Geç kalmadık, kurtarabiliriz!
- GİRİŞ12.08.2025 09:06
- GÜNCELLEME12.08.2025 09:06
Geçen hafta, Haber7’deki yazımda “kafayı taktığım küçük şeyler”den bir bölümünü sıralamıştım.
O yazının devamını getirmem için arayanların, mesaj gönderenlerin sayısı o kadar çok ki…
“Aynen devam” demekten başka yol kalmıyor bana.
“MANEVİ VATAN” kavramının içindeki birçok mesele…
Ana akım medyanın ve oralara postu sermiş ünlülerin, elleri çubuklu uzmanların üzerinde pek de durmadıkları, önemsemedikleri meseleler…
Mesela, “Anadolu Ailesi”nin çökmesi.
Mesela, boşanmaların hızla artması ve evlenmelerin hızla düşmesi.
Nüfus artış hızının dibin de dibine çakılması ve toplumumuzun hızla yaşlanması.
Evlenmek isteyen gençlerin önlerindeki engellerin gittikçe artması…
Yetkililerimizin Anadolu Ailesi’nin çökmesinden, evlenme ve çocuk yapma isteğinin iyice azalmasından, boşanmaların artmasından, değerler erozyonundan bol bol şikâyet etmeleri…
Dertlere deva çözümlerin, projelerin –nedense- ortaya konulmaması…
Mesela…
Gençlerin bir bölümünü evlenmekten caydıran “süresiz nafaka” meselesinin bile, “adaletsizliğine” Devletimizin zirvesindeki isimler tarafından defalarca vurgu yapılmasına rağmen –nedense- bir türlü çözülememesi…
“Kadın istihdamını arttırdıkça arttırma” hedefinin –nedense- sık sık dile getirilmesi…
“Kadın tır şoförü” sayısını arttırmanın bile hedef olarak ortaya konulması!
Kadının sırtındaki “eve para getirme” yükünün gittikçe arttırılması…
“Ev Hanımlığı”nın gittikçe küçümsenen bir tercih haline gelmesi; vakitlerini evlerinin huzuru, çocuklarının manevî gelişimlerine ayıran hanımefendilerin, (bir kısım medya tarafından) adeta “topluma yük bireyler” olarak görülmesi…
“Kadın beyanı esastır” uygulamasının memleketteki milyonlarca hanımefendiyi de iyice rahatsız eder boyutlara varan istismarlara sebep olması.
İşyerlerinde, okullarda bu uygulama yüzünden pekçok rahatsızlıkların meydana gelmesi, nice vatan evlâdının iftiraya kurban gitmesi…
Bazı televizyon kanallarının sürekli olarak şiddeti, israfı teşvik eden programlara yer vermesi ve yetkililerin bunları pek de umursamaz halleri…
“Bizim” medyamızın, bize iki kulaç mesafedeki ve İsrail Terör Örgütü’nün Arz-ı Mevud sapkınlığının hedefindeki Kıbrıs’la bile doğru dürüst ilgilenmemesi…
Oradaki Türkiye karşıtlığı artışının, manevî değerlerden kopuşun farkında olmaması ya da bunu pek de önemsememesi…
Medyamızın bir yerlerden tâlimat gelmedikçe harekete geçmemesi, milli meselelerde inisiyatif almaması…
İsrail Terör Örgütü’nden ve Büyük Şeytan ABD’den gelen tehditlerin boyutlarının farkında değilmiş gibi davranması, kimi ekranlarda gördüğüm Trump güzellemeleri…
Şu 12 yıllık mecburi eğitim uygulamasının yol açtığı tahribât…
Her 10 gençten neredeyse birinin üniversiteli olması, mesleksiz diplomalı sayısının hızla artması…
Gençlerimizin kahir ekseriyetinin iş kurmak ya da özel sektörde ilerlemek yerine “Devlete kapak atmayı” hedeflemesi…
Bunun için harıl harıl “Devlete kapak atma sınavı”na çalışması, ailelerin de torpil arayışına girmesi…
Devletin gittikçe daha fazla “istihdam alanı” olarak görülmesi, özel sektörün gittikçe daha fazla kaçılacak yer haline gelmesi!
Kafamı taktığım böyle meseleler var; “başıboş köpek sorunu”nun bile bir türlü çözüme kavuşturulamaması da takılıyor kafama, nasıl takılmasın?
“Allah Allah, bu nasıl iştir?” diyorum;
“Sokaklarda parçalanan bizim çocuklarımız, bizim ninelerimiz, dedelerimiz…”
Bir yandan bunlara takıyorum kafamı, bir yandan da bu ülkede yapılan güzel işleri de hedef almayı “görev” belleyen “yıkıcı, bölücü” takımındaki sayı, oran ve şiddet artışına…
Devletimizin bütün kurumlarını hedef alan; saygı duyulan hiçbir şey bırakmamaya azmeden yıkıcı, bölücü takımının tahribâtı o kadar çok ki…
Yalanları o kadar büyük bir hızla yayılıyor ve “doğrular” o kadar cılız sesle dile getiriliyor ki…
“Bu böyle olmaz!” diyorum…
*
Olmaz!
*
Öyle bir “aydın zümremiz” olmalı ki…
Doğruya doğru demeli, yanlışa da yanlış…
Doğruyu yapanın, yanlışa yönelenin kimliğine bakmaksızın…
Maddi kayıplara uğramaktan çekinmeksizin…
Doğrunun, iyinin, güzelin peşinde olan aydınlar…
Yanlışlara “dur” demeyi görev belleyen aydınlar…
Daha doğrusu münevverler.
*
Bir taraftan baktığımda, ümitsizlik dehlizlerine düşüyorum.
Tam bu ruh haline bürünmüşken, “İnancımız ümitsizliği yasaklıyor!” diyerek kendime geliyorum.
Bardağın dolu taraflarına da bakmak lâzım elbette.
Şikâyetçi olduğumuz bazı veriler, mesela boşanma oranı rakamları Avrupa’nın pekçok ülkesinden çok daha az kötü.
Yalnız yaşayan insanlarımızın sayısı 5 milyonu aşmış durumda, bu bizim ayıbımız…
Bununla birlikte Avrupa ülkelerinde yalnızların oranı bizdekinden çok daha yüksek.
Avrupa’da “aile” neredeyse bitmiş durumda.
Bizde ise çöküş eğiliminde ve hâlâ kurtarılabilir vaziyette.
Aile fertleri, akrabalar arasındaki yardımlaşma, dayanışma bakımından çok daha iyi ya da çok daha az kötü durumdayız.
“Madde” bağımlılığı bakımından tehlikeli noktalardayız ama oranlar Avrupa ülkelerinin epeyce gerisinde, bu konuda da çok daha az kötü durumdayız…
Bütün raporlar, Türkiye’deki esrar, ecstasy, kokain, eroin, bonzai, metamfetamin vb. kullanımının artığını, bununla birlikte hali hazırda Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında çok daha az kötü durumda olduğumuzu gösteriyor.
Bizi endişelendiren birçok alanda böyleyiz, kötüye gidiş var ama henüz Avrupa kadar kötü durumda değiliz!
Oralara hızla yaklaşıyoruz ama kurtarılabilir vaziyetteyiz.
Endişe duymamız için de ümitli olmamız için de birçok sebep var.
“MANEVİ VATAN” hamlelerine daha fazla gecikmeden girişebilirsek, durumu toparlayabiliriz.
Batı batarken biz çıkabiliriz!
Yoksa…
Biz de batarız Allah muhafaza!
Serdar Arseven / Haber7
Yorumlar78