Zafer mi Hezimet mi?

  • GİRİŞ26.05.2025 09:22
  • GÜNCELLEME26.05.2025 09:24

Canlı şahidi olduğumuz olayların ayrıntılarını çok iyi bilme imkanımız olmasına rağmen paradoksal olarak olayların mahiyetlerini bütün keyfiyeti ile değerlendirme güçlüğünün olduğu bir gerçektir. Özellikle insanın kendi varlık ve bekası gibi devletin varlık ve bekasının da en uçtaki iki hali olan muzaffer veya münhezim olmak meselesi bazen asırlar sonra çözülebilen bir müşkile (Sorunsal- TDK) dönüşmektedir. Burada gerçeğe ulaşmayı engelleyen çok sayıda faktör söz konusudur. En başta, insanın özellikle de kudrete ulaşmış insanların gerçeği kendi ego ve kibri ile tanımlama gayreti gelmektedir. Özellikle insanlarda olduğu gibi devletlerde de var olan telafi mekanizmalarıdır. Özellikle büyük mağlubiyetler yaşadığı halde bunu kabullenemeyen insanlar yaşananları başka türlü tevil etmek istemektedirler. Devlet yapılarındaki telafi mekanizmaları ise daha güçlü çalışmaktadırlar. Zira bu alanda artık güçlü mekanizmalar söz konusudur. Bu mekanizmalar devlet bağımsız, karar verici vasfını kaybedince değil; ancak devlet ortadan kalktıktan sonra etkilerini yitirirler. Hakkaniyetli tarihçiler asıl tespiti ve hükmü inşa ettikten ve yazdıktan sonra hakikat anlaşılır.

KARDEŞ KAVGASINI ÖNLEYEN AKILLI SİYASET

Batu Han (1227-1255) Cuci Han’ın ardıllarına da bağlılık bildirmeye ve yıllık haraç göndermeye devam etmiştir. Dışarıdan bakıldığında bağımsızlığın ihlali olarak görüşülecek bu siyasi tavrın çok önemli bir nedeni vardır: kardeş kavgasına yol açmamak. Zira Batu Han döneminde Altın Orda Devleti Batıya ve kuzeye doğru genişlemiş, bir imparatorluk vasfı kazanmıştır. Birbirine bu kadar yakın devletlerin ve hanedanların oluşturdukları güçlü yapılar çoğunlukla tarihin en kıyıcı savaşlarını yapmışlardır. Zira iki taraf da eşit derecede güçlüdür.

Yaptıkları mücadele de güçleri nispetinde şiddetli, kıyıcı ve yıkıcı olmaktadır. Batu Han kendisi de Han olmasına, savaşçı bir ırkın evladı olmasına rağmen döneminin şartlarında garip gelecek bir tavrın temsilcisi olmuştur. Bu bir anlamda bağımlılık görüntüsünün altında devletin kurumsallaştırmış, genişletmiş, Rusya’da bugün bile hala varlığını devam ettiren bir miras bırakmıştır. Batu Han muzaffer bir hükümdar mıdır yoksa münhezim bir hükümdar mı? Sanırım tarih hükmünü vermiş, bu hükmün hakkaniyetini bugün bizler bile müşahade etmekteyiz…

Anadolu Selçuklu Devletini adeta yeniden kuran, şehzadeler ve beyler arasındaki çatışmaları bazen kılıç bazen de akıl ile çözen, gerek Batıdan gerekse doğudan gelen saldırılara karşı savaşarak sınırlarını genişleten, sekiz yıllık hükümdarlığında Anadolu Selçuklu Devleti'nin nizamını kuran Rüknettin Süleyman Şah’ın zaferlerini af ile taçlandırmasını ayrı bir mesele olarak işlemek lazımdır. 1196 senesinde Konya’da kendini hükümdar ilan eden kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev’i affeden, yeğenleri Alaattin Keykubat ve İzzettin Keykavus’a kendisiyle babaları arasında tercih hakkı tanıyan Rüknettin’in kazandığı zafer kadar affı ve bilgeliğiyle tek tasarrufuyla Anadolu Selçuklu Devletine üç büyük hükümdar kazandırmıştır.

Bu o kadar önemli bir stratejik kazanımdır ki, asıl Büyük Selçuklu İmparatorluğu tarihi taşıyıcılık rolünü nihai hedefine erişmeden sürdürebilmiştir. Ancak, Anadolu Selçuklu kendisinden sonraki Osmanlı Devlet Nizamı için daha irtibatlı bir taşıyıcılık rolünü ifa etmiştir. Elbette ki diğer beylerin, sultanların bu irtibat görevinde payları vardır. Ama Konya ovasındaki kuşatma sonrası Gıyasettin’in affedilmesi ve O’nu savunan Konya ahalisinin de müsamaha ile karşılanması tarihin ana hazinelerini taşıyacak üç devasa insan, üç hükümdar ve bir başkent için döl yatağı işlevini karşılamıştır. Savaşçı hükümdarın zaferi sonrasında döneminin zafer protokollerini benimsememesi zaferinden daha büyük zafer doğurmuştur.

KİMİ YAŞATTIĞINIZ KADAR KİMİ ÖLDÜRDÜĞÜNÜZ DE ÖNEMLİ

Bunun tersi de söz konusudur. Kara Yülük Osman’ın pusu kurarak önce esir aldığı sonra da öldürdüğü Kadı Burhanettin buna en açık örnektir. 1398’de öldürüldüğü haberini Hindistan seferini yapmakta olan Timur’a iletilince Timur ciddi olarak çekindiğini Hükümdarın öldürülmesinden dolayı çok sevinmiş, arık Anadolu Seferi için önünde engel kalmadığını düşünerek Hint Seferini yarıda kesip geri dönmüştür.

Bu hadiselerin akabinde de bilindiği üzere 1402’de Yıldırım ile Timur arasında Ankara savaşı cereyan etmiştir. Hem Anadolu darmadağın olmuş hem de Istanbul Fethi 50 yıl gecikmiştir. Kara Yülük Osman Beyin bu zaferi aslında kısa süre sonra gelecek büyük hezimetin ve yıkımın kendisinden başka ne olabilir? Bazen kimi yaşattığınız ve kimi öldürdüğünüz o kadar önemlidir ki!

BÜYÜK GÜÇ İNŞA EDEN KÜÇÜK GÜÇ UNSURLARI

Yaşatmak ve öldürmek derken Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunu hatırlatmadan olmaz. Anadolu’da Moğol işgali sonrası yaşanan otorite parçalanması ve katliamlardan sonra İran’da hala güçlü bir Moğol valiliği hüküm sürerken Anadolu’nun diğer bir ucunda küçük bir beyliğin gelişmeye başladığını görürüz. Beylikler ve beyler arasındaki çatışmalardan sonra en azından o statikten itibaren bir farklı uzlaşmaya şahit olur tarih. Batı ucunda Moğol valiliğinin dikkatini çekmeyecek bir şekilde yeni beylik adeta beylikler arası bir uzlaşma ile desteklenmeye başlar.

Siyasi olarak yaşaması için kollanır. Bizans üzerinde seferleri, gazaları desteklenir. İhtiyaç duyduğu nüfus ve toprak ihtiyacı önce yakın beyliklerden sonra da Doğudan gelen göçlerle sağlanır. Venedik’in en önemli ithal hammaddesi olan “Şap” Germiyanoğullarındadır (Kütahya), Germiyanoğlu Beyliği Osmanlı devletine entegre edilir. Germiyanoğlu merkezindeki ilim insanları da bu yeni güce entegre edilir. Ciddi bir askeri sivil bürokrasi ihtiyacı vardır. Karesioğlu Beyliği insan birikimi hiç yok edilmeden Osmanlı Yönetiminin muharip sınıfı olarak bu yeni küçücük uç beyliğine katılır. Bu yeni katılan muharip güç fetihçi güçtür. İsfendiyaroğulları ise gemicilik alanındaki birikimini ve silah yapımı için önemli olan Küre bakır madenini Osmanlılar’a kazandırır. Osmanlı’da dönemin kale fetihlerini kolaylaştıran topluluğun gelişmesinde Macar top ustalarının etkisi kadar Sinop kalesindeki topların örnek alınmasını da zikretmek gerekir.

Tabi ki Bu farklı üretim bilgilerini daha üst seviyeye çıkaracak olan Fatih’in dahi mühendisliğinde zirveye ulaşan Osmanlı topçu ustalarının ve mühendislerinin başarısını da işaretlemek gerekir. Bu kısmı daha da uzatmak mümkündür. Asıl vurgulamak istediğimiz şudur ki, kuruluş sonrası bazı beylikler kendilerinin sonaermesini iradi olarak kabullenerek yeni Osmanlı Gücünün yararına feragat ve fedakarlıkta bulunmuşlardır. Özellikle devlet alanında (Gerek devlet içinde gerekse devletler arasında feragat ve fedakarlıkta bulunmak bir yana güç çatışması daha ön plandadır) bu tür bir kararın ve tasarrufun tercih edilmesi diğer beylikler ve beyler için bir nevi tarih sahnesinden çekilmedir, hezimettir. Ama bu fedakarlık ve feragatın da etkisiyledir ki, dönemin zor şartları içinde altı yüzyıl devam edecek bir devlet yapısı kurulabilmiştir. Tarihin zafer ve hezimetlerinin dönüşümü açısından ilginç bir örnektir.

TERSİNE KELEBEK ETKİSİ

Başka bir örneği de İngiltere’nin birbirini denetleyen kurumlar ve yetkiler sistemi içinden verelim. Ülkeyi mutlak monarşi ile yönetmek isteyen Kral Charles ile İngiltere ve İskoçya parlamentolarından kendisi için sonsuza kadar sürecek vergi hakkı istemiştir. Bunun yanında dini ve siyasi alanda da mutlak otoritesini güçlendirici çalışmalar yürütmüştür. Nihayet 1642’de başlayan iç savaş 8 yıl devam ettikten sonra Kral Charles (I) önce esir alınmış sonra da parlamentonun halen devam edebilen üyelerinin ve yeni devrimin öncülerinin şiddetli isteğiyle idam edilmiştir.

1649 sonrası ise iç savaşın devamı olarak imparatorlukta bir kraliyet yanlısı avı başlamıştır. Bu şiddetli takibat ve kraliyet yanlısı soyluların idam edilmeleri, İngiltere içinden yeni kota Amerika’ya bir zorunlu göç başlamıştır. Bu göçün en önemli sonucu ise yeni kurulacak Amerikan Devletinin kuruluşu ve kurumlarının tesisinde İngiltere’den kaçarak gelen İngiliz soylularının çok büyük katkısının olmasıdır. Zira önceki alt düzey göçmenlerin aksine bunlar soyludurlar ve yönetmeyi bilmektedirler. Amerikan Devletinin önemli bir kısmının İngiliz olmasının da temelini oluşturmuşlardır.

Bu yeni devlet artık İngiltere’den bağımsız dinamik bir küresel güç olmaya evrilecektir. Bir an hayal gücümüzü kullanalım; İngiltere içindeki cadı avını tahayyül edelim, grup grup İngiliz kraliyet taraftarı soylularının Amerika’ya kaçışlarını düşünelim. İngiltere’de ise iktidarı tamamen eline alan “Yeni Model Ordunun” komutanı olan Olivier Cromwell’in mutlak zaferi dünyanın başka çok daha zengin ve büyük bir kıtasında yepyeni bir gücün takviyesini ve tesisini sağlamıştır.

BÜYÜK HAYALLERİ YIKAN ASKERİ MÜDAHALELER

Daha yakın bir tarihten örnek verecek olursak, 20-21 Ağustos 1968’de SSCB’nin liderliğinde dört Varşova Paktı askerinin (Önce 250.000 daha sonra ise 500.000’e ulaşan askeri birliklerle) Prag’ı işgali Alexandre Dubçek’in Prag Baharı Liberalizasyon Reformlarını durdurmuş ve Çekoslovakya Komünist Partisinin otoriter kanadını güçlendirmişti. Bu sert işgal Macaristan’a yapılan 1956 müdahalesinin adeta devamı gibidir. İmre Nagy’nin ve Macar devrimcilerinin sert bir şekilde bastırılmasından sonra Çekoslovakyalı siyasetçilerin hayalleri de görünürde ezilmişti. SSCB ve Varşova Paktının sekter üyelerinin istedikleri ve iradeleri bir kere daha sahaya yansımıştı. Halbuki Çekoslovakya ve Macaristan gerek üretim gerekse sosyal yaşam kalitesi bakımından Paktın ayrıcalıklı üyeleriydiler. İşte bu iki görece yetenekli topluluk kolayca cezalandırılmıştı. Bir kez daha politbüro ve yerel yetkilileri kolayca zafer kazanmışlardı. Bu kuşkusuz açık bir zaferdi. Ama gerçekte öyle miydi? KGB içindeki seçkin subayları bile ideolojilerine bağlılıktan uzaklaştıran bir müdahaleydi bu. Amin Maalouf’un da dediği gibi en başta Avrupalı sosyalistler olmak üzere dünya genelindeki sosyalist kesimler ve aydınlardaki ilk sadakat kırılması bu müdahaleler nedeniyle tetiklenmişti. Sosyalist aydınları derin bir karamsarlığa garketmişti askeri müdahaleler. Bunların derin etkilerini eğer bilseydiler, Moskova elitleri böylesi bir müdahaleyi düşünmezlerdi bile. Bu iki müdahale zafer görünümlü hezimetti aslında.

HEM DE MÜKEMMEL BİR HEZİMET!

Bu birbirine zıt sonuçlar içeren büyük ve model olayların analizini niçin önemsiyorum? Bugün yaşadığımız olaylar da tarihi olaylar gibidirler. Bir yüzü sağa bir yüzü sola bakan bir Roma Tanrısı vardır: Janus. Janus’un bir yüzünün şehre girenlere diğer yüzünün ise şehirden çıkanlara baktığı söylenir. Bir yüzünün geçmişe diğer yüzünün geleceğe baktığı yorumu da vardır. Aslına bakılırsa bu yorumların her biri anlamlıdır. Ben buna tarihin iç içe geçmiş iki anlamını da dahil etmek istiyorum. Her bir olayın birden fazla yüzü vardır, sonucu vardır. Zafer ve hezimet de Janus’un yorumuna dahildir. Olayların bir yüzü zafere diğer yüzü ise hezimete bakar. Büyük millet önderleri olayların arka planını görüp milletleri için hezimetleri zafere çevirebilen istisnai liderlerdir. Abisinin önünde saltanat iddiasında bulunmayacağı sözünü veren Gıyaseddin Keyhüsrev bu ağır mağlubiyet kabulünden sonra abisinin ardından tahta geçip, Anadolu Selçuklu Devletini adeta imparatorluk yapacak büyük bir dahi yöneticidir.

Tiemennan Meydanı’ndaki özgürlük ve reform yanlısı göstericilerin Çin Komünist Partisi güvenlik kuvvetleri tarafından katliama maruz kalmasından sonra iktidardan ayrılan Deng Xiaoping’in reformcu kişiliğinden ve politikasından ödün vermeyip, Çin İdaresine daha çok reform tavsiye etmesi, hatta bunun yoğun bir şekilde propagandasını yürütmesi böyle bir olaydır. Eğer Deng böyle yapamasaydı, Tiemennan katilamını yaptıran Çin Devlet Başkanı olarak tarihe geçecekti. Ancak, o dönemin Tiemennan göstericilerinin taleplerini karşılayamacağının ve ÇKP’nin de otoriter baskılarını engellenemeyeceğinin farkındaydı. Ancak, Başkanlığı bıraktıktan sonra tamamen reforma odaklanabilmiştir. Bu siyasi tutumu tarihte az rastlanan bir liderlik örneğidir.

BASTIRILAN AYAKLANMALAR VE BEŞERİ KAYNAĞI KURUTAN GÜVENLİK POLİTİKALARI

Bu alanda ilerlerken tarihimizden bir tezat örnek vermek istiyorum. Osmanlı Devletinin kuruluş sonrası Balkanlardaki ilerlemesinde o dönem bölgedeki hakim devletlerle yaptığı savaşlar vardır. Ama genellikle halk ve yerel toplumlarla anlaşma üzerine fetihler yapılmıştır. Bunun sonucu olarak Balkanlar’da sağlıklı bir Osmanlı İdaresi tesis edildiği gibi her iki tarafı dinamik nüfusu zayi olmamıştır. Ancak, özellikle Kanuni’nin son yıllarından itibaren başlayan ekonomik temelli Anadolu isyanlarında ciddi nüfus kırımı görülmektedir. Bu imparatorluğun 20. Yüzyıla kadar sürecek olan nüfus problemini doğuracaktır. Ayrıca, devam eden isyanlar ve ciddi bastırma harekatları sonucu hem devlet hem de millet yorulmuş, yıpranmış ve güç kaybetmiştir. Güçlerin teşekkülünde gördüğümüz ilginç bir tutum söz konusudur. Ana güce entegre etmek istenilen güçlerle ve o güçlerin toplumlarıyla daha müsamahalı bir ilişki söz konusu iken ana güç içinde yer alan topluluklarla ilişkiler aynı şansa sahip olmayabilirler. Bu hem ana güç hem de tali toplulukların liderlik yaklaşımlarıyla

doğrudan ilişkilidir. Tali topluluklar açısından ise başka güçlerin farklı vaatler ve küçük destekleri hüsnü kabule mazhar iken içinde yaşanılan ana gücün kalıcı ve kurumsal destekleri bile aynı derecede hüsnü kabule mazhar değildirler. Bu açıdan; güç bileşenleri içindeki çatışma çözümleri, varsa travma rehabilitasyonları ve sağlıklı endogene (Bünyevi) entegrasyon operasyonları çok daha zordur. Çağdaş ve uluslararası planda DDR (Disarmament Demobilization and Reintegration) programı teknik planda bir uygulama planıdır. Elbette bilinmesi gerekir. Ancak, bu teknik uygulama programından önce meselenin mühendisliği diyebileceğimiz “Siyasi proje” ana iskeletin lazımı gayrı mufarıkıdır. Ancak, bunun da yeterli olamayacağı açıktır. Siyasi entegrasyon proje inşasının harcı, malzeme kalitesi, malzeme mühendisliği, duygusal ve fikri rehabilitasyonu, vb konular önem kazanmaktadır.

Bu anlamda; Afyare Abdi Elmi’nin referans Somali’deki çatışma krizlerinin çözümleri bağlamında, uluslararası ortak modül operandi yanında Somali özelinde özel sosyal, tarihsel ve siyasal koşulları da yetkinlikle anlattığı kitabının sonunda referans aldığı Somalili Şair Muhammed 1. Warsame’nin (Hadravi) şiirlerinde kullandığı yapı ve harca dair, insan inşasına dair değerleri öne çıkarmaktadır. Hadrawi çatışma çözümünün altyapı araçları olarak 16 İslami değerden bahsetmektedir: “1. Adalet arayışı 2. İyilik yapma 3. İnsan dokunulmazlığı ilkesi 4. Eşitlik 5. İnsan hayatının kutsallığı 6. Barış arayışı 7. Bilgi ve akıl 8. Yaratıcılık ve yenilik 9. Affedicilik 10. Amellerin önemi 11. Bireysel mutluluk 12. Sabır 13. Cemaat ve vahdet 14. Ümmet kavramı 15. Katılımcılık 16. Çoğulculuk ile farklılık” (Somali: Kimlik İslami Hareketler ve Barış; Afyare Abdi Elmi; Açılım KitapTemmuz 2012; Tercüme Zekiye Baykul; sh. 203). Tabi ki mesele elbette bu kadar basit değildir. Saydığım üç ayrı çözümmüş araç demetinin aynı anda uygulanabilmesi gerekmektedir.

Ana hedef şudur ki, sorunları çözerken sorunlardan muzdarip olan hatta sorun yaratan beşeri zemini kurutmamak gerekir. Zaten rehabilitasyon ve tedavinin ana maksadı da budur. Uzun vadeli ve kalıcı bir zafer için insan malzemesinin korunarak çatışma çözümlerinin çok boyutlu çözümü gerekmektedir. Şunu da ifade edelim ki, her çatışma çözümü özgünlük içermektedir. Çünkü var olan krizler her toplumda farklıdır. Türkiye’deki durum ile Somali’nin o dönemdeki sorunları arasında boyut, derinlik, mahiyet farkı vardır. Burada sadece Türkiye için küçük bir sosyal ve siyasi laboratuvar deneyi olabilecek bir durumu sizlere sunuyoruz.

 NİÇİN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ SORUSUNU SORMAMIZ GEREKİYOR

Başta da ettiğim gibi canlı şahidi olduğumuz olayların ayrıntılarını çok iyi bilme imkanımız olmasına rağmen paradoksal olarak olayların mahiyetlerini bütün keyfiyeti ile değerlendirme güçlüğünün olduğu bir gerçektir. Yani zafer veya hezimet sorusuna hemen eş zamanlı cevap vermek mümkün olmayabilir. Zaferlerin bedeli olması kaçınılmazdır. İşte bu bedel bazen hezimetin yarattığı bedelden daha fazla olabilir. Savaş ve barış kararlarının rasyosu iyi yapılmalıdır. Özellikle seçilmiş travmaların yaşandığı toplumlarda seçilmiş zaferlerin tesisi o kadar da kolay değildir. Siyasi, teknik ve beşeri öze ilişkin çözümlerin üzerine odaklanmak gerekir. Kaba güç kullanımından kaçınılmasının nedeni yeni travmalar yaratması veya eski travmaları ve tabi ki tepkileri tahrik etmesi itibariyledir.

Diğer yandan, doğacak yeni çatışmaların zamansal ve coğrafi derinliğini tam kestirmek mümkün olmayabilir. Kayıpların boyutu ve ağırlığı zaferi bir anda hezimete çevirebilir. Bu açıdan sadece teknik alanda değil bu tarz sosyal çatışmalarda ve krizlerde de “Quantum Computing System” hassasiyetinde kısa ve uzun vadeli bir bir ölçme ve değerlendirme yapılmalıdır. İster matematiksel denklemde ister fiziksel vektörel sonuçlu bir problemde tek sonuçlu bir denklem düşünmek zihinsel işleyişi bozucudur. Zira her iki alanda da denklemlerin ve problemlerin hesaplanamayacak sayıda bileşenleri ve değişkenleri mevcuttur. Tek sonuçlu bir denklem empozesi tarihin en büyük güçlerinin bile çöküşüne neden olmuştur.

Özellikle Türkiye gibi çok fazla sayıda denge üzerinde duran bir gücün dikkate alması gereken çok fazla sayıda ve çok farklı denklemler, vektörler vardır. Bir zamanlar jeopolitik konumunun sağladığı avantajlar bugünün küresel güç mücadelesinde külfet ve risklere dönüşmüştür. Bu durumda birçok küresel krizin yansıdığı bir odak haline gelmiştir. 90’lı yıllardan itibaren Türkiye nüfuzunun erişimine açılan Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu denklemi ne yazık ki bu alanlardan büyük ölçüde geri çekildiğimiz günümüzde riskleriyle ve külfetleri ile varlığını sürdürmektedir.

Geçmişte Varşova Paktı ile NATO arasındaki nispeten istikrar kazanmış anlaşmalardan dolayı Türkiye üzerine en fazla İngiltere ve Almanya gibi Avrupalı güçler ile ABD arasındaki çekişmeler bizi etkilerken günümüzde küresel planda Çin gibi bir güç de devreye girmiştir. Türkiye ne yazık ki Orta Asya’dan çekilirken Çin Batı Asya (!) denkleminde süratle güç kazanmaktadır. Varşova Paktı ve NATO arasındaki anlaşmalar aşırı derece ihlal edilmiştir. Kaldı ki ABD ve Avrupalı ortaklar arasındaki kavga NATO ittifakını çatlatmıştır. Yeni durumda Türkiye geçmişteki Rusya Federasyonu ile aşırı bağımlı ilişkisi gibi riskli bir şekilde ABD’ye yanaşmış durumdadır. Bölgesel düzeyde Osmanlı bakiyesi Arap devletlerinde imparatorluk sonrası travmalar rehabilite edilmiş değildir.

Bu Türkiye’nin bölgesel sorunlara askeri müdahalesi için riskler doğurucudur. ABD Türkiye’yi hızla görsel bir şekilde araçsallaştırırken ekonomik, siyasi ve askeri olarak küçültmektedir. Bu da özellikle İngiltere’ye karşı Türkiye’nin pozisyonunu zayıflatmaktadır. Sadece İngiltere’ye karşı değil, Ortadoğu’ya artık sığmayan İsrail’e karşı da pozisyonu zayıflamaktadır. Özellikle Azerbaycan sadece bölgesel değil küresel planda da İsrail yanlısı bir güce dönüşmüştür.

Körfez ülkeleri ise finansal varlıklarıyla bölgede ön plana çıkmışlardır. Afrika kıtasındaki etkinliğimiz devam etmektedir. Ancak, Kürt üzerinde Çin devlet altyapı ihalelerinin güçlü müşterisidir. Rusya ise yeni askeri darbelerle iş başına gelen yönetimlerin askeri hamisidir. Mısır zaten geleneksel olarak Afrika ülkeleri üzerinde ciddi bir nüfuza sahiptir. ABD’nin istikrarsızlık içeren küresel politikalarına bir de Trump dengesizliği eşlik ettiğinden nasıl bir Afrika’yı da nasıl bir ABD müdahalesi bekliyor bilemiyoruz. İngiltere ise eski nüfuz alanlarına eski birincil Britanya İmparatorluğu sömürgeleri olan Avusturya ve Kanada üzerinden müdahil olmaktadır. Kısacası bu kıtada da denklem epeyce karmaşıktır.

Küresel planda Türkiye algısı yeniden tarafımızca değerlendirmeye muhtaçtır. Günümüzün küresel ve bölgesel dengelerinin, denklemlerinin yeniden kurulmaya başlandığı bugünkü durum karşısında, her zamankinden daha fazla neler kaybettiğimizin ve neleri kazandığımızın bilincinde olmalıyız. Eğer telafisi mümkün olmayan yapısal ve temelden kayıplar söz konusu ise durup düşünmemiz gerekir. Özellikle içinde bulunduğumuz şartlar çok bileşenli, çok kapsamlı iç içe geçmiş sorunların yaşandığı şartlardır. Bizi de aşan ama bizi büyük oranda etkileyecek çatışmaların yaşanabileceği bir denklemin içinde olduğumuz açıktır. Yukarıda sunduğumuz örnek ve model olayların merceğinden yeniden bir muhasebe yapmak yararlı olabilir. Farkında mıyız neleri kazandığımızın/ kazanacağımızın ve neleri kaybettiğimizin/ kaybedeceğimizin? Özellikle ülke dışındaki kayıplardan ziyade geçirgen bir güce dönüştüğümüz bu dönemde ülke içimizdeki denklem ve dengeler daha fazla hassasiyet içermektedir…Ne yaptığımızın farkında mıyız acaba ?

Mehmet Ali BAL

Yorumlar12

  • Hasan adıyaman 3 gün önce Şikayet Et
    yıl 2025 sömürgeci fransa 100 yıldır halen afrikayı sömürüyor,bilmeyen varmıdır.
    Cevapla
  • Dursun KARAAĞAÇ 3 gün önce Şikayet Et
    Dünya veya insanlık İslam'la uyumlu hale getirilmeli, Orta Doğu daki oyunlar hem Türkiye'nin hemde İslam aleminin geleceğine yönelik tehlikelere karşı şimdiden önlemler alınmalı, yazacak çok şey var ama Zülfi yâre dokunmak istemiyorum. Selamlar
    Cevapla
  • Doğruya doğru 3 gün önce Şikayet Et
    İki paralık yahudinin yaptığı soykırımı iki milyar Müslüman eli kolu bağlı çaresiz seyrediyor, Müslümanlara laiklik empoze etmeyeceksin, Tevhid ancak şeriatle hilafetle sağlanır, böyle ayağa kalkılır birlik sağlanır, laiklikle işte böyle aciz olunur maalesef ?!
    Cevapla
  • okur 3 gün önce Şikayet Et
    konyaya sur ve hendek yapılmış vakti zamanında osmanlı devlet içinde devlet derebeylik olmaz demiş yıkmış.türkmen ve yörüklere demobilizasyon dayatmış osmanlı yüzyıl başkaldırmışlar.konya alaaddin caminin arka duvarlarına bak hilal ve haç bayrağı görürsün.selçuklu bazen bizans prensliği gibi davranmış.selçuk beyin çocukları hep yahudi peygamber adı. komünizme hücum derneklerini de yazın
    Cevapla
  • enver 3 gün önce Şikayet Et
    mehmet bey merhaba; benim fikrim şu: dışarıdan beyin göçü almalıyız, dışarıya bu göçü engellemeliyiz.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat