Doğu’da yoğunlaşan güçlerin yıldızlar karması (Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası)
- GİRİŞ21.04.2025 09:18
- GÜNCELLEME22.04.2025 10:16
Hemen baştan söyleyeyim, maksadım Ortadoğu’nun nasıl tasarlandığını, hangi savaşlara yataklık yaptığını içeren bir tarih metni yazmak değil. Birinci Dünya Savaşı öncesinden itibaren hem bu zaman dilimini hem de Ortadoğu sahasını bir sahne ve dekor olarak kullanarak, büyük güçlerin siyasi ve askeri istihbarat alanında savaş kadrosu zenginliklerini anlamaya ve mukayese etmeye çalışacağım. Bu dönem hem büyük acılarımızın, büyük toprak kayıplarımızın, yenilgilerimizin tarihini oluşturduğu için olayların genellikle künhüne vakıf olma isteğimizin önünde bir bariyer oluşturmuştur. Savaştan sonra ise en azından yaralanan onurumuzu tamir edecek bir zafer metaforu gerektiği için yine dönemin saha realitesine dikkatli bir bakış gerçekleştirilememiştir. Savaş kazanılsa kahraman olacak figürler savaş kaybedildiği için ya hain ya da liyakatsiz olarak anlatılmış; ağır yenilgilerimize mümkün olduğunca bizi üzmeyecek sebepler icat edilmiş; ama bir türlü olayların gerçekliğine ve insanların gerçekliğine dair odaklanmaya zaman kalmamıştır.
Ortadoğu’da harekatta bulunan Osmanlı Ordularının muhaberelerinden tam olarak haberdar değiliz. Bazı merkezi kurumların, mesela Genelkurmay istihbarat dairesinin evraklarından ciddi bir yekün tutacak şekilde devletimiz korumasında bulunmaktadır. Ancak, orduların yerel karargahlarında tutulan bilgiler, yazışmalar, raporlar o kadar eksiktir ki! Mesela Yemen Ordumuzu başındaki Müşir Ahmet İzzet Paşa dönemin askerlerinin bilgisine çok saygı gösterdiği bir mareşaldir. Ancak, yerel karargahının içindeki mütalaaları, planları, muhabereleri, vs neredeyse elimizde hiç yoktur. Ortadoğu’da yüzyılın başında meydana gelen olayları, savaşları ve bunlar nedeniyle bölgeye akan insan selini niçin bilmek istiyorum? Sebebi çok basit. İlk olarak bölgeye hangi güç ne önem veriyor sorusuna cevap arıyorum. Balkan Savaşı komutanlığı için aday gösterilen. Ahmet Şevket Paşa gibi üstelik Irak asıllı bir Paşa Basra Körfezinde bir adacık üzerinde İngiltere ile yaşanan bir kriz nedeniyle, işe yaramaz bir kayalık için İngiltere ile savaşamam diyordu. İngiltere ise kömürden petrole dönüştürdüğü donanma enerji hammaddesi için Irak, Kuveyt, Bahreyn petrolleri için çoktan işgal planlamalarını yapmıştı. Bugünden baktığımızda bölgeye ve bölgenin farklı sahalarına rakip güçlerin her birinin farklı anlam verdiğini anlamaktayız. Tabi ki yerel halkın da anlayışları eskisi gibi değildir. Devlet, hilafet, din, vb esaslı konularda ciddi ayrışmalar başlamıştır. Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a Şam’da bir sinemada Osmanlı Ordusunun Mısırdaki bir harekatını (Mısırlı müslümanlara saldıran ve kadınlara tacizde bulunan İngiliz askerlerini men eden kahraman Osmanlı askerlerinin müdahalesini içermekteydi) propaganda maksatlı izlettiren Cemal Paşaya “Paşam madem bu kadar güçlüsünüz niçin beni ve babamı askere almak istiyorsunuz?” diye sormuştur.
Mesela İstanbul Berlin’in de etkisiyle hilafet makamını korumak için dünya müslümanlarına cihat fetvası yayınladığında, Şerif Hüseyin ve oğulları bizatihi kendileri hilafet makamını elde etme hayalleri ve hırsı ile doluydular, Osmanlı otoritesine bağlı görünürken bile İngilizlerden parasal destek almaktaydılar. Bu öyle acı bir şeydi ki, o güne kadar alışılan mukaddes ve idari düzeni bozmaktaydı. Özellikle finansman kapasitesi bırakalım rakip güçler arasındaki ilişkileri bizatihi müttefik güçler arasındaki ilişkileri de biçimlendirmekteydi. Bir Osmanlı-Alman müfrezesinin savaş faaliyetlerinde kullanacakları parayı yanlarında götürürken Cemal Paşanın Alman komutana paranın sarfiyatı ile ilgili emir telgrafı çekmesi üzerine O’na bağlı olması gereken Alman subay “Paranın hakiki sahibi Prusya Devletine sormak gerekiyor” demiştir.
Büyük güçlerin bölgeye bakışlarını etkileyen petrol dışında coğrafi kapsamlarını da saymak gerekir. Şöyle ki, Osmanlı yönetimi açısından bölgeye İstanbul’a bağlılığı açısından bir önem taşımaktadır. Ancak, mesela bir İngiltere için Ortadoğu Hindistan ve Uzakdoğu’daki ve Afrika’daki İngiliz sömürgeleri açısından önemli bir bağlantı noktası ve bu dış bölgelerle ilişkilidir. Nitekim Şerif Hüseyini Halife olmaktan mahrum bırakan İngiltere’nin Hindistan Genel Valiliğidir. Bu durumun yol açtığı diğer farklılık ise bölgedeki Osmanlı orduları ve idaresi sadece imparatorluk içindeki insan kaynağını istihdam edebilirken, İngiliz, Rus ve Fransız ordularında sömürge imparatorluklarının zengin insan kaynağı istihdam edilmiştir. Ki bu sömürgelerin içerisinde müstakil mülkiye ve harbiye gibi kurumlara sahip Hindistan Sömürge İmparatorluğu vardır.
Yıldızlar Karması
Savaş milletlerin ve devletlerin güçlerini aşırı düzeyde yoğunlaştırdıkları extrem bir süreçtir. Bu süreçte her güç en kıymetli kadrolarını savaş sahasına sürer. Bu yüzdendir ki, petrolün varlığının bilinmesinden sonra dünyanın büyük güçlerinin en kıymetli adamları Ortadoğu’nun başkentlerine akmaya başlamıştır. “19. Yüzyılın son günlerinde birdenbire Suriye, Mezopotamya ve İran otelleri farklı insanlarla dolmaya başladı. İngiliz, Hint ve Alman ordularının kurmay subayları, demiryolu mühendisleri, arkeologlar, böcek koleksiyonları ve kuş meraklıları farklı farklı kıyafetlerle dolaşıyor; üzerlerinde ise kelebek ağı, dürbün ve tabanca bulunuyordu” (Ortadoğunun Serüveni; 1898- 1926 yilları arasında Ortadoğu’daki siyasi ve askeri istihbaratın öyküsü; H. W. F. Winston; 1999 Çeviri. Fuad Davudoğlu, Risale Yayınları 1999). Şaşırtıcı şekilde Amerika’nın bölgedeki sivil faaliyetleri 1840’lardan sonra başlamıştı okullar, hastaneler, yardım kuruluşları, konsolosluklar, ticaret adamları üzerinden. Bölgenin bir anda küresel rekabet ve çatışmanın odak noktası olması bölgeye her devletten ve milletten ya nitelikli ya da macera ruhu yüksek insanların adeta hücum etmesine neden olmuştu.
Yüzyılın karakteristiği olarak Batı uygarlığının maddi anlamda ve organizasyonda anlamında rekabet edilemez bir dereceye yükseldiği görülmektedir. Dolayısıyla organizasyon unsurları arasındaki irtibat mesafesi kısa ve koordinasyon kabiliyeti çok yüksektir. Bu nedenle, askeri istihbarat dediğimiz zaman bugünün şartlarında izole bir askeri istihbarattan söz etmek mümkün değildir. Askeri ve siyasi istihbarat, ticaret, bilimsel araştırmalar, vb hepsi iç içedir. Bu kurumlar ve insan cangılını yönetmek için bölge ofisleri oluşturulmuştur. Eşyanın doğası gereği liderlik kapasitesi ve maddi iktidarı yüksek makam sahipleri etrafında yapılanan bu ofisler müstakil hareket yeteneğine de sahiptirler. Ta ki devletlerinin tamamını ilgilendiren karar alma süreçlerine gelinceye kadar. Mesela Kahire’deki İngiliz Dışişleri Bakanlığına bağlı Kahire Ofisi Lord Horatio Kitchener himayesindedir. Özel kalem müdürü albay Wingate Ofisin hayranlık verici yöneticilerinden birisidir. Hatta dönemi en iyi anlatanlardan biri olan David Fromkin Ofisin adamlarındaki yüksek niteliği bir zaaf olarak saymaktadır. Herşeyi biliyor kanısına sahip olmak insanı basit gerçekleri görmekten alıkoyar der. Ofiste genç bir teğmen olan Winston Churchill’in de bir ara çalıştığını vurgulayalım. Ortadoğu’yu etkileyen diğer bir ofis ise Hindistan Genel Valiliğinin karargahı içindeki koordinasyon ofisidir. Bilindiği gibi Kurt İngiliz politikacı Lord Curzon 1903’e kadar Hindistan Genel Valisidir. Lord Kitchener ile otorite çatışması yaşayacağı döneme kadar orada kalacaktır. Hindistan Genel Valiliği
Basra Körfezi ve kıyılarındaki gerçekleşen olaylarda etkilidir, söz sahibidir. Ancak, bölgesel ofisler kadar merkezi kurumların etkinliğini de vurgulamak gerekir. “Kırım Savaşından alınan ders Savaş Bürosunun topoğrafya ve istatistik Departmanının yükselmesini; Fransa - Prusya Savaşı da General ve Politikacılara orduların seferberliğinin hızlı ilerlemesi için güvenli istihbaratın gerekliliğini öğretmişti." (Ortadoğu Serüveni; sah. 16). Mısır ve Sudan’ın işgalinde de aynı ihtiyaç duyulunca 1887’de Askeri İstihbarat Yönetimi kurulmuş, başına da Hindistan ordusundan bir irtibat subayı getirilmiştir. 1906’da ise Askeri İstihbarat yeni Savaş Bakanlığı binasına taşınır. Askeri Operasyonlar 1, 2, 3 ve 4 departmanlarına ilaveten Askeri Operasyonlar 5 (Karşı casusluk, iç güvenlik, bugünkü MI5’ın nüvesi) ve Askeri Operasyonlar 6 (Diş görevlere gönderilecek sağlık subayları ile ilgili, bugünkü MI6’in nüvesi diyebiliriz) departmanları kurulmuştur (Ortadoğu Serüveni; sah. 17). Bu uzun iktibasları yapmamızın nedeni askeri istihbaratın artık müstakil çalışan, ordunun ya da diğer bakanlıkların bürokratik kademelerine takılmadan işleyen etkili bir kuruma dönüşüyor oluşunu vurgulamak içindir.
O dönemdeki İngiliz istihbaratının Türkiye/ İstanbul elçiliğindeki çalışanlara dikkat etmekte fayda vardır. Askeri ataşe Francis Maunsell, elçilikleri diğer ataşeler Marc Sykes, Aubrey Herbert ve George Lloyd, Maunsell’e bağlı olarak Anadolu’yu baştan başa gezen Albay Massy, donanma arkeologu Harry Prie - Gordon, mühendis yüzbaşı Smith’i saymak gerekecektir. Kahire Ofisinde ise çok iyi bilinen Ofisin en düşük rütbeli görevlilerinden T. Lawrence dikkati çekmektedir. Büyük Savaştan önceki İngiliz istihbaratının birçok faaliyeti meçhulümüzdür. İttihat ve Terakki Cemiyetinin büyük oranda Alman etkisine girdiği bir tarihte 2. Meşrutiyetten önce Selanik’te bir İngiliz istihbarat memurunun çektiği, öldükten sonra da özel eşyaları arasında çıkan bir fotoğrafı görmüştüm. Fotoğrafta Yüzbaşı Mustafa Kemal, Resneli Niyazi, vb 10’un üzerinde genç subay bulunmaktaydı. Her subayın üzeri numaralandırılmış ve isimleri altta yazılmış durumda idi. O tarihlerde İngiliz istihbaratının ordunun alt düzeyine kadar inmiş olduğunun maddi delilidir bu resim.
Dönemin Yabancı İstihbaratçı Profili
Dönem içinde Ortadoğu ve Türkiye’ye gelen istihbaratçıların yüksek ve farklı niteliklere sahip olduklarını belirtmek gerekir. Bunlar içinde kendisi soylu sınıftan olan Gertrude Bell, çölde Arapça seyahat edecek, Farsça gazeller okuyacak ve Dürzi liderlerle Fransızca Latince Vergilius’tan şiirler tartışabilecek nitelikte üst sınıf bir insandır. İngiltere’de üniversiteye bağışlanan fotoğrafları, belgeler, faaliyet alanı ve donanımını en iyi gösterir örneklerdir.
Dönemin istihbaratçıları çok disiplinli adamlardır. Bir kere çok dillidirler. İstihbarat yöntemlerini titizlikle uygulama becerisine sahiptirler. Her birinin birden fazla alanda uzmanlığı vardır. M. Sykes’ın Kürdistan Tarihini çok önemli bulur Mehmet Emin Zeki Beg. Fransız Picot harita mühendisidir. Bir çoğu siyaset biliminden haberdardır. Zamanın en yüksek teknolojik araç ve silahlarını kullandıkları ve yüksek bir finansman desteğine sahip oldukları için büyük bir özgüven sahibidirler. Bölgede Almanya’nın ise özellikle arkeolojik çalışmalar, tren yolları inşaatları, hastaneler, askeri danışmanlar üzerinden güçlü ve müstakil bir askeri istihbarat yapılanması oluşturduğu görülmektedir. Yahudi asıllı arkeolog Baron Max von Oppennheim Ortadoğu’daki saha keşifleri ve seyahatlerinden sonra Kayzerin istihbarat servisinin başına oturtulmuştur. İngilizlere benzer bir insan profiline sahip Alman istihbarat yapılanması tabiki İngilizlere has geniş Ortadoğu (Hİndistan'dan başlayıp Mısır’a kadar uzanan bölge) nosyonundan yoksundur. Bölgeye yönelik olarak Rusya’nın konsolosluk kurmak ya da askeri istihbarat subaylarından yararlanmak üzerine kurulu faaliyetleri ile Fransa’nın konsolosluklar, donanma, okullar, tüccarlar, teknik personel üzerinden faaliyetleri de artmaya başlamıştır.
Bizim İstihbarat Yapılanmamız ve Teşkilatı Mahsusa
Osmanlı Devletinin ise Sultan Abdülhamit döneminde daha çok kişisel bağlarla yürüyen, rejimi korumaya odaklanmış bir istihbarat yapısı vardır. Ancak, bu yapı modern ve müstakil askeri yapılarla rekabet edecek mahiyette değildir maalesef. Bir kere siyasi polis karakteri vardır. Teknik askeri istihbarat karakteri yoktur. İstihbaratta özellikle Büyük savaş sırasında teknik bilgilerin de kullanılmaya başlamasıyla bizim istihbarat zaafımız ordularımızın da zaaflarını artırmaya başlayacaktır. Ne yazık ki, Suriye’den aşağıya kadar olan Ordu birliklerimizin istihbarat faaliyetlerine karşı teknik ve kontr-espiyonaj açısından oldukça zorlandığını söylemek yerinde olacaktır. Biz de ancak 1913 yılında kurduğumuz müstakil askeri istihbarat teşkilatı Teşkilatı Mahsusa Harbiye Nazırına (Enver Paşaya) bağlı olarak bölgedeki güçlü rakipleriyle amansız bir savaşa tutuşmuştur.
İdari açıdan doğru bir yaklaşım benimsenerek farklı ülkelerde ve bölgelerde güvenli evler ve istihbarat ağları oluşturulmuş, faaliyetlerin yönetimi yerel istihbarat yöneticisine bırakılmıştır. Libya’da Kuzey Afrika Grup Komutanlığı uzun süre Enver Paşanın kardeşi Nuri Paşa tarafından; Fas müslümanlarına yönelik faaaliyetler tarafsız İspanya’da yapılanan istihbarat ağı Binbaşı Tahir Bey tarafından; İran faaliyetleri ise Yarbay Ömer Fevzi Bey tarafından yönetilmiştir. Rauf Bey başkanlığında bir Afganistan heyeti oluşturulduysa de bu fonksiyonel olmamıştır. Az ve yetersiz imkanlarla ve müttefikimiz Almanya dahil tüm diğer büyük devletlerle mücadele içinde yürütülen faaliyetler bölgesel olarak ciddi başarılara vesile olmuştur. İran’ı, Libya’yı, kısmen Rusya’yı bu kapsamda değerlendirebiliriz. Enver dışında ayrı bir otorite olan Talat’a bağlı çalışan Emir Şekip Arslan’ın Arabistan, Mısır, hatta Malay toplulukları, Ortadoğunun farklı yapıları içindeki çalışmaları da şâyanı dikkattir. Ancak, Bolşevizm İhtilali gibi büyük küresel etkilere sahip olaylar, düveli muaazamanın dayanılmaz gücü askeri istihbaratın tek başına yeterli olamayacağını göstermiştir. Bu konuya Azeri Ali Abbas isimli Teşkilatı Mahsusa gönüllüsü bir vatanperverin raporu yetkinlikle parmak basmaktadır. Bunların dışında bugün az bilinen İran Masası Müdürü Fuat Köprülü Beyi de anmak istiyorum. Ve Teşkilatı Mahsusa hakkında objektif bir değerlendirme yazan genç ve aydın bir subay olan donanımlı Süheyl İzzet Beyi özellikle yad etmek istiyorum. Teşkilatın Avrupa'daki Berlin Ofisini, Rusya içlerine yönelik çalışan Stockholm Ofisini de yad etmek gerekir…(Teşkilatı Mahsusa; Ahmet Tetik; İş Bankası Yayınları, 3 cilt).Askeri İstihbarat, Gizli Faaliyetler, Nişansız Kahramanlar Hakkında Son Söz Geçen zamanın bir kesitine dair anlatılanların bugünkü karşılıklarını düşünmeyi okuyucuların basiretlerine havale ediyorum. Emin olun bugün iç kavgalarımızdan odaklanamadığımız bu dünyada kıyasıya bir savaş hala devam ediyor. Geçmişteki aktörlerin izdüşümleri özellikle düşmanlarımız açısından bugün de var. Bizdekilerin izdüşümlerini de yine okuyucularımızın basiret ve fetanetlerine havale ediyorum… Ancak bir mukayese de zorunludur.
Bunun dışında, daha genel bir şeyler söylemek isterim son söz olarak. Konuşanların bilmediği, bilenlerin konuşmadığı bir dünyayı anlatmak çok zor. Bu tür faaliyetler mahiyetleri itibariyle zaten bilinmemesi gereken, zaman ve işlevi tamamlanınca suskunluk denizine atılması gereken faaliyetlerdir. Onları ancak çok derinliğine odaklanırsak fark edebiliriz. Bu yüzden büyük fedakarlık isteyen bir faaliyet alanıdır. Asıl sorun şudur ki, herkesin görmediği tehlikeleri görür, hayatınız pahasına çalışır, sonra da yaptıklarınızı siz dahil herkesçe unutulsun diye beklersiniz. Bu yüzden bir çok istihbarat gönüllüsünün yaşamı anlaşılmaz tutumlarla doludur. Bazıları hain ilan edilmiştir. Bazıları başarısız. Bazıları yoksulluk içinde ölüp gitmişlerdir Zenci Musa gibi. Bazılarına Allah kötü günler göstermemiştir, Mondros’tan önce İspanyol gribinden ölen Teşkilatı Mahsusanın uzun yıllar gizli kalan başkanı Ali Başhampa Bey gibi. Bazıları karakterlerine aksi biçimde susmuşlardır; genç yaşından beri Teşkilatı Mahsusa görevlisi Merhum Mehmet Akif gibi. Dönemin Batılı karşılıklarımızdan olmasa da zor şartlar içinde suradışı yeteneklere sahiptirler. Ancak bu yetenekleri ancak millet ve devlet savunması için kullanıma açık kalmıştır. Mal, mülk, şöhret edinme için kapalıdır bu yetenekler. Genetik olarak özveri üzerine doğmuşlar ve öyle ölmüşlerdir. Hepsini rahmetle anıyorum. Allah’tan bu satırların yazarı da bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da böyle bir istikamette yaşamak istemektedir duası ve niyazı budur.
Mehmet Ali BAL / Haber7
Yorumlar17