Ortadoğu'da Kadim Denklemler
- GİRİŞ22.12.2025 08:53
- GÜNCELLEME22.12.2025 08:53
Tarihin derin düğüm noktalarının en önemlisi olan Ortadoğu üzerine yazmak çok zor. Bugün yeni arkeolojik çalışmalarla Mısır, Hindistan gibi başka bölgelerde eski medeniyetlerin yaşadığı ortaya çıkarılmış ise de Ortadoğu ayrıcalıklı bir yer tutmaktadır. Bunun nedeni Ortadoğu’nun zati değeri kadar tarihin kadim devletleri, güçleri arasında bir kavşak noktası olmasındandır. Peygamberlerin çok büyük kısmının Ortadoğu'da neşet etmesi gibi kadim ve semavi varlıklar elbette Ortadoğu'yu tarihin ayrıcalıklı bir coğrafyası haline dönüştürmüştür.
Ancak, Ortadoğu’nun kavşak noktasında bulunduğu diğer büyük güçlerin ve medeniyetlerin bu bölgede karşı karşıya gelmeleri; savaşlar gibi barış dönemlerinde de ortaya çıkan iletişimleri, ticari ve kültürel alışverişleri, ortak şehirler ve merkezlerin kurulması; bazen de bir büyük gücün bölgesel entegrasyonu sayesinde kültürlerin çapraz döllenmesinin gerçekleşmesi Ortadoğu’yu daha ayrıcalıklı kılmıştır. Zira mukayesenin kültürel tanımlamada sahip olduğu işlev ile birçok farklı dünyanın kültürü Ortadoğu’da objektif bir medeniyet malzemesine dönüşmüştür. Mısır’a inen Asur Kralının söylediği “Burada nehirler aşağıdan yukarıya akıyor” sözündeki maddi coğrafyadaki farklılık -Ortadoğu’da idrak edilebilir mahiyete kavuşmaktadır: Ortadoğu nehirlerin yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya aktığı ülkelerin tam ortasında bulunmaktadır. Her iki ve belki de ikiden fazla dünyaların kültürleri, alışkanlıkları, güçleri, ürünleri Ortadoğu’da buluşmaktadır. Daha Sümerler döneminde (MÖ 4000- 2000) Sümer şehir devletlerinin İndus Vadisinden Lübnan’a, Yukarıda Afganistan’dan aşağıda Umman’a kadar ticaret partnerleri vardı. Bu ticaret merkezleri ile ticaret güzergahları üzerindeki şehirler diğerlerinden daha fazla gelişiyorlardı.
Yeni Mısır Krallığı ile Hitit Krallığı arasında yapılan Kadeş Savaşı (MÖ 1274) sadece Ortadoğu’nun değil dünyanın kadim savaşıdır. Bugünkü Suriye sınırları içinde kalan Asi Irmağının (Orontes) Kadeş’e yakın bölgesinde gerçekleşen bu savaş tekil bir savaş da değildir. Yeni Mısır Krallığının Hitit Krallığı toprakları içinde kalan büyük ticaret yollarını ele geçirmek için (Bugüne ne kadar da benziyor) saldırmasıyla başlayan Kadeş Savaşı neredeyse belli fasılalarla iki yüzyıl devam eden savaşlar silsilesinin en önemlisidir. II.
Ramses ile Muvattalli arasında yapılan Kadeş Barışı (MÖ 1274) bir tarafın kesin zaferinden/ ya da yenilgisinden kaynaklanan bir antlaşma değildir. Zira tarafların her ikisi de kendisinin zafer kazandığını düşünmektedir. Özellikle II. Ramses bu sözde (!) zaferlerini Abu Simbel’de taş anıtlara abartılı bir şekilde resmettirmiştir. Ebedi Antlaşma ve Gümüş Antlaşma olarak da bilinen Kadeş Antlaşması her iki tarafı da tehdit eden güçlerin ortaya çıkması nedeniyle imzalanabilmiştir: Mısır için denizci kavimlerin saldırıları Ve Hitit Krallığı için de Doğudan yükselen Asur gücünün ontolojik bir risk taşıması.
Ortadoğu’daki kadim denklemlerin bir kısmı cebirsel ifadelere bir kısmı da geometriye benzerler. Yani Ortadoğu içinde bölünmeler, çatışmalar, sorunlar kendi iç dinamikleri ve iç hesapları ile oluştuğu gibi çoğunlukla dış muharrik nedenlerle beslenir ve akut düzeye çıkar.
Antik tarihin bu savaşında bile Ortadoğulu güçlerden söz edemiyoruz. Savaşan her iki güç de Ortadoğu’ya sınırdır. Zaten Mısır kelimesi Arapçada bizatihi “Sınır bölgesi ya da eyaleti karşılığında kullanılmaktadır. Bu ad Tevrat İbranicesi’nde, Aramice ve Arapça’da Mısıra verilmiştir. Çoğulu “Amsar”dır. (Ortadoğu; Bernard Lewis; 2016; 12. Baskı; Arkadaş Yayınları; Sh. 73). Diğer yandan o çağda bile Ortadoğu’nun periferisi küresel etkilerden azade değildir.
Çağlar geçtikçe bu dış çeperler ve güç merkezleri ile ilişkileri artacaktır. Ayrıca ticari ilişkiler çoğunlukla rekabete, ardından savaşlara, savaşlar da farklı formlarda hakimiyet mücadelelerine dönüşecektir.
PERS VE ROMA SAVAŞLARI
Batı ve Doğu arasında önceden beri toprak ve hakimiyet savaşlarının olduğu bilinmektedir. Ancak, Roma ve Pers savaşları Salt toprak ya da hakimiyet savaşları değildir. Ortadoğu’daki bölgeler veya devletçikler daha uzak merkezlerden gelen ve daha uzak merkezlere giden ticaret mallarının ve değerli karşılıklarının (Çoğunlukla altındı) taşındığı güzergah savaşlarıydı. Bu güzergah savaşlarının en fazla etkilediği bölgelerden birisi de Ortadoğu bölgesiydi. Batı ve Hindistan ve Çin ticaret yolunun merkezinde Persler bulunuyordu. İran coğrafyasındaki enlemesine derin vadilerden geçen kervanlar Doğudan Batıya Hint ve Çin malları taşımaktaydılar. Bu görece en uygun güzergah idi. Ancak, Perslerin veya Sasanilerin Romalılar veya Bizanslılar karşı bu ticaret yolunun kontrolünü kendi ellerinde tutma çabaları Romalıları başka alternatif güzergahlar aramaya itmişti. Bu alternatif güzergahlar basitçe Kuzey ve Güney hatlarında bulunmaktaydı. Ancak, burada bir sorun vardı: Kuzey güzergahı devasa bozkırlardan geçiyordu; üzerinde ise savaşçı, sert vahşi tabiatlı Türk unsurları yaşamaktaydı. Güney güzergahlarının geçtiği bölgelerde sert ve haşin tabiatlı, sürekli kendi aralarında çatışan, ama yabancı istilalarına karşı birleşen, savaş yapmaktan zevk alan dağınık bedevi Arap toplulukları bulunmaktaydı. 4. Yüzyıl Romalı tarihçi Ammianus Marceilinus kuzeydeki bozkır halkları için “Tüm bu bölgelerin halkları vahşi ve savaşçıdır.
Çatışma ve savaş onlara öyle keyif verir ki, onların gözünde savaşta ölenler en mutlu kişilerdir. ” Aynı tarihçi Güneydeki çöl halklarını ise “Ne dost ne de düşman olarak arzulayabilğimiz Araplar” sözleriyle anlatmıştır. (Ortadoğu; sh. 51). Bu durumda, büyük isyanları bastırma dışında büyük güçler bu bölgelerde devlet kurmadan ziyade Bölgede uydu devletçikler eliyle çıkarlarını korumayı yeğlemişlerdir. B. Lewis buna Gassan ve Hire Arap beyliklerini örnek göstermektedir. Bugünkü Ürdün taraflarındaki Gassan Beyliği Bizans’ın bir uydu devletçiğidir, Gassan Beyi 527’de Patrici ilan edilmiştir; Hira Beyliği ise Persler'in uydu devletçiğidir. Halbuki Gassan ve Hira Beyliklerinin ikisi de Araptır, Arami kültürüne sahiptir, ikisi de Hıristiyanlık. Keza Pers engelini aşmak için Roma ve takiben Bizans Kuzey bozkırlarındaki Türk toplulukları ve devletleri ile temaslarını devam ettirmişlerdir. Hatta bu bölgedeki bir Han ile yapılan görüşmede Bizans’ın çoklu ilişkilerine değinen Han parmaklarını ağzına alarak açıkça şöyle demiştir: “Sen bir aldatmasına on tane dili olan Romalılardan değil misin? Şimdi ağzımda olan on parmağım kadar dilin var senin, birini beni ötekini Avarları kandırmak için kullanıyorsun… Kurnaz sözlerle ve hile yaparak herkesi aldatıyorsun… Ama bir Türkün yalan söylemesi tuhaf olur ve görülmemiştir de… ” (Ortadoğu; 58).
Yine Persler'in baskısından ticaret güzergahını korunmak için Yemen’de Kızıldeniz kıyılarında musevi kolonileri ve bazı küçük devletçikler Roma tarafından desteklenmişlerdir.
Mesela Sina Yarımadasının güney köşesinin açıklarındaki Tiran Boğazının ortasında yer alan Yotabe denilen küçük Tiran adasının tüccar olan Musevi halkı bazen çatışmalarına rağmen Bizans imparatorluğu tarafından kontrol altına alınmış ve Gassan Beyliğine bağlanmıştır. Ancak 525 yılında Kızıldeniz’in güney ucunda Himyeri kralı Museviliği seçmiş, Pers Krallığı bağlısı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu konsept o dönemdeki Pers ve Bizans krallıklarının mücadelesinin bu bölgedeki izdüşümünü net vermektedir. Vakıa bu durumdan,
18 yıl önce gerçekleşen başka bir büyük olay dikkati çekmektedir. Perslerin Arabistan Yarımadasının bu bölgesindeki etkilerini kırmak için Bizans Habeşistan İmparatorluğu ile ittifak kurmuştur. Ancak, Habeşler yarımadanın bu bölgesinde kısa süreli Hıristiyanlara açık bir yapı oluşturmayı başarmışlarsa da bunda başarılı olamamışlar, 507 yılında Yemenden kuzeye giden kervan yolu üzerindeki Mekke’ye saldırılarında zafer kazanamamışlardır. Peygamberimizin (asm) ilk yıllarında Yemen bir Pers Satrap’ının yönetimindeydi. Özellikle son yıllarda bölgede yaşanan Husi müttefikleri ile Suudi Arabistan ve tabi ki ABD arasında yaşanan savaşlara ve bombardımanlara baktığımızda tarihin 15 yüzyıldır nasıl da aynı jeopolitik pozisyonunu koruduğunu görmek mümkündür.
Yukarıdaki durumu derinlemesine tahkim ettiğimizde Bizans’a benzer politikayı Persler’in de uyguladığı anlaşılmaktadır. Bugüne tezat durum ise Kızıldeniz üzerindeki iki Musevi devletçiğinin de Pers Krallığı ile müttefik oluşlarıdır.
Ortadoğu’yu bir bakıma İpek Yolunun bir bileşeni, güzergahın uzantısı sayarsak Ortadoğu’daki güç değişimlerinin İpek Yolu güzergahındaki değişimlerle ilgisini kurabiliriz.
İpek Yolunu iyi anlatanlardan biri olan Peter Francopan aynı ismi taşıyan kitabında (İpek Yolu: Alternatif Dünya Tarihi; Pegasus Yayınları; 2018) güzergah üzerinde sadece ticaret mallarının almadığını epik bir dil ile anlatır. İpek Yolundan sadec ipek kumaşlar, porselenler, Roma altınları değil, kültürler, diller, dinler, krallar, devletler de akmaktadır. Doğudan Batıya ve Batıdan Doğuya, Kuzeyden Güneye ve Güneyden Kuzeye, Karalardan denizlere ve denizlerden karalara tüm bu akışların girdaba dönüştüğü bir coğrafyadır Ortadoğu. Ve Ortadoğu bugün de aynı şekilde başta kendisini ve periferisini yutan bir girdaptır.
Ortadoğu tarihin antik dönemlerinde beyindeki amigdala gibidir. Zamanın getirdiklerine karşı ani cevaplar üretilen bir bölgeyi ifade eder. Hatta bu cevaplardan bir kısmı semavi’dir.
Cevapları ve mesajları taşıyanlar peygamberler, resullerdir. Hatta en çok peygamberin bu bölgede çıkması da belki böylesi bir hakikate müstenittir. Diğer yandan Ortadoğu sadece mistik veya semavi inançların değil, son derece seküler düşüncelerin, kültürlerin ve politikaların da döl yatağıdır. Semavi inançların zıt simetrilerini, pagan inançları, dinler arası ilişki geçişlerini, seküler düşünceleri, son derece naturalist şiirleri en uç halleriyle görmek mümkündür. Bu yüzden günümüzde Ortadoğu’da herhangi bir formda ve herhangi bir araçlar manzumesiyle var olmak isteyen güçlerin bunu dikkate almaları elzemdir. Saf Allah inancını benimseyen selefi bir Suudi Arabistanlı alimin kendisine bu Dini tebliğ eden Peygamberimiz’e (asm) karşı 21. Yüzyılda bile “Kabileler arasında üstünlük savaşını haşa O (asm) başlattı” demesi Ortadoğu’nun karanlık labirentlerinden biridir. Bu açıdan baktığımızda Ortadoğu beynimizdeki kalıcı hafıza kortekslerinin bulunduğu bölüme de ne kadar benzemektedir.
Bugün Ortadoğu’nun iç bölgelerine ve periferisine baktığımızda sadece İslamiyetin değil, Yahudilik ve Hıristiyanlığın kadim mekanları ve yapıları ve toplulukları da bulunmaktadır.
Küçük bir Ortadoğu beldesinde kadim bir lisanın konuşulduğuna (Suriye’de İncil Aramice’sinin konuşulduğu köy gibi, bugün ne durumdadır bilemiyorum) şahit oluruz. Bu durumun periferide az bilinen diller ve medeniyetlerin bıraktığı miraslar şeklinde var olduğunu görebiliriz. Bugün yanmış yıkılmış Beyrut başta olmak üzere Lübnan şehirlerinde ve beldelerinde, deprem ile toprak altına göçmüş Hatay’da tarihi kadim kalıntıların değil, bizatihi insanlarının, yemeklerinin, dillerinin, kültürlerinin hala canlı bir hayat yaşadıklarını görebilirdik. Bugün yine çok az insan Irak'taki entelektüel yahudi topluluğunu bilir. Yahudi tarihçi ve İngiliz siyasetçi Elie Kedourie (1926- 1992) bu topluluğun mensuplarından biriydi.Son yıllarda açığa çıkarılan arkeolojik zenginlikler sadece tarihi değil, düşüncelerimizi ve inançlarımızı etkileyecek düzeydedir (Göbeklitepe/ Urfa). Daha yakınlara geldiğimizde Bugünkü Suriye’nin bazı bölgelerinde hala Selçuklu dönemine ait yerleşim birimlerinin olduğunu tespit etmek ilginçtir. Bilimin gelişmesiyle farkettiğimiz yeni bilgiler ise ürperticidir.
Mesela 06 Şubat 2023’te Güney bölgelerimizde bir hat üzerinde yaşadığımız büyük depremlerin gerçekleştiği fay hatlarının Lut kavminin helakına sebep olan depremlere (MÖ
1880) güney ucunun ölüdeniz fay hattıyla sonlandığı bilgisi bu türdendir. Velhasıl Ortadoğu sadece siyasi ve askeri çekişmeler e açısından değil, kültür ve tarih ve inançlarımız açısından da her köşesinde zengin malzeme ile doludur.
Ortadoğu’nun Genişlemesinin Yarattığı Riskler Bugün klasik Ortadoğu tanımlarını. Ötesinde yeni bir Ortadoğu ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bunun nedeni teknoloji, ticaret, küresel askeri politikalar gibi vektörlerin son derece önem kazanmış olmasıdır. Ortadoğuda olan olayların New York, Londra , Paris, Madrid gibi küresel metropollerde yankı ve yansıma bulması bu yüzdendir. Bunun bir de tersi bir durum söz konusudur. Bu küresel metropollerin de Ortadoğu’da ciddi izdüşümleri bulunmaktadır. Son yüzyılda gerçekleşen büyük göçlerin iklim krizi ve kuraklık, siyasi ve sosyal krizler nedeniyle son yıllarda daha büyük kitlesel mahiyet kazanması Ortadoğu milletlerinin dünyanın dört bir yanına dağılımına neden olmuştur. Bu da Ortadoğu’nun küresel merkezlerde daha çok var olmasını sağlayacaktır.
Konuyu çok uzatmadan sadece güç mücadelesi ve çatışmaları açısından önemli olanları dikkatinize sunmak istiyorum. Kadim zamanlardaki Ortadoğu’da olduğu gibi Modern zamanlardaki Ortadoğu’da da ticaret güzergahları savaşları devam etmektedir. Bugünkü savaşların sadece çapı artmıştır, küresel nitelik kazanmıştır. Tıpkı kadim Ortadoğu'da olduğu gibi din, ırk, kabile aidiyetleri asimetrik ve dağınık bir şekilde durumsal araçlar olarak kullanılmaktadır.
Ortadoğu’nun genişlemesi bazı yönlerden olumludur (Gazze soykırımına küresel metropollerde tepki gibi) ancak özellikle küresel güçlerin ekonomik, siyasi ve askeri müdahalelerine yol açması Türkiye dahil bölge ülkeleri için olumsuzdur. Ekonomik müdahalelerde ABD başta olmak üzere büyük güçler gerek ticari gerekse hammadde kaynaklarının aslan payını almak istemektedirler. Eşit paylaşıma veya özellikle günümüzde bölge ülkelerine de pay vermeye hiç olumlu bakmamaktadırlar.
ORTADOĞU DENKLEMİNDE YAHUDİLİK
Bugün Ortadoğu'da barışa ve medeniyete en büyük engeli ve riski oluşturan İsrail devleti ve Siyonizm belasıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu sorunun tarihsel ve ontolojik kökenleri olduğu kadar bugün Amerika gibi büyük devletler başta olmak üzere birçok gücün de saldırgan ve bölücü politikalarıyla ilişkilendiği görülmektedir. Ayrıca, Kuzenleri olan Araplar başta olmak üzere diğer Ortadoğu halkları ile olan ilişkileri de ilgi çekicidir. Bu konuyu iki başlık altında analiz etmeye çalışacağım.
Ortadoğu’nun İç Denkleminde YahudilikOrtadoğu’da müstakil ve savaşçı ve iyi donatılmış bir yahudi devletinin olmasıyla denklemi bütünüyle etkilemektedir. Bu devletin ABD’nin sınırsız desteğine ve küresel alana dağılmış yahudi diasporasının büyük bir kısmının maddi ve beşeri desteğine sahip olduğunu hesaba katmak gerekir.
Geçmiş yıllarda İsrail’in nüfus problemi ile karşılaşacağı yönünde bazı düşünceler vardı.
Ancak, zaman içinde yaşanılan tecrübeler Ortadoğu içinde bölgesel yahudi topluluklarının olduğunu bize göstermiştir. İsrail’de ikinci sınıf sayılsalar da Etiyopyalı Falaşalar, Faslı Mizrahiler, Yemenden getirilen Yahudi topluluklar ihtiyaç duyuldukça İsrail'e getirilmişlerdir.
Bunun yanında bazı Ortadoğu ülkelerinde yahudi azınlığı mevcuttur. Yahudiliğin anneden geçtiği yolunda bir ilke vardır. Ancak, bunun mutlak bir ilke olmadığı açıktır. B. Lewis de eserinde bunu ifade etmektedir. Eski Dünyanın İpek Yolu, Avrupa’nın Güney ve Kuzey Ligi şehir devletlerinde kavimden bu yana Yahudi azınlıklar yaşamıştır, bunlardan büyük kısmı bulundukları toplumlara karışmışlardır. 1960’lı yıllarda Suriye’de yaşanan Elie Cohen vakasında casus tespitinin uzun zaman yapılamamasının nedeni Elie Cohen’in Mısırlı bir Yahudi olarak Arap toplumuyla da kaynaşabilir bir profilde olmasıdır. Vakıa Araplar ve Yahudilerin kuzen olduklarını unutmamak gerekir.
Bunun dışında İsrail Ortadoğu devletlerinden müttefikler edinmiş durumdadır. Ayrıca, Ortadoğu’daki ulus devletlerin ya da istikrarsız bölge hükümetlerinin yanlış politikalarından dolayı azınlık bileşenlerinin güvenlik ve gelecek endişesi onları İsrail’e yaklaştırmış bulunmaktadır.
ORTADOĞU’NUN DIŞ DENKLEMİNDE YAHUDİLİK
Ortadoğu’nun küresel planda genişlemesi ve küresel güç merkezlerinin de Ortadoğu’ya yoğunlaşması bizi İsrail dışındaki yahudi azınlık gruplarına dikkat etmeye yönlendirmektedir.
Daha önce bahsettiğimiz Elias Canetti’nin dünya üzerindeki yahudi topluluklarının profillerini analiz eden Kitle ve İktidar kitabındaki Yahudiler başlığı altında dünya genelinde her biri farklı dinlerde, ideolojik gruplarda farklı farklı bölgelerde yer alan yahudi toplulukları çok dikkat çekicidir.
Bugünkü sahip olduğumuz veriler ışından bakarsak, ırk ve kültürel olarak yahudilik hem Ortadoğu hem de periferisinde ciddi etki sahibidir. İsrail’in kurulmasından sonra büyük bir göç olsa da Rusya ve Avrupa yahudilerinin bir kısmı her ülkede farklı oranlarda olsa da yerlerinde kalmışlardır. Bugün mesela Batı Rusya topraklarında hala güçlü yahudi azınlık grupları mevcuttur. Ayrıca gerek Rusya gerekse eski Sovyet Cumhuriyetleri içerisinde önemli sayıda yahudi Oligark mevcuttur. Yine daha önceki yazılarda bahsettiğimiz gibi İsrail devlet olarak yüzyılın müttefikini engaje etmiştir, bu müttefik ırken ve jeopolitik olarak fevkalade
kıymetlidir: Azerbaycan. Ayrıca Karadeniz’in kuzeyinde ve özellikle Baltık Cumhuriyetlerinde geleneksel yahudi azınlıklar mevcuttur. Bazı Türk Cumhuriyetleri ile SSCB'nin dağılmasından sonra işbirliği kuran ve yapıcı ilişkiler kurmaya çalışan Türkiye’nin yanında İsrail’i saymak gerekir. Ne yazık ki, ülkemizde bazı siyasi değişimler ve olaylar nedeniyle Orta Asya politikamız birkaç defa değişmiş, hatta bazı ülkelerle büyük oranda ilişkilerimiz gevşemiş durumdadır. Ancak, İsrail ilk günkü projesi ne ise onu bugüne kadar devam ettirmiştir. Şu veya bu şekilde devamlılığın meyvelerini bugün almaya başlamıştır.İçinde yaşadıkları topluma milliyetçi düzeyde entegre olmuş yahudi topluluklar da vardır. İlgi çekici bir örnek olarak Birobican Uzakdoğu Yahudi Oblastını verebiliriz. Büyük kısmı SSCB’nin dağılmasından sonra Almanya ve İsrail’e göç etse de hala bu Oblast’ta yaşayan bir Yahudi nüfus mevcuttur. Birobican’da ördükleri kazakları satarak Ukrayna’da savaşan Rus gençlere paralarını gönderen yaşlı Yahudi kadınlarını bir belgeselde görmüştüm.
Dünyanın birçok ülkesinde şu veya bu şekilde var olan yahudi diasporası dikkat çekici bir şekilde özlerini korumaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki, put kırıcı İbrahimi dinlerin ilki olan Yahudilik (Rönesanslar; Jack Goody; İş Bankası Yay./ 2023) baskın karaktere sahiptir.
Sadece dini kuram ve fıkıh olarak değil, binlerce yıl devam eden bir kültür olarak başat karakterdedir. Ne yazık ki bugün bu kültürün İslam ülkelerindeki toplumlarda bile farkında olmadan yaşamaya devam ettiğini gözlemlemekteyiz.
İlk çıkış noktası olan ve el’an da yan yana yaşanılan Ortadoğu’da kültürlerin ve inançların özlerini ve özgünlüklerini korumaları oldukça güçtür. Özellikle İslam ve Musevilik fıkhının birbirlerine benzer çok hükümleri olması nedeniyle İslam alimlerinin bir İsrailiyat duyarlılığının olduğunu müşahede ediyoruz ki elhak doğru bir tutumdur. Vakıa “Benzememe” ilkesine riayet etmenin ne denli önemli olduğunu bu çerçevede daha iyi idrak etmekteyiz.
Hıristiyanlık ile ilişkileri ise kitapların birbirinin ardını olmasından dolayı çok sayıda müşterek husus bulunmaktadır. Bu yüzden felsefe, edebiyat ve sanatta iki dinin sembolleri, ilkeleri, vb bir arada bulunmaktadır. Ancak, Hıristiyanlık ve Yahudilik fıkhı birbirinden ayırt edilir farklılıklara sahiptirler.
KENDİNİ DOĞURAN ORTADOĞU
Ortadoğu’nun geleceği ve bugün içinde bulunduğu olumsuz şartlardan nasıl çıkacağı konusunda neler söyleyebiliriz? Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, eğer tarihte çok defa görüldüğü gibi Ortadoğu’da harici süper güçlerin politikaları doğrultusunda sınırlar çizilecekse bunun Ortadoğu denkleminin çözümüne büyük bir katkısı olmayacaktır. Üstelik beklenmedik dini, etnik ve kültürel nedenlerle çatışmalar, savaşlar yaşanacaktır.
Ortadoğu’nun kendi iç dinamikleriyle ayağa kalkması ve bir bölgesel barış düzeni kurulması fikri güzel olmakla birlikte çok naif görünmektedir.
Eski ifadesiyle celbi menafi ve defi mefasid (iyiliklerin işlenip, kötülüğün def edilmesi) eylemlerinin ikisinin de eş zamanlı yapılabilmesi elzemdir. Yani Ortadoğu’nun bize yakın ülkeleriyle işbirliği ve ittifak; Ortadoğu’nun çıbanbaşı (İsrail) ile mücadele edebilecek bir Müslüman gücün ortaya çıkması gerekmektedir. Hiç eğip bükmeden söyleyelim ki, bugün böyle bir ekonomik, askeri, kültürel ve siyasi bir güç yoktur, behemehal inşa edilmelidir. Bu büyük gücün genetik kodlarını belirlerken ve ana siyasetini inşa ederken yazımızda yer alan tarihi ve güncel malzemeden ve perspektiften yararlanılması dileriz. Keşke içimizdeki manasız ve faydasız Ortadoğu’ya has girdaplardan kurtulup dışımızdaki dünyaya bakabilsek!
Mehmet Ali BAL
Yorumlar5