trump belgeselindeki kurgu hatası için özür dileyen ve üst yönetimini değiştiren BBC, Gazze’deki soykırım gerçeği karşısında aynı özeleştiriyi gösteremiyor.

Küresel medya-siyaset ilişkilerinde yeni bir kırılma hattı olan Trump krizi, BBC’nin yalnızca teknik değil, etik bir sarsıntı yaşadığını ortaya koydu.

İsrail soykırımına sessiz kalan bir kurum, Trump’ın tazminat tehdidi karşısında ne yapacağını bilemez durumda.

Bu dava ister açılsın ister uzlaşmayla sonuçlansın, BBC için en büyük etik ve ilkesel çelişki, Gazze’deki soykırım karşısında izlediği İsrail yanlısı çizgi nedeniyle yaşanıyor.

BBC sadece küresel bir yayın kuruluşu değil, dünya da yaşananları yansıtan bir ayna. Ve o aynada artık “özgür dünyanın sesi” değil, çifte standardın silueti görülüyor.

Trump’ın 1 milyar dolarlık dava tehdidi mi, yoksa Gazze’deki soykırım sessizliği mi etik ve insani açıdan daha yıkıcı?

Tarihin hafızası ikisini de unutmayacak.

BBC bugün en büyük sınavıyla yüz yüze: Gazze soykırımıyla ilgili kullanmaktan çekindiği her kelime, tarafsızlığının mezar taşına kazınıyor.  

 

Yorumlar1

  • HBUzun 2 saat önce Şikayet Et
    Kalemine sağlık, güzel bir tasvir yapılmış
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat