Derin Yunan belgeleri arasında bir Türk
- GİRİŞ07.09.2025 09:21
- GÜNCELLEME07.09.2025 15:16
Atina güzel bir şehir, Yunanlar genel olarak misafirperver, kibar insanlar. Bu şehrin yaklaşık dört yüz yıl boyunca bizim egemenliğimizde olduğunu düşünüce biraz tuhaf geliyor. Daha tuhaf gelen ise bu “kibar” halkın sadece yüzyıl kadar önce Anadolu’yu işgal etmeye kalkmış olması!
1919’dan itibaren tüm Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan orduları, Ankara Polatlı’ya kadar ilerlemişti. O orduların yaptığı zulüm, bilinen adı ile ‘Yunan Mezalimi’ hala Anadolu’da anlatılır.
Yunanlar, 1922’de çok ağır bir yenilgiye uğrayarak Anadolu’yu terk ettiler. Bir yıl sonra, soydaş saydıkları Rumlar da -Mübadele Sözleşmesi gereği- Anadolu’daki evlerini bırakıp Yunanistan’a göç ettiler.
Bizim Kurtuluş Savaşı dediğimize onlar Küçük Asya Felaketi diyorlar. Bizim zaferimiz, onların -bir işgalci olarak- yenilgisi. Megali İdea (Büyük Yunanistan ideali) ile yola çıkanlar büyük kayıplar ile ülkelerine dönmüşler.
Acaba Yunanlar bugün gerçekten kendi tarihleri ile yüzleşebiliyorlar mı? Yenilgilerini nasıl anlatıyorlar, Türkler ile ilişkileri onların kimliğinde nasıl bir yere denk geliyor? Daha önemlisi, bizim için kesinlikle zafer olarak tarihin o sayfaları, onların ortak hafızasında nasıl yer buluyor?
BİR ACAYİP KÜTÜPHANE
Kafamda bu sorularla yola koyuluyorum. Atina’da yazın en sıcak günleri geride kalmış, hava yavaş yavaş rahatlıyor. Öğlen saatlerinde Ulusal Galeri’nin önündeki otobüs durağında inip yokuş yukarı çıkan sokağı tırmanmaya başlıyorum.
Sokağın sonunda, Likavittos Tepesinin eteklerinde yer alan gösterişli yapı, Yunanistan’ın en önemli kurumlarından birine, Gennadius Kütüphanesi’ne ait. Gennadius, 110 binden fazla “çok kıymetli” orijinal belge ve esere ev sahipliği yapıyor. Burada saklanan belgeler, Yunan tarihi açısından o kadar kıymetli ki yapıya ziyaretçi olarak girmek bile özel izne tabi.
GİZEMLİ YAPIDA BİR TÜRK
Uzman araştırmacılar dışında Yunanların bile sadece adını bildiği, bahçe kapısından itibaren son derece sıkı güvenlik önlemleri ile korunan bu gizemli yapıda yaklaşık on yıldır gece gündüz çalışan bir Türk var.
Doç. Dr. Esra Özsüer, akademik hayatını tam da benim kafamdaki soruların yanıtını bulmaya adamış bir bilim insanı. Beni bahçe kapısının karşı kaldırımında karşılıyor. “Sizi içeriye almaları için elimden geleni yapacağım” diyor.
Önce yolun karşısındaki bir başka yapıya girip beli silahlı güvenlik görevlileri ile konuşuyoruz. Dr. Özsüer’in Yunanca uzun açıklamaları ve bir dizi telefon konuşmasından sonra kimlik kaydım alınmak şartı ile kütüphaneye girmeme izin çıkıyor.
Güvenlik bariyerini ve bahçeyi geçip ana kapıdan binaya geçiyoruz. Asma katı ve galerileri ile heybetli ama mütevazı bir ana salon. İçeride fotoğraf çekebilmek için görevliden izin istiyoruz. Esra Hoca, “buna izin vereceklerini sanmam” diyor ama ben ısrar edince kıramıyor. Yunan görevli şaşkın. Belli ki daha önce bu kadar cüretkar bir talep gelmemiş. Önce birkaç yeri telefonla arıyor, sonra “müdürü beklemeniz lazım” diyor. Bir kenarda sessizce beklemeye koyuluyoruz.
“Hocam biliyorum sizi müşküle sokuyorum ama burayı mutlaka görmem, fotoğrafını mutlaka çekmem lazım”diyorum. Esra Hoca, son derece kibar biri, bu tip isteklerin zorlu işler olduğunu biliyor lakin, beni de kıramıyor. Bir yanda Yunan bürokrasisi, on yıldır kazasız belasız idare ederek çalışmayı başardığı kurum, diğer yanda benim gazeteci inadım… İçinden “nereden çattık” diye geçiriyor mu bilmiyorum ama sessiz sedasız beklemeye devam ediyoruz.
Nihayet müdür geliyor. Ufak tefek pek sempatik bir kadın. Odasına geçiyoruz. Esra Hoca, Yunanca uzun uzun ne istediğimizi anlatıyor. Sadece üç beş kelime seçebilsem de son derece formal ve özenli bir dille konuştuğunu anlıyorum. Müdire Hanım, dünyanın en zor sorusu ile karşılaşmış gibi afallıyor. Kısa bir süre Esra Hoca’nın yüzüne bakakalıyor, sonra beni tepeden tırnağa süzüyor. Esra Hoca ile aralarında uzun cümleler ile örülü bir diyalog başlıyor. Esra Hoca’nın özel giriş kartını alıyor, kendisi ona bir kartvizit veriyor, ne konuşuyorlar, neyin müzakeresini yapıyorlar anlamak mümkün değil. Ancak çözüme ulaşamıyoruz, benim içerileri görmeme bir iki fotoğraf çekmeme yine izin çıkmıyor.
Sonra önde müdür, arkada biz, iç galerideki sütunların arasından geçerek başka bir odaya gidiyoruz. Bu sefer geldiğimiz yer daha üst düzey bir müdürün odası. Sanıyorum, kütüphanenin en tepesindeki kişi. O da bir kadın. Esra Hoca, burada da uzun uzun benim talebimi anlatıyor. En büyük müdür güleç yüzlü bir kadın ama konuşmasından olumsuz yanıt verdiğini anlıyorum. Gözümü karartıp İngilizce konuşarak araya giriyorum… Hanımefendinin çok iyi İngilizcesi var. En kibar halimle dil döküyorum, tavır biraz yumuşuyor. Sonunda zar zor, hiç değilse Hoca’nın çalıştığı mekanlardan birinin görmek ve bir iki fotoğraf çekmek için izin koparabiliyorum….
TARİHİN KUYUSUNDA BİR ODA
Bir görevli eşliğinde ünlü yapının eksi birinci katına iniyoruz. İnanılır gibi değil ama burası Yunan tarihinin en kritik belgeleri ile dolu bir yer. Kendilerinin bile bilmediği nice sırlar, hala bu depolardaki ciltler arasında yatıyor.
İşte geldik… Her yanı raflar tarafından sıkıştırılmış, penceresiz, minnacık bir alandayız. Eşya derseniz üç beş sandalye ve sade bir masadan ibaret. Daha iç kesimde ise girmeme izin verilmeyen uçsuz bucaksız belge rafları var.
Dr. Esra Özsüer, on yıla yakın bir süre işte burada çalıştı. Binlerce belgeyi okudu, çevirdi, analiz etti. Belgelerdeki ilişkileri araştırdı, çelişkileri sorguladı. Yunanistan’ın dört bir yanına dağılmış başka kütüphaneleri ve arşivleri gezdi. Yetmedi, Türkiye’deki belgeleri de taradı, Yunanistandakiler ile aralarındaki bağlantıları kurdu. Üstüne, kaybolmuş el ilanlarını, afişleri, bildirileri, gazeteleri okudu. Kimi Yunan tarihçilerin bile açmaya korktuğu Pandora’nın kutusunu açtı.
Sonuçta ortaya neredeyse bin sayfalık dev bir eser, “Megali İdea - 1821 Mora İsyanından 1922 Küçük Asya Bozgununa” adlı kitap çıktı. Kitabın Türkiye’de bir benzeri yok, Yunanistan’da da bu kadar kapsamlı çalışmaların sayısı pek az.
Sadece “notlar” bölümü bile 170 sayfa tutan kitap, bugünkü Yunanistan’ın kuruluş öyküsünü bam telinden yakalıyor. Kitabın ele aldığı konu, bugünkü Yunan kimliğinin de en önemli parçasını oluşturuyor.
Kimselerin kolay kolay alınmadığı Gennadius Kütüphanesine girdiğim için mutluyum. Şimdi sıra kafamdaki soruları sormaya geldi… Çünkü bu sorular, sadece komşumuz Yunanların kimliği ve bize nasıl baktıkları ile değil, aynı zamanda bizim Kurtuluş Savaşımız ile de ilgili. Ve ilk kez bir Türk araştırmacı, bu soruların yanıtını Yunan tarihinin kalbinde aradı.
MEGALİ İDEA ÖLDÜ MÜ?
Yakındaki Kolonaki Meydanının sakin bir köşesinde kahvelerimizi içerken Esra Hoca’ya ilk sorumu yöneltiyorum.
“Hocam, kitabınızın son kısmının başlığı “Megali İdea’nın sonu”. Sizce Yunanların Bizans’ı diriltme emeli veya Büyük Yunanistan hayali gerçekten de bitti mi?”
Esra Hoca, adeta “bu soruyu soracağınız biliyordum” der gibi bakıyor ve yanıtlıyor:
“Sorunuzun biri tarih diğeri sosyoloji açısından iki cevabı var. Tarih terminolojisi içinde bakarsak, Megali İdea şu an yoktur. Çünkü Megali İdea, 1922’deki Türk zaferi ile sona ermiş bir Yunan ülküsüdür. Bu ülkü, “Anadolu’da kurtarılmayı bekleyen kardeşlerimiz”şeklinde tezahür eden bir ideolojiden beslenir.
1922 ve sonrasını düşündüğünüz zaman -mübadeleyi de bunun içine katarak söylüyorum-, zaten Anadolu’da “kardeş” diye tabir ettikleri Rumlar kalmadı. İstanbul’dakiler dışında bütün Rumlar buraya göçtü. Bu durumda bunların kurtaracağı “kardeşlerin” hepsi Yunanistan’a gelmiş oldu.
Ayrıca bununla ilgili tarihi bir kanıt olarak, Venizelos’un 1931’deki Kıbrıs olayları üzerine söylediklerini örnek gösterebiliriz. Kıbrıslı Rumlar İngilizlere karşı ayaklanıp Enosis (Yunanistan ile birleşme) talep ettiklerinde Venizolos “Megali İdea artık yoktur, bu konu Kıbrıstaki Rumların İngiltere ile kendi meseleleridir” diyor. Dolayısı ile Megali İdea’yı terim olarak 1922’den sonra hiçbir yerde bulamayız, Venizelos da başbakan olarak açıkça “Megali İdea yok artık” diyor.
Sorunuzun sosyolojik, politik cevabına gelince…
Tarihsel bir terim her zaman başka formatlarda, bir ruh olarak varlığını sürdürebilir. Megali İdea’nın bugün bir ruh olarak, yayılmacı bir siyaset üzerinden okunması mümkün mü? Evet, mümkün.
Doğu Akdeniz mevzusu bunun içinde, Kıbrıs bunun içinde, Ege adaları bunun içinde. Şimdi biz buna belki Megali İdea diyemeyiz ama, Megali İdea’nın ruhundan beslenen, onun kardeşi olan bir fikir olarak okuyabiliriz. Veya Yunan yayılmacı siyaseti şeklinde okuyabiliriz. Hatta adaların silahlandırılması konusunu bile bunun içine sokabiliriz.
Biz buna artık ad olarak Megali İdea diyemeyiz, bu anakronik olur. Ama Yunan yayılmacılığı diyebilir miyim? Elbette diyebiliriz. Zaten 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın başında, Yunan yayılmacılığı eşittir Megali İdea idi.
Dolayısı ile Megali İdea hala var ama, tarihsel anlamda değil, sosyolojik anlamda ya da siyaseten yaşıyor diyebiliriz.”
DEVAM EDECEK
Gaffar Yakınca / Haber7
Yorumlar17