Şule Yüksel’den Nebahat Koru’ya ‘bedel ödeyen kadınlar’”
- GİRİŞ03.09.2025 08:51
- GÜNCELLEME03.09.2025 08:51
Bu topraklarda zor zamanlarda kalemiyle, sözüyle, şahsiyetiyle öne çıkan kadın kahramanlarımız oldu. Onlar yalnızca kendileri için değil, kendilerinden sonra gelecekler için de mücadele etmek zorunda kaldılar. Bedel ödediler; zindanlara girdiler, kürsülerden uzaklaştırıldılar. Ama yılmadılar, yorulmadılar, mücadelelerinden vazgeçmediler.
İşte bu kahramanlardan ikisi: Şule Yüksel Şenler ve Nebahat Koru. Şule Yüksel aramızdan ayrılalı altı sene oldu. Geçen hafta Yüksel’in vefatının sene-i devriyesi sebebiyle anma programlarının yapıldığı günlerde Nebahat Hanım da sessiz sedasız göçünü topladı.
BAŞÖRTÜSÜ MÜCADELESİNİN SEMBOL İSMİ
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde Şule Yüksel Şenler için bir saygı programı düzenlemiştik. Hasta olmasına rağmen bizleri kırmayarak programı şereflendirdi. O gün, adanmış bir insanın samimiyetine yakından şahitlik etme imkânı bulduk, müstesna bir gün yaşadık.
Salonu dolduran gençleri görünce heyecanını gizleyemedi ve şu unutulmaz konuşmayı yaptı:
“Muhterem kardeşlerim; Şu anda içinde bulunduğum hâleti ruhiyeyi anlatabilmem mümkün değil. Ne edebiyat dili, ne gönül dili bunu izaha muktedir değil. O kadar coşkun duygular içindeyim ki… Bu âcize göstermiş olduğunuz vefa dolayısıyla hepinize minnet duygularımı arz ediyorum.
Rabbim uzun bir ömür nasip etti, elhamdülillah. Bugünleri gösterdi. Bugünler, geçmişte bizim için hayal gibi bir şeydi. Sizler ise şu anda o hayallerin hakikati olarak karşımdasınız. Onun için ne kadar anlamaya çalışsanız da duygularımı anlayamazsınız. Sizlerle iftihar ediyorum.
Rabbim hem sayılarınızı hem de her yönden evsafınızı artırsın inşallah. Çok şükür, gözlerim açık gitmeyecek artık. Hep bunun endişesi içindeydim. Ama bugünkü şu manzara karşısında –Rabbim kat kat fazlasını da nasip etsin– artık içim huzurlu. Şükürler olsun, rüyalarımın gerçeği olarak karşımdasınız. Hepinizden Allah razı olsun, hepinizi çok seviyorum.”
O gün hem o ağladı hem de önemli tavsiyelerde bulundu. Bizler de gözyaşlarımızı tutamadık. Ömrünü davasına vakfeden efsane isim aramızdaydı. Adını sıkça duyduğumuz, kitaplarını ilk gençlik yıllarımızda severek okuduğumuz Şule Yüksel Şenler’e teşekkür etme imkânı bulmuştuk. O, bizim için bayraklaşan bir isimdi.
Zor zamanlarda hiç de kolay olmayan bir mücadele verdi. Şule Hanım, düşmanın bütün silahlarına karşı kalemini kılıç, sözünü kalkan yaptı. O yıllar zordu; başörtüsü küçümsenen bir sembol hâline getirilmiş, genç kızlar modernleşme baskısıyla kendi değerlerinden utanmaya itilmişti.
İşte o karanlıkta sahneye çıktı. Konferanslarında Nur ve Ahzab surelerindeki örtünme ayetlerini genç kızlara ezberletti. “İmaja değil, imana davet etti.” Binlerce genç kız onun çağrısıyla tesettüre girdi. Türkiye’nin dört bir yanında örtünme akımı başladı.
Bu girişim sistemin hoşuna gitmedi; zindanla tehdit edildi, hapse atıldı. Ama o yılmadı. “Bu benim şahsî davam değil.” diyerek ümmetin davasını sahiplendi.
Davasına sadece konferans salonlarında değil, yayıncılıkta da hizmet etti. Kalemini hakkın rızası uğruna kullandı. Kaleme aldığı her yazı yüreklerde yankı uyandırdı.
Onun satırlarında yalnızca kelimeler değil; bir davanın inancı, bir neslin çığlığı, bir toplumun özlemleri vardı. Yazdıkça kendini tüketen değil, yazdıkça çoğalan, çoğaldıkça etrafını dirilten bir kalem sahibiydi.
Sözleri, zamana karşı direnen birer iz bıraktı; okuyan herkesin gönlünde yeni ufuklar açtı. Meşhur eseri Huzur
Sokağı ile milyonlara ulaştı. Bu kitabı sadece bir roman olarak görmek eksik bir değerlendirme olur. Huzur Sokağı, bir kimlik mücadelesinin sembol eseri oldu.
Şule Yüksel Şenler, geride her zaman hayırla yâd edilecek, mücadelesiyle örnek alınacak bir isim bıraktı.
KÜRSÜDEN UZAKLAŞTIRILAN AKADEMİSYEN: NEBAHAT KORU
Türkiye’de başörtüsü zulmüne maruz kalan insan sayısı hiç de az değil. Üniversite öğrencileri ve öğretmenler başta olmak üzere, kamuda inancına uygun şekilde başörtüsüyle görev yapmak isteyenler sürekli engellerle karşılaştı.
Şule Hanım’ın başörtüsü mücadelesinde karşılaştığı zorlukların benzerini ülkemizde çok sayıda hanımefendi yaşamak zorunda kaldı. Onlardan biri de geçtiğimiz günlerde yakalandığı amansız hastalığa yenilerek rahmet-i Rahman’a kavuşan Nebahat Koru idi.
Koru mücadele tarihinde başörtüsü sebebiyle görevinden uzaklaştırılan ilk öğretim görevlisi olarak tarihe geçti.
Nebahat Hanım 1974-78 yılları arasında Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde başörtülü olarak göreve başlamış ve hiçbir sorun yaşamadan çalışmıştı.
Ancak 12 Eylül’den sonra çıkarılan kıyafet yönetmeliğiyle başını açması istendi. O ise bu dayatmaya boyun eğmedi, direndi, mücadele etti. İki yıl süren bu direnişin sonunda sözleşmesi yenilenmedi ve “başörtüsü yüzünden görevinden uzaklaştırılan akademisyenlerin ilki oldu.
Doğup büyüdüğü ve çok sevdiği ülkesinde haklarından mahrum edilen Koru, akademik hayallerini sürdürmek için yurt dışına gitti. Güneş enerjisi üzerine çalışmalar yapmak üzere kabul edildiği Massachusetts Institute of Technology’de hiçbir engelle karşılaşmadı.
Kendi vatanında yasaklarla önü kesilen Nebahat Hanım, dünyanın en saygın üniversitelerinden birinde özgürce çalışabildi.
Son zamanlarda bazı muhalif isimlerin ‘Müslümanlar hangi zorlukları yaşadı?’ diye küçümseyici ifadeler kullandıklarını görüyoruz.
Tek başına Nebahat Hanım’ın hayatı, sistemin baskılarına çifte standardına canlı bir örnektir. Kendi memleketinde yasaklarla önü kesilmiş, fakat Batı’da hiçbir sorunla karşılaşmamıştır.
Onun hikâyesi, yalnızca bireysel bir mağduriyet değil; aynı zamanda Türkiye’nin demokrasi, özgürlük ve adalet arayışında unutulmaz bir dönüm noktasıdır.
BİLİNCİ DİRİ TUTMAK
Şule Yüksel Şenler’den Nebahat Koru’ya kadar nice isim, farklı zamanlarda benzer hikâyelerin kahramanları oldular. Onlar, başörtüsü uğruna ağır bedeller ödediler.
Ne yazık ki ödenen bu bedelleri yeni nesillerin çoğu ya hiç duymamış ya da unutmuş durumda. Başörtüsü yasağı bitmiştir ama başörtüsü imtihanı bitmemiştir. İmtihan yalnızca boyut değiştirmiştir.
Şimdilerde başörtüsünü çıkarma furyası, gençler arasında bir “özgürleşme” akımı olarak sunulup yaygınlaştırılmak isteniyor. Türkiye’de bu akımlar hiçbir zaman doğal bir seyirle doğmaz; belli odakların yönlendirmesiyle oluşturulur. Yakın tarihimiz bunun en belirgin örnekleriyle doludur.
Özgürlük söylemiyle pompalanan bu eğilimin ardında başörtüsü üzerinden tarihle bağları koparma, değerleri itibarsızlaştırma ve Anadolu’nun İslam-Türk kimliğini zayıflatma niyeti olduğu aşikârdır.
12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın darbeci zihniyetiyle aynı hedefi taşıyan bu çabalar, doğrudan İslam’a ve onun sembollerine yöneltilmiş bir husumetin yeni versiyonudur.
Her ne kadar içi boşaltılmaya çalışılsa da başörtüsü bu topraklarda bir kimlik ve bir mücadele sembolüdür. Bu sembole zeval getirecek her eylem ve söylem, on yıllar süren bir mücadelenin hatırasını hiçe saymak demektir.
Bugün genç nesillere, Şule Yüksel Şenler’in şerefli mücadelesini, Nebahat Koru’nun kürsüden uzaklaştırılışını ve benzeri yaşanmışlıkları anlatarak bu bilinci diri tutmak zorundayız.
Önden gidenlere rahmet olsun…
Mahmut Bıyıklı / Haber7
Yorumlar12