Şerif Hüseyin

  • GİRİŞ07.09.2025 09:17
  • GÜNCELLEME07.09.2025 09:24

Osmanlı devleti sadece Türklerin değil, İslâm tarihinin de en önemli devletlerinden biriydi.
Özellikle Yavuz Sultan Selim’in 1517’deki Mısır seferiyle Hicaz topraklarını da sınırlarına katmış, Hilafeti üstlenip İslâm dünyasının tartışmasız tek lideri olmuştu.

O tarihten sonra Hicaz’a ayrı bir önem vermiş, adeta üzerine titremişti. 

Şam ve Yemen’i birbirine bağlayan ticaret yolları, Cidde ve Yenbu gibi önemli sahil şehirleriyle Hicaz, stratejik bir öneme sahipti. Ama oraya gösterilen ihtimamın esas sebebi mübarek topraklar oluşuydu. İslâm orada doğmuştu. Kur’ân orada inmiş, Peygamber orada yaşamıştı. Müslümanların kıblesi Beytullah, Resûlullah’ın mekânı Ravza-i Mutahhara oradaydı. 

Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti Hicaz’a idareci değil, hizmetkâr olmayı tercih etmişti. Padişahların kullandığı unvanlardan birinin de “Hâdimü’l-Haremeyn” olması bundandı. Ne ganimet bekler, ne oraların vergisiyle ilgilenir ne hac gelirlerinden pay almayı düşünürdü. Aksine bölge halkını vergi ve askerlikten muaf tutar, imar, inşa ve güvenlik giderlerini devletin hazinesinden karşılardı.

Yavuz Sultan Selim, bu uygulamayı bizzat kendisi başlatmış, Mekke ve Medine halkına dağıtılmak üzere iki yüz bin altın ve tonlarca zahire göndermişti. 

O esnada Mekke Emiri olan Şerif Berekat bin Muhammed, Haşimiler’dendi. Adını Peygamberimizin büyük dedesi Haşim bin Abdülmenaf’dan alan Haşimiler X. Yüzyıldan itibaren (kısa kesintiler dışında) Mekke’yi idare eden ailenin adıydı.

Yavuz, Peygamberimizin soyundan gelen bu aileye hürmet göstermiş, imtiyaz ve statülerini artırmış, Şerif Berekat’ın emirliğe devam etmesini istemişti. Ondan sonra da Mekke Emirinin seçimi tümüyle şeriflere bırakılmıştı. Devlet müdahalesi ancak seçimlerde ittifak sağlanamadığı durumlarda söz konusu olmuştu. Böyle zamanlarda Padişah devreye girmiş, Mekke Kadısından, Mısır, Şam ve Cidde valilerinden gelen görüşü dikkate alarak şeriflerden birini emir olarak atamıştı. 

Tayin olunan emire Padişah tarafından berat veya menşur adı verilen bir yetki belgesi verilir,  emirliğin vazifeleri hatırlatılıp bazı öğütlerde bulunulurdu. 

Mekke Emirliği, devlet yönetiminde vezirliğe eş bir makamdı. Emirler, idarî işleyişte Mısır Valiliğine bağlı olarak çalışıp buradan maaş alıyor gözükseler de geniş yetkileri ve otorite alanları vardı. 

Asırlar boyu sorunsuz işleyen bu sistem, devletin güçten düşmesiyle birlikte aksamaya başladı. Şerifler arasındaki rekabet diğer kabilelerin araya sokulmasıyla derinleşti. Kavgalar silahlı çatışmaya dönüştü. Üstelik İstanbul’dan gönderilen valiler emirlerle nüfuz mücadelesine girişmiş, milliyetçilik ateşi parlamış, emperyalist emeller kabarmış, yabancı servisler bölgede cirit atmaya başlamıştı. 

Hâl böyle olunca seçimden vazgeçildi. Mekke Emirleri doğrudan Padişah tarafından atanmaya başlandı. Öte yandan emirliğe namzet güçlü şerifler İstanbul’a getirildi. Bunlar, hem Osmanlı usullerine göre eğitilip emirliğe hazırlandılar, hem de mevcut emire karşı baskı unsuru olarak kullanıldılar. Öte yandan önemli unvanlar verilip maaşlar bağlanarak devlete sadakatleri artırılmak istendi. 

Osmanlı Devletinin son Mekke Emiri Şerif Hüseyin böyle bir ortamda yetişti.

1853 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Rumeli Beylerbeyi sıfatını taşıyan bir Osmanlı Paşası, amcaları Şura-yı Devlet azası, dedesi Hicaz Emiriydi. 1861 yılında babasının ölümü üzerine Mekke’ye gitti. Otuzlu yaşların sonlarına kadar burada kaldı.

1892 yılında Mekke Emirliğine getirilen amcası Şerif Avnurrefik’le anlaşamadı. Amcası, bedevileri haydutluğa sevk etmekle o da amcasını yolsuzluk yapmakla suçladı.

Aralarında büyük husumet oluştu. Emir Abnurrefik, Padişah’a mektup yazarak Mekke’den uzaklaştırılmasını istedi. Sultan II. Abdülhamit de bu isteği makul görerek onu ailesiyle birlikte İstanbul’a çağırdı. Boğaziçi’nde bir ev tahsis edip çocukları için özel hocalar tuttu. Beş bin kuruş maaşla Şura-yı Devlet Azası yaptı.

  Şerif Hüseyin, bu tarihten sonra on altı yıl süreyle İstanbul’da yaşadı. İlk eşinin ölümü üzerine Mustafa Reşit Paşanın torunu Adile Hanımla ikinci evliliğini yaptı. İstanbul’un sağladığı imkânlarla kendini geliştirdi. İlim ve sanat erbabıyla buluştu, devlet adamlarıyla, yabancı ülke sefirleriyle tanıştı. Hicaz’daki soylu dostlarıyla, milliyetçi Arap Cemiyeti liderleriyle irtibatını hiç kesmedi. Onları zaman zaman İstanbul’a çağırıp Boğaz’a nazır yalısında misafir etti. 

İstanbul’da tutulan şeriflerin belki de en tanınanı, en iltifat göreniydi.

Zaten peygamber soyundan geliyor olmanın doğal saygınlığına sahipti. Buna kendi yeteneği ve kişisel becerilerini de ekleyerek geniş bir çevre edinmiş, neredeyse herkese kendini sevdirmişti. Bir tek Sultan II. Abdülhamit dışında...

Abdülhamit, iltifat ve nezaketini eksik etmemekle beraber mesafesini hep korumuştu. İstanbul’daki diğer şerifler gibi onu da yakın takibe almış, bu takip esnasında mütevazı tavırların ardına gizlediği hırslarını görmüş, Osmanlıya sadık gibi duran görüntüsünün altında iflah olmaz bir muhalif yattığına kanaat getirmişti.

1904 yılında Hicaz Emiri Avnürrefik vefat edince, Abdülhamit’in onu değil de Şerif Ali’yi tercih etmesi bundandı. Aynı şekilde oğulları için istenen şurayı devlet azalığı talebini reddetmesi de...

Ne var ki 1908 yılında peş peşe yaşanan gelişmeler Şerif Hüseyin’in yolunu açtı. Önce Meşrutiyetin gelmesiyle Padişahın etkisi azaldı ardından Şerif Ali Mekke Emirliğinden azledildi. Onun yerine atanan yeni Emir yola çıkmadan vefat etti. 

Bunun üzerine Şerif Hüseyin harekete geçti. 51 yaşına gelmiş, beklemeye tahammülü kalmamıştı. Bir yandan Padişaha sadakat mektupları döşendi. Sadaret ve meşihata telgraflar çekti. Diğer yandan da irtibatta olduğu çevreleri seferber ederek baskı yapmalarını sağladı. Bu arada İngiliz Elçisine “İngiltere’nin meşrutiyet hareketine karşı takınmış olduğu iyi niyet karşısında minnettar olduğunu” söyleyerek selam çakmayı da ihmal etmedi. 

Oğlu Abdullah’ın eliyle Sultan’a gönderdiği mektuplardan birinde şöyle diyordu: 
“Şu an boş bulunan emirlik makamına, Haşimi ailesinin en büyüğü ve babadan oğula geçen bu makamı en fazla hak eden kişi olmam hasebiyle atanmamı ve Sultan Hazretlerinin hakkımı vermesini istirham ediyorum. Kendilerine olan sadakat ve bağlılığım bâkidir.”

Şerif Hüseyin için Padişahın kapısını aşındıran isimlerden biri de İngilizlerin nüfuzu altında olduğu söylenen Sadrazam Kamil Paşaydı. 

Sultan Abdülhamit, art arda gelen talepler ve hükümetin bitip tükenmek bilmeyen ısrarı üzerine bir gün Sadrazam Kamil Paşayı huzuruna çağırdı. Bu konuya soğuk durmasının sebeplerini anlatıp endişelerini paylaştı. “Bu adamı oraya göndermeyiniz. Rahat durmaz, devletin başına iş açar” dedi. 

Ne var ki, Sultan’ın bu ikazı yeterli gelmedi. Meşrutiyet hükümeti, belki de onun hoşnutsuzluğunu en büyük referans kabul ederek Şerif Hüseyin’in emir olarak atanmasında ısrarcı oldu.

Ve... Kasım 1908’de Şerif Hüseyin, Mekke Emiri yapıldı.

Sonrası malûm...

Birinci Dünya Savaşının en hicranlı olayları Hicaz çöllerinde yaşandı. 
İngilizlerin peşine takılan Şerif Hüseyin 1916 Haziran’ında başlayan isyanın liderliğini yaptı. Arap kabilelerin kahir ekseriyeti peşinden gitmemiş olsa da onun açtığı yol Osmanlının sonunu getirdi. Osmanlı ile birlikte bölgenin huzuru da bitti.         
İstanbul’dan Mekke Emiri olarak gönderilmiş, yanıp tutuştuğu emellerine İngiliz desteğiyle kavuşacağına inanmıştı. İlk başta öyle de oldu. Kendisi Arabistan Krallığına, oğullarından Faysal Irak, Abdullah Ürdün Krallığına getirildi. Krallıkla yetinmeyip Hilafetini ilan etti. Ancak hiçbir İslam memleketi ciddiye alıp tanımadı. 

Zaten iktidarı da uzun sürmedi. 1924 yılında tahtını İbn-i Suud ailesine terk ederek kaçmak zorunda kaldı. Önce Kıbrıs’a ardından Amman’a gitti. 1931 yılında acılar içinde kıvranarak öldü. Ölmeden önce “Osmanlıya kılıç çekmenin pişmanlığı içindeyim” dediği söylenir. 

Ondan geriye, sadece isyankâr bir adamın pişmanlık anlatıları değil, huzur bulmayan halklar ve kargaşası bitmeyen bir coğrafya kaldı. 
 
Zekeriya Yıldız / Haber7

Yorumlar16

  • Asem 19 saat önce Şikayet Et
    Güzel bir yazı olmuş Allah razı olsun
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • AKHİLAL 20 saat önce Şikayet Et
    Cemal paşanın ingilizlerden aldığı rüşvet karşılığı Arap ileri gelenlerin kızlarına ordugahta alkol içirip sarkıntılık yaparak Türk - Arap düşmanlığın yaptığı katkıyı da unutmayalım
    Cevapla Toplam 7 beğeni
  • Misafir 21 saat önce Şikayet Et
    Kaleminize sağlık..
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • Ali 23 saat önce Şikayet Et
    Besle yetimi oysun gözünü bu Arap milletine dikkat etmeli adam satmayı çok iyi bilirler
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • Bülent Yenikaya 1 gün önce Şikayet Et
    Kalemine sağlık Üstadım
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat