Duygusal tüketim nesnesi olarak Atatürkçülük
- GİRİŞ26.11.2025 08:36
- GÜNCELLEME26.11.2025 08:36
Söze doğrudan girelim…
İzmir’de ve başka yerlerde son zamanlarda yaşanan su kesintileri hakkında “belediye çalışmıyor” dediğiniz zaman hemen tepki görüyorsunuz: “Su akmasın ne çıkar biz Atatürkçüyüz!”
LGBT veya birtakım cinsel kimlik tartışmalarına değinecek olsanız…
Sanki Gazi’nin bu konuda bir icazeti veya direktifi varmış gibi, “Atatürk Türkiye’sinde bu tür tartışmaları yapmak saçmalık!” diyerek lafı ağzınıza tıkıyorlar.
Belediye başkanları yolsuzluktan, hırsızlıktan, arsızlıktan tutuklanır, “hırsızlık var mı, yok mu?” diye sorarsınız…
“Başkan ve ekibi Atatürkçü, devrimci, Kemalist bla bla bla… O yüzden tutuklandı” savunması ile karşı karşıya kalırsınız. Hırsızlık-mırsızlık gündemden düşer.
Türkiye, Misâk-ı Millî sınırları için savunma sanayini güçlendirir. Güvenliği için sınır ötesi operasyonlar yapar, tehdit ve saldırılara karşı politika geliştirir…
“Şov yapıyorsunuz. Atatürk, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ demişti. Kim, bize niye saldırsın” diyerek kara bir propagandaya başlarlar. Kitlelerini de arkalarına alarak memleket aleyhine çalışırlar.
Atatürk’ün partisi, Atatürk kızları, Atatürk yemekleri, Atatürk Türkiyesi, Atatürk osu, Atatürk busu…
***
Kabul edelim…
Atatürk bu toplumun hâlâ en popüler ‘duygusal tüketim nesnesi’…
Kültürel ve siyasal yeni bir küresel iklimin inşa edildiği günümüz ‘post-truth’ çağında, kurucu liderin hedef olarak gösterdiği ‘uygarlık seviyesi’nin kıyısına bile gelememiş zihinlerin aynı çukurda debelenmesi…
Çok acı!
Siyasal çıkar peşinde koşanlar, her politik hamlenin gerekçesi olarak Atatürk’ün adını kullanmaktan (‘Atatürk de olsa böyle isterdi’ gibi) çekinmiyor.
Rakiplerini etkisizleştirmek için Atatürk’ü bir ‘siyasî sopa’ gibi kullanma konusunda pervasız. Kendi tezini kutsal, karşı tezleri ‘Atatürk karşıtlığı’ olarak sunuyor.
Parti içi mücadelelerinde Atatürk’ün mirasını araçsallaştırmaktan çekinmiyor.
Hatta daha da ileri giderek, Atatürk’ün düşüncelerini tarihî bağlamından kopararak, bugünün şartlarına aynen uyarlayıp sloganlaştırmaktan korkmuyor. Ekonomik, diplomatik, sosyal bağlamı tamamen değişmiş bir konuda Atatürk’ten ‘evrensel’ ve değişmez bir rehber çıkarma marangozluğuna girişiyor.
Bakıyorsunuz…
Mevlana Çorbası, Semazen Kahve, Yunus Emre Çay Ocağı, Köroğlu Kebapçısı gibi…
Atatürk’ün ismi ve imgesini ticarî ürünlere koyarak satışı artırma yarışında olanlar da var. Uydur-kaydır bir kitap yazıp milyonları kazananı da; marka, dizi, film veya sosyal içeriklerde Atatürk’ü gösteri malzemesi haline getireni de utanmazlık zırhına bürünmüş. Bu duygusal pazarlama stratejisini de ‘Atatürkçülük’ adına yapıyorlar.
***
Kurumsal meşruiyet aracı olarak da Atatürk çok popüler ve kullanışlı bir araç…
Resmî veya özel kurumların kendi hatalarını gizlemek için Atatürk’ün adını bir kalkan gibi kullanması örneklerine son yıllarda daha çok rastlıyoruz. Şeffaflık veya liyakat gibi sorunlar tartışmaya açıldığında hemen ‘Atatürkçülük’ kalkanı devreye giriyor.
Daha da trajik olan ne biliyor musunuz?
Atatürkçülük tek bir ideolojik akıma indirgenerek sadece ‘aşırı sekülarist’ bir söyleme dönüştürülmüş durumda. Yani belirli bir klik, grup, parti ve cemaatin tekelinde…
İzmir’de, Kur’ân tilâveti yapar gibi aynı kıraatle ‘Nutuk’ okuyarak ibadet edenler…
Bazı milli bayramlarda Atatürk posteri veya heykeli önünde öğrencileri secdeye kapatanlar…
Metroda, metrobüste veya çarşı-pazarda “Atatürk Türkiyesinde sizin yeriniz yok!” diyerek hâlâ başörtülü kadınlara çemkirenler…
Fiziksel olarak biraz Atatürk’ü andırdığı için her bayram ortaya çıkıp parsayı toplayanlar da aynı pazarlama stratejisinin ürünü.
***
Bayanlar, baylar…
Atatürk’ü eleştirilemez kılma (dogmatikleştirme) hamlelerinin hemen tamamı ona ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine yapılan en büyük saygısızlıktır. O ve diğerleri tarihsellikten bağımsız değildir; mitolojik ve ulaşılmaz bir figüre dönüştürmek aklın hâkim olduğu bir düzlemde mantıksızlığın zirvesidir.
Cumhuriyet döneminde bir kanon inşası için yazılmış veya yazdırılmış ‘tapıngaçlı’ ve kutsiyet izafe edilen şiirler ve yazılardan çok öte bir anlam dünyasının içindeyiz. Yani daha rasyonel, daha gerçekçi, daha küresel, daha makro düşünmek zorundayız. Ancak böyle yapar ve böyle davranır isek hem Atatürk’ün hırpalanması, sömürülmesi, itibarsızlaştırılması, istismarının önüne geçmiş, hem de o dönemin siyasal ve sosyal hayatına ilişkin sağlam sosyolojik çıkarımlar yapabiliriz.
Yoksa liyakatsiz atamalar yapıp buna rağmen ‘Atatürkçü kadrolaşma’ söyleminde bulunmak…
Bilimsel yaklaşım yerine dogmatik ideolojilere sarılıp bunu Atatürkçülük gibi göstermek…
Cumhuriyet değerleriyle bağdaşmayan otoriter uygulamaları ‘Atatürk sertliği’ olarak yutturmaya çalışmak…
Atatürk’ün hayatı veya sözleri üzerine yanlış, uydurma içerikler üreterek sosyal medya üzerinden duygu sömürüsü kasmak…
Özellikle CHP’li belediyeler üzerinde yükselen beceriksizlik, istismar iddiaları, hırsızlık, yolsuzluk gibi hukukî ve yönetim zaaflarını bağlamından çıkarıp, “Ama başkanımız Atatürkçü, o Atatürk’ün doğal devamı, Atatürk’ün partisine darbe” tezviratları ile perdelemek…
Ayıptır, çirkindir, utanmazlıktır, pespayeliktir, acizliktir, ihanettir, günahtır, yazıktır…
Yapılması gereken en doğru şey…
‘İnsan’ Atatürk’ü ve ‘insan’ çevresini ‘memory politics’ (hafıza siyaseti) kavramı üzerinden değerlendirip, hepsini, ‘kolektif hafıza’nın referansları olarak yorumlamalı, bu konudaki sair gayret, girişim ve istismarlara karşı cesaretle karşı durmalıyız.
Tek çıkış yolumuz da budur…
Özcan Ünlü / Haber7
Yorumlar4