Yahya Kemal’in tanıklığından Özgür Özel’in yalvarmasına…
- GİRİŞ03.09.2025 09:00
- GÜNCELLEME04.09.2025 09:26
Tarihin kendine özgü son derece dinamik ve etkili bir felsefesi var.
Bu felsefe insanı diri tuttuğu gibi, hangi kulvarda niçin yürüdüğümüzün de cevabını verir.
Bizim; insan fıtratına uygun bir şekilde iplik, iplik örülerek hayatın imbiğinden geçirilip yaşanmış bir medeniyetimiz ve bu yaşantıyı tarihimizin övünülecek sayfalarında bugünlere taşımış bir geçmişimiz var.
Elbette sabah akşam bu geçmişle övünmek derdinde değilim.
Lakin öteden beri iddiam şudur ki; biz, çocuklarımıza tarihimizi ve medeniyetimizi öğretemiyoruz.
Bu konuda Çinlilerden ve Japonlardan öğreneceğimiz çok şey var.
Fazla gerilere gitmeye gerek yok, mesela şu 1800’lerden itibaren yaşananları, düzgün bir şekilde yeni kuşaklara aktarabilseydik, bugüne kadar Türkiye’de çok şey değişirdi.
Fakat beceremedik, yapamadık.
Geçenlerde Yahya Kemal Beyatlı’nın günlüklerinden bir kısmının günü gününe not edildiği “Tarih Musâhabeleri” adlı kitabına bakıyordum.
Kitabı Tarih Konuşmaları veya Tarih Söyleşileri olarak anlayabiliriz.
Yahya Kemal, 16 Mart 1920’de İstanbul’un ikinci kez işgal edildiği geceyi 36 yaşında iken yaşamış ve o geceyi anlatmış.
Biliyorsunuz Yahya Kemal 1884 Üsküp doğumludur ve vefat tarihi olan 1958 yılları arasındaki 74 yıllık hayatını dolu dolu yaşayan ve yazan değerli bir kültür insanımızdır.
O kara geceyi şöyle anlatmış:
İŞGALCİ İNGİLİZE İTİRAZ ETMEK KÜSTAHLIKTIR..!
“ 16 Mart 1920 gecesi Süleyman Nazif’in Nişantaşı’nda Meşrutiyet Mahallesi’ndeki evinde küçük salonda (..) Bir çok arkadaşlarla oradaydık. Hatırımda kaldığına göre, orada, aramızda Falih Rıfkı, Cem, (Karikatürist, Cemil Cem, B. Ayvazoğlu) Namık İsmail, Ahmed Haşim, Çallı İbrahim, Ruşen Eşref ve daha birkaç kişi vardılar. (..) Sabaha doğru ben Falih Rıfkı ile çıktım.
Bir arabaya bindik.
Falih Rıfkı’nın Saraçhane başındaki evine çabuk varabilmek için Unkapanı Köprüsü’nden gitmiştik.
Ne garip bir talihti.
Çünkü doğrudan doğruya Köprü’den gitseymişiz Köprüyü, Divanyolu’nu ve sâir noktaları hemen o saatte işgal eden, önüne geleni yakalayan, döven, öldüren ilk müfrezelere tesâdüf edecekmişiz. (..)
Falih Rıfkı’nın evinde o gece uyudum.
Sabah öğleye doğru kalktım,…… Saraçhane başındaki Sebilin önünde edebiyat muallimi Süleyman Şevket Bey’e tesadüf ettim. Güzide olduğu kadar sâkin ve hâlim olan bu arkadaş yanıma yaklaştı: ‘Olanlardan haberiniz var mı?’ dedi.
Hayretle yüzüne baktım.
Darbenin vurulduğunu, Letafet Apartmanı fâciasını, Harbiye Nezaretinin işgal edildiğini, vâsi mikyasta evler basıldığını, Meclis-i Mebusân’ın ve Meclis-i Ayan’ın kordon altında bulunduğunu ve hadisenin devam ettiğini nakletti. (..)
Oradan doğru Dârülfünun’a gittim.
Yukarı çıktım.
Müdür Behçet Bey’in odasında müderrislerden Rıza Tevfik, Naim Bey, Mahmut Baba namıyla maruf Mahmut Bey daha bir iki kişi vardı. Hadiseye dair konuşuyorlardı. (..)
Mahmut Bey daha cerbezeli bir lisan kullanıyordu; girdiğimiz karanlık devreye rağmen ümit-bahşa sözler de söylüyordu.
Yalnız Rıza Tevfik talebeye gitmiş, asla bu işe karışmamalarını, (..)
Mamafih o sabah da Meclis-i Âyân’da deni hilkatinin bir marifetini göstermiş, arkadaşları olan bir eski Âyân azası Tevkif edilirken protestoya mani olmuş:
‘Adalet-i beynelmilel diye bir şey vardır, İngilizler o adalet-i beynelmilel namına hareket ediyorlar; medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır…’ demiş.
Bu cümleler gerçekten acıtıcıdır.
Bunların sonradan kendince, tashihi, eleştirisi yapılmış.
Ne var ki, bu zihniyetin pervasızca sürdüğünü görmek,
insanın kanına dokunuyor.
BİZİ ALMANYA’NIN KOLLARINA ATTINIZ
İttihat Terakkinin hain üç paşasından biri olan Talat Paşa Osmanlıyı paramparça ettirdikten sonra 1 Kasım 1918'de kendi başkanlığında İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin son kongresini toplar ve bu toplantıda cemiyetin feshine karar verilir.
Daha sonra o gece Enver ve Cemal paşalar gibi diğer önde gelen cemiyet liderleriyle birlikte bir Alman torpido gemisiyle Karadeniz üzerinden Sivastopol'a geçerek oradan da Almanya ‘ya kaçar.
O sıralar Avrupa medyasında yoğun olarak Türkiye’nin Ermenileri tehcire zorladığına dair haberler çıkmaktadır.
Talat Paşa bu haberler üzerine; Türkçeyi çok iyi konuşan, Japonya’dan Mısır’a, Türkiye’den Arnavutluk’a şark dünyasını köylerine kadar gezen, İttihad Terakki üyelerinin hepsiyle samimi arkadaş olan, Enver, Talat, Cemal üçlüsüyle defalarca sohbet edip, günlüklerinde yazan, Sultan Abdülhamid darbesinin gizli aktörlerinden, İngiliz asilzâdesi ve diplomat olan Aubrey Herbert’e bir mektup gönderiyor.
Mektupta Ermeni kıyımında (!) kendisinin hiçbir rolünün olmadığını, bunu kanıtlamak istediğini, Türkiye ile İngiltere’nin iyi ilişkiler içinde olması gerektiğini söylüyor.
Ve bir tarafsız ülkede buluşalım, diyor.
Aubrey Herbert teklifi kabul etmiyor.
Fakat hemen ardından, 21 Şubat 1921’de Herbert’in amiri olan Sir Basil Thomson onu Scotland Yard’a, yani, Metropolitan Londra’nın Polis Merkezindeki karargahına çağırıyor.
Buradan anlaşılıyor ki, Aubrey Herbert de gizli bir İngiliz ajanıdır.
Herbert derhal karargaha gidiyor.
Amiri Thomson, Aubrey’den, Almanya’ya hemen gidip Talat Paşa ile konuşmasını istiyor.
Bunun üzerine Aubrey 26 Şubatta Almanya’nın Hamm kentinde Talat Paşa ile buluşuyor, fakat bu konuşmayı Düsseldorf’da yapmanın daha uygun olacağını söylüyor.
Ertesi gün birlikte Düsseldorf’a gidiyorlar.
Orada iki gün boyunca birlikte konuşuyorlar.
Bundan sonrasını Türkiye İş Bankası yayınlarından çıkan Talat Paşa’nın Hatıraları adlı kitabından, Talat Paşa’nın kendisinden dinleyelim:
“….Ancak sanıyorum dünya tarihinde hiçbir güç, bir başkasına, bizim ihtilal yaptığımız dönemde İngiltere’nin Türkiye’ye davrandığı kadar buyurgan bir tutum içinde olmamıştır.
Oysa ihtilalin ileri gelenleri sizden hoşlanıyordu (..)
Bir gün büyükelçinin atlarını arabasından çözdüler ve arabayı elçilik binasına kadar çekip götürdüler. (..) Elçi isteseydi arabanın kendi üzerlerinden geçmesine bile ses çıkarmazlardı.
Oysa siz bizden uzak durdunuz…. Bizi Almanya’nın kollarına Attınız…
Yukarıdaki acıklı cümleler de Talat Paşanın kendi dilinden bir İngiliz ajanına söyledikleri, söz konusu hatıratın 146. sayfasında, meraklıları bakabilirler.
İSİMLER FARKLI AMA İNGİLİZ SEVİCİLİĞİ DEĞİŞMİYOR
Rüşvet, Yolsuzluk ve irtikaptan tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye eski Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott’u 7 Aralık 2021 Salı günü Saraçhane’deki başkanlık makamında ağırlamıştı.
Daha sonra 24 Ocak 2022 Pazartesi günü İstanbul’a kar yağdı.
Hatta o günler İstanbul son yılların en felaket kışını yaşadı.
Yoğun kar yağışı sebebiyle Megakent'te, Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) tedbirlerde yetersiz kalması sonucu trafik pek çok noktada durma noktasına gelmişti.
Toplu taşıma araçlarıyla evlerine gitmeye çalışan vatandaşlar da metro istasyonları ve metrobüs duraklarında izdihama sebep olmuştu.
Binlerce kişi yollarda mahsur kalmışken, o sırada İBB eski Başkanı
Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçisi Dominick Chilcott ile Rumeli Kavağındaki Balıkçı Kahraman’da olduğu, lokantanın sahibi ve o sırada kendisi de yurtdışında olan eski İBB sözcüsü Murat Ongun tarafından doğrulanmıştı.
İlginçtir, 1808’den 1858 yılına kadar yarım yüzyıl İngiltere’yi Osmanlı’da temsil etmiş olan büyükelçi Lord Stratford Canning ile dost olan, bu sevda ile mason olup biri içeriden diğeri dışarıdan Osmanlıyı parçalayan Mustafa Reşit Paşa’dan, 1895’lerin Küçük Sait Paşasına, oradan da 30 Ocak 1943’de Adana’daki Kazablanka görüşmelerinden sonra Türkiye’yi ikinci dünya savaşına sokmak için, iki gün boyunca kapalı kapılar ardında Churchill ile birlikte olan İsmet İnönü’ye, bu zihniyetin İngiliz sevdası bitmiyor.
Ayrıca; 3 Eylül 1936’da yani, iktidarda Cumhurbaşkanı M. Kemal ve Başbakan İsmet İnönü olduğunda İstanbul’a gelen İngiltere Kralı VIII Edward için, savaş bitkini ve yoksulu bir halkın cebinden yapılan masrafları; Sarayburnu’na asılan ışıklı dev Welcome / Hoş geldiniz tabela ve camilerin mahyalarına harcananlar ise başka bir yazının konusudur.
2025’lerde ise İBB eski Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun cezaevine konmasından sonra Özgür Özel önce Saraçhanede, ardından da halkı meydanlara çağırarak Türkiye’nin bazı meydanlarında mitingler yapmaya başladı.
Özel, önce bu mitinglerde İngilizlere olan derin ve tarihi bağlılığından gelen sitemlerini dile getirdi.
Ardından İngiliz BBC’ye röportajı veren ve yine İngiltere’nin önemli medya mecralarından biri olan Guardian’a konuşan Özgür Özel, İngiltere Başbakanı Starmer’a İmamoğlu’nun hapiste olmasını kastederek
“Bu süreç sona erdiğinde, düşmanlarımızın yüksek sesle söylediklerinden çok, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız” dedi.
Ve, İngiltere’nin çıkarlarının kendilerinde olduğunu ima ederek, adeta “yalvararak” devam etti: “İngiltere’nin menfaatini Erdoğan’da görmek doğru bir şey değil.”
Bu söylenenleri, bu millet unutmaz.
Üstelik herhangi bir kişi tarafından değil, devlet adamları veya önemli kişiler tarafından ifade ediliyor olması, bu zihniyetin esefle, hatta nefretle hatırlanmasına sebeptir.
Hele hele Özel’in şu söylediği gerçekten yenilir yutulur değil:
“Terk edilmişlik hissediyoruz. Bu nasıl dostluk?” Dedi.
Özgür Özel geriye dönüp baktığında bu cümlelerinden dolayı utanır mı, yüzü kızarır mı bilemiyorum ama, Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat adlı şiiri ile kendisini bu millete affettirmeye çalıştı. Üstelik, “Biraz da Ben Konuşayım” adlı hatıratında 80 yıllık ömrünü neredeyse yerden yere vurarak eleştirmiş, kendisi ile hesaplaşmıştır.
Özgür Özel’in de bu millete özür borcu olduğu hafızalarımızdan silinmeyecektir.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar8