Büyük Gücün Hanesinde Neler Oluyor?

  • GİRİŞ01.09.2025 08:30
  • GÜNCELLEME01.09.2025 09:35

Bu köşede uzun zamandır güç odağı olarak devletler, devletler arası ilişkiler, büyük güçler ve politikaları gibi tarihi ve güncel değerlendirmelere yer verdik. Hatta Türkiye'nin bir dönem küresel güç olmaya ivmelenmiş orta ölçekli bir güç olduğundan bahsettik. Bu yazıların benzerlerini bu konularda çalışırken de gördük.

Devlet ve toplum olarak aşırı bir şekilde politik konulara ve güç çatışmalarına odaklandığımız tespiti doğru bir tespittir. Bu yaklaşımı doğuran diş sebepler ve olayların olduğunu da kabul etmeliyiz. Zira sadece Türkiye için değil, hatta Türkiye’den önce genel küresel sistem için taşların yerinden oynadığı, dengelerin değiştiği, dikkatlerin güç çatışmalarına odaklandığı, harici karşı savunmanın içteki olay ve olgulardan daha fazla önem kazandığı bir dönemde yaşamaktayız. Dolayısıyla günümüzün düzenlemeleri ve uygulamaları savaş dönemlerinin yaklaşımlarının etkisi altındadırlar. Bir kısmı propagandif niteliktedir. Savunma ve güç dengelerini yönetme amaçları daha belirgindir. Siyasi konsept sosyal konseptten önce gelmektedir. Bu şekilde küresel ve bölgesel güç odaklarına karşı mücadele verdiğimiz, hatta zamanın güçleri arasında bir büyük güç haline geleceğimiz/ geldiğimiz ifade edilmektedir.

Dönemsel olarak Amerika mahreçli bazı raporlarda Türkiye’nin övülmesi göğsümüzü kabartmaktadır. Bugünkü yazıda büyüyen gücün bünyesi, büyüyen gücün hem üzerine istinat ettiği zemin hem de koruduğu değer olan toplum yapımıza dair hepimizin de bir şekilde gördüğü tespitleri paylaşacağım. Her büyük güç sağlam ve büyüklüğü içselleştirmiş sağlıklı bir beşeri zemin üzerinde yükselir demiştik. Bu beşeri zemin büyük güç olmaya giden bir toplum ve devletin bütün diğer unsurlarını beslemektedir. Devlette yansımasını beklediğimiz ve savunduğumuz birçok kurumun ilk nüvesi ve vasatı önce beşeri zeminde yeşermektedir. Toplumsal sistemde değer olarak ifade ettiğimiz sosyal nizamın kuralları devlette somutlaşarak kurumsal yapılara dönüşmektedirler. Mesela toplumsal ilişkilerde önemli bir değer olan hak yememe, haram maldan kaçınma, adil olma gibi değerler devlette adalet sistemi olarak kurumsallaşmaktadır. Sosyal yaşamda var olan güvenli ilişkiler yani herkesin birbirinin elinden, dilinden emin olduğu ortam devlette güvenlik kurumlarının gözettiği sağlıklı ortamlara dönüşmektedir. Toplum sağlığı bir anlamda devletin tamamen sağlıklı bir beşeri zemine sahip olması demektir. Toplumsal değerlerin ve algıların anlamı, gücü ve etkisi sağlıklı bir devlet bünyesinin oluşmasını sağlarlar. Toplumsal değerler ile devletin bünyesi arasında doğrusal bir ilişki olduğu açıktır. Hepimizin bildiği hadisi şerifi hatırlayalım: “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz!” Bu hadisi şerif sağlıklı ve erdemli bireylerden oluşan toplum ile sağlıklı kurumlara ve uygulamalara sahip devlet arasındaki doğrusal ilişkiyi göstermektedir. Bu hadisi şerifi mefhum-u muhalifi ile idrak edersek sağlıklı olmayan bir toplum bünyesi iyi idarecileri kusar. Dışarı atar.

19. ve 20. Yüzyılların küresel çatışma ve savaş ortamı sosyal dokuların sağlıklı olmasını arka plana atmıştı. Sosyal ilişkilerin değerler merkezli tesis edilmesinin de çok önemsendiğini düşünmüyorum. Bu iki yüzyılda aslolan devlet yapılarının korunması, rakip güçlerle savaşta galibiyet ve rekabette üstünlüğün sağlanmasıydı. Ancak. Ne zaman ki savaşlar sona erdi, toplumlar kendi içlerinde kronik rahatsızlıkları ve sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar, o zaman toplumsal değerler, ilişkiler ve toplumsal yapı önem kazandı.

Zira sorunlu ve hastalıklı bir toplumsal yapıda yaşamanın savaş ortamında yaşamak kadar ciddi riskleri içerdiğini söylemek abartılı olmayacaktır. Kapitalizmin aşırı geliştiği Amerika başlayan ekonomik suçların gelişimi dönemin yönetiminin gözünde savaş kadar ciddi riskler içermekteydi. Nitekim sistem tekelleşmeyi anti-tröst yasalarıyla engellemiş; kriminal düzeye gelmiş ekonomik suçlarla mücadele edecek özel eğitimli yargı ve polis kadroları ihdas etmiştir. Ancak, özellikle şehirleşmenin büyük sorunları, toplumsal yapının ciddi krizleriyle 2. Dünya Savaşından sonra karşılaşmıştır. Bu krizler ve sorunlar genel olarak dil, din ve özellikle renk üzerine dayanan ayrımcılık ve bundan kaynaklanan çatışmalar ortaya çıkmıştır. Daha sonra da şehirlerin labirentlerinde ve açık kamusal alanlarında önce medeni olmayan davranışlar ile başlayan ve sonra da küçük ve orta düzey suçluluğun ve şiddetin kusursuz örnekleri görülmeye başlanmıştır.

KÜÇÜK VE ORTA DÜZEY SUÇLULUK VE ETKİLERİ

Küçük ve orta düzey suçluluk mücadele edilmesi zor bir olgu olarak gelişmeye başlamıştır. Mücadele zordur; zira güvenlik güçleri, idari sorumlular, toplumun nispeten büyük imkana sahip kesimleri için suç sayılmazlar. Bu saydığım kesimlere zarar veremezler, onlar nispeten steril bir ortamda yaşamaktadırlar. Bu suçlar anonimliğin kolay olduğu şehirlerde, kamuya açık alanlarda, kırılgan toplumun yaşadığı yerlerde (Okullar, bakımevleri, fabrikalar, elverişsiz mahalleler, toplu taşıma araçları, vb) önce tekil daha sonra da yaygın işlenmeye başlanırlar. Daha sonra bu suçlar nedeniyle yaşadığınız yerlerde seyahat kısıtlılığı uygulanmaya başlanır. Bunun sonraki aşamaları içinde artık tamamen bir suç ve şiddet ikliminin oluşması, özellikle savunmasız bireylerin aşırı bir şekilde küçük ve orta düzey şiddete/ suçluluğa maruz kalmaları, canları gibi mallarının, evlerinin ve araçlarının her an tahrip edilme, gasp edilme, vb riskler altında olmasıdır. Artık o düzeye geldiğinde güvenlik güçlerinin bile müdahale edememeleri söz konusudur.
Muhtelif çalışmalarımızda da belirtildiği üzere bu tarz suçluluk ve şiddet örgütlü veya
geleneksel suçlardan farklıdır.

Örgütlü suçlar veya ideolojik motivasyonlu suçların soruşturulması, önlenmesi ve cezalandırılması görece kolaydır. Örgütlerin bir amacı, örgüt yapısı ve belirli formlarda eylemleri vardır. Ama küçük ve orta düzey suçlarda her zaman bir motivasyon, gerekçe olmaz. Sırf şiddet için şiddet uygulandığı; sadece suç işlemek için suç işlendiği vâkidir. Ayrıca failleri belirli kişiler değildirler. Suç toplumsal hale gelmiştir. Failleri her yerdedir. Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkabilirler. Tipik suçlu tanımına uymadıkları için önlem almanız, karşı tepki göstermeniz mümkün ve kolay değildir.

Üstelik kastı aşan bir eylemde bulunursanız suçlu durumuna bile düşmeniz olasıdır. Güvenlik görevlilerine şikayet ve bildirimde bulunduğunuzda ise henüz suç oluşmadığı ya da kişinin eylemi tam suç tanımına uymadığı için müdahale söz konusu olmamaktadır. Metroda çevreyi rahatsız eden bir genç grubu düşünelim; küfürleşerek konuşan, yüksek sesle çevreyi, rahatsız eden, özellikle kadınları taciz edici davranışlarda bulunan, yaşça küçükleri hatta yetişkinleri bile korkutan davranışları gösteren, bulunduğu mekanın kamu mallarına zarar veren kişi grupları men etmek genelde ya vatandaşlara ya da o mekanın özel güvenlik görevlilerine kalmaktadır. Genel kolluk bu tür eylemleri tipik suç eylemi olarak görmemektedir. Tabiri caizse müdahale maliyetini önleme ödülünden yüksek bulmaktadırlar.

Halbuki bu tür suçluluk ve şiddetin toplumda yarattığı korku, tahribat diğer kriminal eylemlerin yaratığı korku ve tahribattan çok daha fazladır. İdari Düzenlemelerin Önemi Toplumda çoğu insan polis kelimesinin Yunanca şehir demek olan “polis”’den geldiğini
bilmez. Polis bir anlamda şehir yaşamını düzenleyen kurallar bütünü demektir. Eski Yunan şehirlerinin nüfuslarını düşünürsek küçük bir yerleşim birimi de polis “Şehir” kurallarına tabidir. İdare Hukukunun duayenlerinden Prof. Sıddık Sami Onar İdare Hukuku kitabında, Polis Risalesi klasiğinde yer alan idari polis görevlerini soralar. Bu görevler arasında yolların, kamuya açık meydanların, kamu sağlığının, vb güvenliğinin sağlanması gibi hususlar vardır.

Bu görevler aslında bir vatandaşın olağan günlük yaşamını ve olağan aktivitelerini sürdürebilmesine imkan sağlayan görevlerdir. İdare fonksiyonları için “Sürekli devlet fonksiyonlarıdır” denilir. Ayrıca bu fonksiyonlar “Kamu gücü kullanılarak yerine getirilir” denilmektedir. İdari polis yetkileri için de bu prensipler geçerlidir. İdari polis fonksiyonlarını tekil olarak bireylerin ya da toplumsal grupların icra etmesi bir toplumsal anarşi ve kaos doğurur. Bu görev ve hizmetler vatandaşın bildirimi olmaksızın idarenin ilgili biriminin resen yani kendiliğinden yapması gereken görev ve hizmetlerdir.

Ne yazık ki geldiğimiz noktada vatandaşların şikayetleri bile bazı suçlara karşı harekete
geçilmesi için yeterli olmamaktadır. Doğu ve Batının idare tarihinde hükümdarların, kralların tebdil-i kıyafet edip tespit ettikleri adaletsizlikleri cezalandırmaları, muhtaçların ihtiyaçlarını karşılamaları, halkın şikayetlerini bizzat dinleyip gereğini yapmaları idarenin resen harekete geçmesinin sembolik örnekleridir. Haksızlığı, adaletsizliği, zulmü, hırsızlığı, ahlaksızlığı, vs gördüğü halde önlemeye çalışmayan idare memurları ise aslında sadece bir suç önleme görevini yerine getirmemiş değildirler, bütün devlet sistemini butlana uğratacak bir eylemde bulunmuşlardır.

İdare fonksiyonlarının diğer ilkesi “Kesintisiz devlet fonksiyonu” olması çok anlamlıdır. Zira idare fonksiyonları nefes almak vermek gibidir. Eğer kısa sürede olsa da inkıtaaya uğramaları halinde söz konusu devlet sisteminin bünyesinde ağır hasarlar bırakırlar. Devlet sisteminde o hasar vatandaşlar ile devlet arasındaki o meşhur “sadakat ve koruma” anlaşmasına ciddi zarar verecektir.

İdari polis fonksiyonları hayatın olağan akışını sağlamak için temel zemini oluşturan fonksiyonlardır. İster Fransız Delamarre’ın “Polis Risalesinde” zikredilen idari polis görevleri olsun isterse Nizamülmülk’ün “Siyasetname”sindeki “Divan, dergah, bardan, meydan, çarşı, vb” alanlardaki devletin idari görevleri olsun bunların hepsi sadece devletin değil toplumun günlük yaşamının temel zeminini oluşturmaktadırlar. Bu konulardaki ihmal ve hatalar hayati sorunlar doğurmaya elverişlidir.

İdari fonksiyonların (Yasama, Yürütme, Yargı fonksiyonları) ihmal edilmesinin yaygınlık ve sistematik bir karakter kazanması özellikle toplumun geneli için temel yaşam alanlarını ve temel sosyal kurallarını tahrip etmektedir. Bunun yanında toplum ve devlet üzerinde baskı unsuru halinde gelecek yerel derebeyleri yaratmaktadır. Ki bundan sonrası kaos ve anarşi ve anomidir (Yasaların anlamını yitirmesi, kuralsızlık ve kaos. Sosyolojide toplumsal normların geçerliliğini yitirmesi).

Üst başlık altında kısaca değindiğim küçük ve orta düzey suçluluk ve şiddetle mücadelenin kesintisiz ve resen yürtülmesi elzemdir. Zira bu idari polis fonksiyonlarının kesintisiz ve bir bütünlük içinde yerine getirilmesi küçük ve orta düzey suçluluk başta olmak üzere toplumsal yapıyı bozacak, tahrip edecek bütün güvenliksiz ortamların oluşmasına karşı sed teşkili demek temel fonksiyonlardır. İdari polis faaliyetlerini tam da bu orta ve küçük suçlulukla mücadele için elzem görmekteyim. Bu fonksiyonların ifa edilmemesi ve mücadelenin aksatılması halinde toplumsal korku, tedirginlik, yılgınlık, travmatik etkiler toplumsal yapıyı ve bireyleri tamiri imkansız tahribata maruz bırakmaktadır. Bir kere şiddete maruz kalan kişinin hayat boyu bu travmayı taşıdığı durumlar olmaktadır. Kaldı ki, özellikle gençler ve çocukların eğitim ve kültür kurumlarına erişimlerinin ve etkinlik ortamlarının güvenli olması gerekmektedir. Bu konuda, ilgili devlet kurumlarımızın daha fazla inisiyatif almaları gerekmektedir.

TOPLUMSALLAŞMIŞ VE ALIŞILMIŞ SUÇLAR

Yukarıdaki teknik ve hukuki açıklamalardan sonra günlük hayatımıza şöyle bir bakalım diyorum. Örneğin bütün gelişmiş medeniyetlerin ortak özelliği kadınların emniyetidir. Hazreti Peygamberin (ASM) hadisinde geçen ifadeyi hatırlayalım: "Eğer ömrün olur da yaşarsan hevdeci içinde bir kadının Hîre’den hareket edip Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan tâ Ka’be’yi tavaf edeceğini göreceksin.

"Bugün sokaklarımız, işyerlerimiz, okullarımız, vb yerler kadınlarımız için emniyetli midir?

Tabi ki sadece kadınlar değil, evladımızı okula gönderirken hangi aile tam bir kalp huzuruna sahiptir? Okullarımız açılırken geçen yıllarda basında yer alan, toplumda konuşulan akran zorbalığı, yasaklı madde kullanımı, zararlı alışkanlıklar, toplumsal kurallara aykırı tavırlar ve bozuk Türkçe kullanımı gibi sorunlarla karşılaşmamayı diliyorum. Şiddete maruz kalan öğrencileri de öğretmenleri de artık duymayalım diyorum, ancak bu konularda hangimizin şüphesi yoktur? Taşrayı, köy hayatını bilenler mutlaka duymuşlardır. Hendek yürütme denilen bir teknikle yan tarlanın sınırından içeriye girilir. Bazıları da sınır hattından komşunun toprağına giriş için hendek içine kamış ekilir. Bir süre sonra sınır hattı kaybolur.

Tapu kadastro rejimini sağlıklı yürütmek ve denetlemek önemli bir idari polis fonksiyonudur. Bu fonksiyon icra tam edilmediği için taşramızda sanır kavgası bitmez. Bunu olağan karşılarız. Yine kamu yollarının korunması ciddi bir idari polis fonksiyonudur. Ancak, taşrada gücü olanın yolları ve kamuya açık alanları işgal ettiği sıkça görülür. Refik Halit Karay’ın “Memleket Hikayeleri”ndeki taşra yöneticileri gibi olmasa da yerel sorunlarda inisiyatif alan sorumluluk sahibi insan sayısı çok
fazla değildir. Bu durumu da çoğunluk tarafından normal karşılanır. Yine ülkemizde sel
baskınları nedeniyle dere yataklarının ıslahı ve yönetimi mevzuatı son derece yeterli,
kapsamlı ve net hükümler içermektedir. Ancak, bazı kişisel çıkarların etkisiyle bu konuda
kesin adımlar atılamamaktadır. Keza en son yaşadığımız depremde binaların alt kolonlarının kesilmesinden tutalım inşaatlarda kaliteli harç malzemesi ve yeterli demir kullanılmaması gibi teknik konuların da idari polis yetkilerini kullanan ilgili kurumlarımızın müdahalesini gerektirdiği açıktır.

Şehirlerimizin temizliği de en azından güvenlik sorunu kadar ciddi riskler içermektedir.

Hiç yadırgamadığımız bazı alışkanlıklarımız kamuya açık alanlarda bırakalım görüntü kirliliğini toplum sağlığı açısından da riskler içermektedir. Toplu taşıma araçlarında yemek yeme alışkanlığı, parklarda yatma alışkanlığı, metrolardaki temizlik eksikliği, vb şehir hayatımızı olumsuz etkileyen davranışlardır. Çarşı ve ticaretin güvenliğine ayrı bir paragraf açmak icap eder. Dışarıda yapılan konuşmalara kulak misafiri olanlar Gelen turistlerin nasıl alışveriş yaptıklarını, uzun pazarlıkları, fahiş ücret taleplerini duyabilirler. İngiltere gibi bazı ülkeler bu konularda Türkiye’ye gelecek vatandaşlarını Dışişleri Bakanlıkları resmi internet sayfalarından uyarmaktadırlar. Sahil şehirlerimizde yaşanan rezaletlere hiç girmek istemiyorum, basında çıkan haberler yeterince rahatsız edicidir. Anadolu Selçuklu döneminin kervansaraylarını, ahilik teşkilatını tekrar hatırlamakta yarar var.

Sağlam ve ahlaki kuralları olan bir toplumsal düzen toplumun varlık ve bekasının garantisidir. Nitekim Anadolu’nun iki asırlık fetret döneminde Ahilik sistemi Anadolu’yu korumuş, devletsizlik kaynaklı otorite yoksunluğunu gidermiştir. Tarihimizden örnek alınması gereken parlak bir levhadır bu dönem. Geçmiş zaman aklımda kalmış; Kuzey Irakta çarşıda ürün satan esnafa “Ava sahiha” diyen müşteriye orjinaldir anlamında emin bir şekilde “Ava Türki” (Türk malı) diyen esnafı hatırlıyorum. Bu şöhreti devam ettirmiş olmayı dilerdim. Çarşı güvenliği elbette ki ülkemizdeki çarşının güvenliğinin de ötesinde yurtdışı pazarlarında devlet ve işadamı, tüccar olarak güvenirlilik kazanmamız, kendimize özgü bir iç denetime sahip olmamamız gerekir. Geçmişte Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi girmiş olduğumuz Afrika pazarında da bazen hoş olmayan olaylar kulağımıza gelmektedir. Eğer kendimizi ciddi sorgulamak gerekirse en basitinden bir açık pazarda kaç tane serginin önü ile arkasında aynı kalite ürünler yerleştirilmiştir?


Yukarıdaki örnekleri artırmak gereksiz olacaktır. Aslında her alanda çalışan, yaşayan okurlarımız başka örnekleri tecrübelerinden hatırlayabileceklerdir. Sadece bir saptama yapmak için bir ölçüyü hatırlatmak istiyorum: Alışılmış suçlar derken artık yadırgamadığımız hatta her işimizde kendimizi korumak için özel dikkat sarf etmemiz gereken bir durumda olmamızı kast ediyorum. Bu durumu sürdürebilmemiz mümkün gözükmemektedir. Kaldı ki bizim örfümüz ve geleneğimiz adalet, dürüstlük, ahlak üzerine tesis edilmiştir.

SON SÖZ YERİNE

Büyük güçlerin sağlıklı beşeri zeminler ve kaliteli toplumsal sistemler üzerine kurulduğunu bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Küresel sistemde büyük güç olmak kadar büyük gücün sınırları içinde nümune-i imtisal sosyal ve ticari ilişkilerden oluşan bir hayat döngüsü kurmak önemlidir. Kaldı ki, eğer nitelikli ve güvenli ve erdemli bir sosyal sistemimiz olmazsa büyük güç olmak için gerekli üretimi, eğitimi ve ilişkileri de sağlayamayız. Toplumsal yapı içinde liyakati bir değer olarak kabul etmezsek devlet yönetiminde, işletme yönetiminde de liyakati yerleştiremeyiz. Aksine liyakatten ziyade başka unsurları ön planda tutarız. Halbuki dünya milletleri içinde temayüz etmek istiyorsak nitelikli insanlarımızın üretim ve icraat yapmasına imkan sağlamalıyız. Özellikle sosyal ortamın ana zemininin güvenli, işleyiş biçiminin gelişmeyi teşvik edici, sonuçlarının ise standart üzeri tatmin edici olması gerekmektedir. Büyük devlet her yönüyle ama öncelikle kendi sosyal bünyesiyle büyük olmak durumundadır.

Bu yazıda, devlet ve toplum sistemimizi tehdit eden bazı bünyevi sorunları incitmeden paylaştım. Özellikle “büyük güç” olmamız için şart olan sosyal ve ekonomik ve siyasi ortamın hazırlanması açısından bazı meseleleri siz dikkatli dostlarım ile müzakere etmek istedim. Sürçü lisan ettiysek affola…

Mehmet Ali BAL - Haber7

 

Yorumlar8

  • Yazdostum 1 saat önce Şikayet Et
    Güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş. Elinize sağlık.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ahmet 1 saat önce Şikayet Et
    Büyük güç olmak istiyorsan toplumu yaşat, eşit ol adaletli ol ,yasaların adetli olsun sağlam olsun yok toplum çürümeye mahkum olur yavaş yavaş kanser gibi ölürsün
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Bence 1 saat önce Şikayet Et
    Gelir dağılımı eşitsizliği azaltılmalı bence. Gelire göre vergi alınmalı. Geliri çok olandan çok, gelirine oranla vergi. Avrupa'da gelir dağılımı daha duzenli. Zengin olmak çok zor. Çünkü gelir artınca vergi artıyor. Naçizane önerim.
    Cevapla
  • Ali AVCI 2 saat önce Şikayet Et
    toplumda cezasızlık algısı hakim suçlunun 10-20-30-50-100 dosyası var deniyor acizi zavallıyı dövene sövene kanunlar bir şey yapamıyor hapis cezası verilmiyorsa bazı suçlar örgütlü suçlar hariç çok yüksek para cezaları verilsin %80 zarar görene ödensin para cezasını ödemeyen hapse atılsın hapis cezası para cezası hak mahrumiyeti vs ama illa maddi manevi bir fatura ödetilsin
    Cevapla
  • yavuz örnek 2 saat önce Şikayet Et
    Çok güzel, saygı ile problemlerden bahsedilmiş
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat