Darbe çağıran muhalefet mi olur?
- GİRİŞ10.07.2025 08:54
- GÜNCELLEME10.07.2025 08:54
Yolsuzluk ve yozlaşma batağına her geçen gün biraz daha fazla saplanan, kurtulmak için seçtiği yol nedeniyle çamurlaşan ana muhalefet partisi, şimdi de işi “sokak”, “meydan”, “darbe” gibi demokrasi ve hukuk devleti ile hiçbir şekilde bağdaşmayan bir yere doğru götürdü.
Yapmış oldukları fiillerden, haklarındaki iddialardan dolayı idari ve yargısal olarak hesap vermesi gerekenleri korumak için “düşman hukuku” saçmalığına sığınan, bağımsız Türk yargısı tarafından somut deliller, kuvvetli suç şüphesi nedeniyle tutuklananlar için “esir” ifadesi kullanan, cumhurbaşkanına darbeci, cuntabaşı, hükümete cunta gibi yakışık almaz nitelemelerde bulunan ana muhalefet genel başkanı var…
Oysaki demokrasilerde muhalefet, siyasal sistemin denge-denetleme işlevini yerine getiren, çoğulculuğun teminatı ve halk egemenliğinin sürdürülebilirliğinin sigortası niteliği taşıyan bir kurumsal aktördür.
Siyasal partilerin varlık sebebi elbette iktidara gelmektir ama bu süreci hukukun üstünlüğü ve demokratik süreçlerin sürekliliği içerisinde gerçekleştirmektir. Bu bağlamda muhalefetin söylem ve eylemlerinde, demokratik istikrarı zedeleyici tutumlardan kaçınması temel bir yükümlülük olarak ortaya çıkar.
Hukuk devleti, yasaların üstünlüğünü, keyfilikten uzak yönetimi ve temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını esas alır. Bu, iktidarın olduğu gibi muhalefetin de riayet etmesi gereken bir ilke setidir.
Muhalefet, iktidarı eleştirirken hukuk devletini aşındıran ve demokratik süreçleri işlevsizleştirmeye yönelik söylemlerden kaçınmalıdır. Meşru siyasal rekabetin sınırları, hukuka ve demokratik ilkelere sadakatle çizilir.
Ana muhalefet partisi genel başkanı, söylemlerinde, seçimle yenemediği, milletin büyük çoğunluğunun oyu ile iş başına gelmiş Cumhurbaşkanını, hükümetini “darbe” gibi demokratik süreç dışı yollarla değiştirmeyi ima eden ifadeleri ile demokrasiyle bağını ve hukuksal meşruiyetini yitirmektedir.
Bu tür ifadeler, hukuk devletini ve demokratik istikrarı doğrudan tehdit etmektedir. Muhalefetin rolü, toplumsal talepleri demokratik süreçlere taşımak ve siyasal çözüm önerileri üretmek iken, seçim dışı yöntemlere kapı aralayan çağrılar, toplumsal barışı tehdit eden ve demokratik siyaset alanını daraltan riskli bir zemin oluşturur.
Siyasi aktörlerin söylemleri, kitlesel mobilizasyon yetenekleri nedeniyle sorumluluk taşır. Gerilimi yükseltmeye yönelik bir dil, toplumsal ayrışmayı derinleştirerek kutuplaşmayı beslemekte ve ülkenin istikrarını zedelemektedir.
Bu nedenle iktidar eleştirisi yapılırken kullanılan dilin, hukuk ve demokrasi sınırlarında kalması, muhalefetin meşruiyeti açısından kritik önem taşımaktadır.
Muhalefet, iktidarı eleştirirken, kendi iç pratiğinde hukuk devleti ve demokrasiye bağlılığı hiçbir suretle gösterememesi ciddi bir iç tutarsızlık sorunuyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir…
Parti içi demokrasi eksikliği, hesap verilebilirlikten uzak, yozlaşma ve yolsuzluk batağında çırpınışlar, parti içi rekabet ve kadrolaşmada klikler, şeffaflıktan uzak tutumlar ve özellikle yerel yönetimlerde ortaya çıkan zafiyetler, muhalefetin hukuk ve demokrasi söylemini zayıflatmaktadır.
Bu noktada muhalefetin öncelikle kendi iç işleyişinde şeffaflığı, hesap verebilirliği, yargı süreçlerine saygıyı ve iç denetim mekanizmalarını çalıştırması beklenir. Siyasi etik ilkelerinin kendi bünyesinde uygulanması, topluma karşı en güçlü meşruiyet kalkanını sağlar. Aksi durumda, “hukuk ve adalet” iddiası ile dile getirilen eleştiriler, inandırıcılıktan uzaklaşmakta ve toplum nezdinde güven kaybına yol açmaktadır.
Muhalefetin söylemleri “baskı”, “hukuksuzluk” ithamları üzerine kurulu ama hukuk karşısında kendi tavırları ise kendilerine özel bir dokunulmazlık, yargılanamazlık, hesap verme muafiyeti talebi olarak görülmektedir. Hukuk devleti ilkesine samimi bağlılığın göstergesi, bu tür iddiaların sokak çağrıları veya gerilimi tırmandıran beyanlarla değil, hukuki zemin üzerinde mücadele edilerek çözümlenmesiyle mümkündür.
Siyasi partiler, iddialarını yargı süreçleri, bağımsız denetim kurumları ve parlamenter mekanizmalar üzerinden takip etmeli; söylemlerinde, halkı kaosa, kargaşaya, çatışmaya ve kamu malını yağmaya, kamu düzenini bozmaya yönlendirecek çağrılardan kaçınmalıdır.
Hukuka güven, demokrasinin sürdürülebilirliğini sağlar ve siyasete güven inşa eder. Seçimle gelmiş iktidarı gayrimeşru ilan eden ya da sokak çağrıları üzerinden devirmeyi ima eden bir dil, varlık nedeni demokrasi olan siyasi partilerin işi değildir, olmamalıdır.
Yolsuzluk ve yozlaşma karşısında bir siyasi partinin almış olduğu bu tavır hukuka güveni zedelerken, halkın siyasi katılıma olan inancını da sarsmaktadır.
Demokratik bir düzende iktidar talebi, seçim süreçlerinin işletilmesi, siyasal programların topluma anlatılması ve halkın iradesine güvenilmesi yoluyla gerçekleştirilir.
Muhalefetin bu bağlamda öncelikli sorumluluğu, ülke içindeki demokratik kurumlara ve yargı süreçlerine sahip çıkarak hukukun üstünlüğünü savunmak ve bu zeminde mücadele etmektir.
Demokratik muhalefetin varlığı, seçim dışı yolların değil, seçim süreçlerinin değerini yükseltir.
Demokrasi, yalnızca seçimlerin yapılması değil, seçim süreçlerinin, ifade özgürlüğünün, yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün korunmasıdır. İktidarın da muhalefetin de en temel görevi, bu değerleri koruyarak iktidar olmak veya iktidara talip olmaktır.
Ancak söylemlerde tansiyonu yükselten ve seçim dışı yolları ima eden dilin tercih edilmesi, hukuk devleti ilkesini zedelemekle kalmayıp, demokratik siyaset kültürüne de zarar vermektedir.
Demokrasinin yaşaması; iktidar kadar muhalefetin de söylemde sorumlu, eylemde tutarlı, yöntemlerde ise hukuka sadık kalmasıyla mümkündür.
Muhalefet, hukuk devleti ve demokrasi ilkelerini yalnızca iktidarı eleştirirken değil, kendi parti içi uygulamalarında ve yolsuzluk iddiaları karşısında sergilediği tutumda da göstermek zorundadır.
Bu, hem muhalefetin meşruiyetini hem de ülkenin demokratik geleceğini güçlendirecek yegâne yoldur.
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Yorumlar26