Türkiye'nin Liderliğiyle Şekillenen Yeni Kafkasya

  • GİRİŞ03.12.2025 09:13
  • GÜNCELLEME03.12.2025 09:13

Kafkasya’nın kalbinde, yalnızca coğrafi değil, tarihî ve duygusal olarak da stratejik bir anlam taşıyan Karabağ, uzun yıllar boyunca hem Azerbaycan halkının vicdanında bir yara hem de Türk dünyasının ortak hafızasında kapanmamış bir dosya olarak durdu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte başlayan işgal süreci, yalnızca toprak kaybı değil; adaletin, egemenliğin ve tarihsel hakların çiğnenişiydi. Bu süreçte Türkiye, Azerbaycan’ın yanında durarak sadece diplomatik bir müttefik değil, aynı zamanda "bir millet, iki devlet" ilkesinin gerçek anlamda ne ifade ettiğini tüm dünyaya göstermiştir.

Ermenistan’ın işgal politikası yalnızca Azerbaycan’ı değil, Türkiye ile Ermenistan arasındaki tarihsel meseleleri de daha karmaşık ve çözümsüz hale getirdi. Ancak bütün bu gerilimlere rağmen, komşuluk bağları zamanın ve olayların yıpratıcılığına teslim edilmedi. Türkiye, bu coğrafyada sadece güçle değil; akılla, sabırla ve köklü bir tarih anlayışıyla hareket etti. Bugün gelinen noktada, Karabağ’ın özgürlüğü sadece bir zafer değil; bir milletin onurunu, bir devletin sözünün ağırlığını ve bir liderliğin ne denli dönüştürücü olabileceğini gösteren bir dönüm noktasıdır.

Karabağ Zaferinde Türkiye'nin Belirleyici Rolü

Karabağ’ın yeniden Azerbaycan toprağı olarak tescillenmesi, yalnızca askeri bir başarı olarak değil, aynı zamanda modern Türk dış politikasının ve stratejik vizyonunun bir tezahürü olarak okunmalıdır. Bu süreçte Türkiye'nin oynadığı rol, alışılmış diplomatik reflekslerin çok ötesinde, sahada ve masada birlikte yürütülen çok katmanlı bir stratejinin ürünüdür. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı liderliği, bu stratejinin merkezindedir.

Savaşın seyrini değiştiren unsurlardan biri olan insansız hava araçları (özellikle Bayraktar TB2), yalnızca teknik bir üstünlüğü değil, Türk savunma sanayisinin geldiği noktayı ve Türkiye’nin bölgesel aktör olarak kendi gücüne dayalı yeni bir yaklaşım geliştirdiğini göstermiştir. Ancak Türkiye'nin katkısı yalnızca askeri destekle sınırlı kalmamış; uluslararası platformlarda Azerbaycan’ın haklı davasını kararlılıkla savunarak, bilgi ve propaganda savaşında da etkili olmuştur.

Bu süreçte Türkiye, gücünü hamasetten değil; hakkaniyete, kardeşliğe ve tarihî sorumluluklara dayandırdı. Erdoğan’ın “Karabağ Azerbaycan’dır” vurgusu, yalnızca bir siyasi beyan değil, Türk dünyasının ortak hafızasını ve ortak idealini temsil eden tarihî bir duruştu. Nihayetinde Karabağ’ın özgürlüğü, sadece Azerbaycan’ın değil, Türkiye'nin de siyasi ve stratejik iradesinin bir yansıması olarak tarihe geçti.

Yeni Dönem: Erdoğan–Paşinyan Diyaloğu ve İlişkilerin Dönüşümü

Karabağ Zaferi sonrasında ortaya çıkan yeni jeopolitik tablo, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde uzun zamandır görülmeyen bir fırsat penceresi açmıştır. Bir asra yakın süredir sözde soykırım iddiaları, diplomatik kopukluklar ve karşılıklı güvensizlik üzerine kurulu ilişkiler, ilk kez bu denli anlamlı ve dönüştürücü bir eşiğe gelmiştir. Bu değişimin mimarlarından biri kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan, yalnızca bölgesel bir lider değil, aynı zamanda tarihî sorumluluk taşıyan bir devlet adamı kimliğiyle hareket ederek, geçmişin gölgesinde değil, geleceğin inşasında söz sahibi olmayı tercih etti.

Öte yandan Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın tutumu da dikkatle okunmalıdır. Paşinyan’ın, her fırsatta doğrudan veya dolaylı biçimde Erdoğan’a duyduğu saygıyı ifade etmesi, sıradan bir diplomatik nezaketin ötesindedir. Bu, bölgede liderliğin yeniden tanımlandığı, güçle birlikte vizyonun da değer kazandığı bir döneme işaret eder. Paşinyan, ülkesini içe kapanmış bir izolasyon rejiminden çıkararak bölgesel barışın parçası yapma arzusunu, Erdoğan’ın kararlı liderliğiyle uyumlu bir biçimde ortaya koymaktadır.

Geçmişin mirasıyla yüzleşmenin yolu, karşılıklı saygı ve rasyonel diyalogdan geçer. Türkiye’nin bu noktadaki tutumu nettir: Tarih, siyasetin aracı yapılmamalı; gerçeklerle, belgelerle ve tarafsız bir hafızayla ele alınmalıdır. Bugün, duygularla değil, devlet aklıyla konuşan iki liderin diyalogu sayesinde, Türk-Ermeni ilişkileri tarihinde yeni bir sayfa açılma eşiğine gelmiştir.

Kalıcı Barışın İnşası ve Türkiye’nin Vizyonu

Zaferin nihai anlamı, onu kalıcı barışla taçlandırabilmekte yatar. Türkiye, Karabağ’da askeri ve diplomatik olarak sağladığı başarıyı, şimdi bölgesel barış mimarisine dönüştürmek istemektedir. Bu noktada Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin bakış açısı; sadece bugünü kurtarmak değil, yarını inşa etmektir. Bu, klasik dış politika reflekslerinin ötesinde, derinlikli ve medeniyet perspektifi taşıyan bir vizyondur.

Bu vizyonun merkezinde, ulaşım hatlarının açılması, enerji iş birliklerinin geliştirilmesi ve bölgesel ekonomik entegrasyon gibi adımlar yer almaktadır. Zengezur Koridoru projesi yalnızca Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birleştirmeyecek; Türkiye’den Orta Asya’ya uzanan büyük Türk dünyasını birbirine bağlayacak jeostratejik bir damar olacaktır. Ermenistan’ın da bu koridorun doğal bir parçası olma ihtimali, ona bugüne dek uzak kaldığı barış ve refah yoluna katılma fırsatı sunmaktadır.

Bu yaklaşımın temelinde, düşmanlıkların kalıcı olamayacağına dair köklü bir inanç vardır. Türkiye, düşman üretmek değil; geçmişiyle hesaplaşmış, geleceğe açık komşularla güçlü bir bölgesel istikrar inşa etmek istemektedir. Erdoğan’ın devlet aklını ve tarih bilincini harmanlayan liderliği sayesinde, bu yaklaşım sadece bir diplomatik öneri değil, uygulanabilir bir gerçeklik hâline gelmiştir. Kafkasya, artık yalnızca çatışmaların değil; iş birliklerinin ve ortak kazanımların da coğrafyası olabilir.

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat