Aile Yılı bağlamında medya, kültür ve değerler: Riskler ve fırsatlar
- GİRİŞ08.09.2025 09:02
- GÜNCELLEME08.09.2025 09:02
Aile yılı kapsamında çok güzel, hayırlı faaliyetler gerçekleştiriliyor. Tüm dünyayı olduğu gibi ülkemizi ve toplumumuzu, aile yapımızı, kültürümüzü, değerlerimizi etkileyen büyük riskler ve tehditlerle karşı karşıyayız… Korunmak için çaba göstermemiz gerekmektedir…
Malum, aile, insanlık tarihinin en eski ve en köklü kurumu olarak toplumsal yapının sürekliliğini sağlamada merkezi bir rol üstlenmiştir. Bireylerin kimlik kazandığı, değerler öğrendiği ve toplumsal normları içselleştirdiği ilk sosyal ortam olan aile, modern toplumlarda da önemini korumaktadır, korumak zorundadır da…
Teknolojik gelişmeler ve dijitalleşmenin hızlanmasıyla aile kurumunun çevresi ve etkilenme biçimi köklü bir dönüşüm geçirmiştir. Sinema, televizyon, dijital platformlar ve sosyal medya, yalnızca bilgi ve eğlence aracı değil; aynı zamanda değerlerin yeniden üretildiği, toplumsal algıların şekillendiği ve kültürel kodların dolaşıma sokulduğu mecralar hâline gelmiştir. Bu bağlamda aileyi merkeze alan analizler, yalnızca bireysel hayatları değil, toplumsal yapıyı da doğrudan ilgilendirmektedir.
Şurası muhakkaktır ki, aile, biyolojik bir birlik olmanın ötesinde kültürel ve ahlaki bir sürekliliği sağlayan bir kurumdur. Nesiller arası aktarım, genetik olduğu gibi; dil, gelenek, töre, ahlaki normlar ve toplumsal hafızayı kapsayan bir süreçtir. Birey, doğduğu andan itibaren aile ortamında güven, sevgi, sorumluluk ve aidiyet duygularını öğrenir; bu değerler, ileride toplum içinde etkin bir birey hâline gelmesinin temelini oluşturur.
Ailenin korunması, toplumsal dayanışmayı ve güveni güçlendirir; zayıflaması ise toplumsal çözülmeyi hızlandırır. Bu nedenle aileyi merkeze alan sosyal politikalar, yalnızca bireylerin refahı için değil, toplumsal sürdürülebilirlik açısından stratejik bir öneme sahiptir. Güçlü aile yapıları, kültürel kimliği korurken toplumsal barışı ve ahlaki sürekliliği güvence altına alır.
Medya, günümüzde bilgi aktarımı yapmakla kalmıyor; aynı zamanda değerlerin üretildiği ve toplumsal normların yeniden şekillendiği bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Sinema, televizyon ve dijital platformlar, bireylerin düşünce ve davranış kalıplarını biçimlendirme gücüne sahiptir. Keza, medya içerikleri, izleyiciye yalnızca bilgi vermekle kalmıyor, hangi değerlerin yüceltilmesi veya eleştirilmesi gerektiğini de dolaylı bir biçimde öğretiyor...
Toplumsal kültürle uyumlu içerikler, aile bağlarını ve toplumsal dayanışmayı güçlendirirken; kültür ve değerlerle çatışan, bireyciliği, hızlı haz ve tüketim kültürünü öne çıkaran içerikler aile bağlarını zayıflatabilir. Dolayısıyla medya politikalarının ve içerik üretim stratejilerinin, yalnızca nicelik değil, nitelik odaklı bir yaklaşımla ele alınması büyük önem taşır.
Sinema ise, toplumsal hayal gücünü şekillendiren en güçlü araçlardan biridir. Tarihsel olarak sinema, aileyi fedakârlık, dayanışma, sevgi ve bağlılık gibi değerlerle temsil etmiştir. Yeşilçam melodramlarından klasik Hollywood filmlerine kadar aile, bireylerin güvenli limanı ve kültürel değerlerin taşındığı bir mecra olarak görülmüştür.
Günümüzde dijital platformlar aracılığıyla küresel içeriklerin hızlı ve yaygın biçimde dolaşıma girmesi, farklı yaşam tarzları ve değerlerin toplumlara hızla nüfuz etmesine neden olmuştur. Bu durum, yerli yapım ve değer odaklı içerik üretiminin stratejik önemini artırmaktadır. Yerli içerikler, kültürel kimliği yansıtarak toplumsal dayanışmayı ve aile bağlarını güçlendirebilir; ayrıca uluslararası arenada kültürel çeşitliliğe katkıda bulunabilir.
Yeni medya ve dijitalleşme, bireyi yalnızca pasif bir izleyici olmaktan çıkarıp içerik üreticisi hâline getirmiştir; fakat bu süreç, geleneksel denetim mekanizmalarını büyük ölçüde aşmıştır. Çocuklar ve gençler, aile bireylerinden çok sosyal medya figürlerinden etkilenmekte, değer ve kimlik algılarını bu kaynaklardan şekillendirmektedir.
Ortaya çıkan riskler çok ciddidir… Hemen herkes yakınmaktadır… Bireyler, aynı evde farklı ekranlara yönelmekte ve ortak yaşam deneyimleri azalmakta, aile bağları zayıflamaktadır. Aile içi iletişim ortadan kalkmaktadır… Dijital içerikler, tüketimi ve bireysel haz odaklı davranışları teşvik etmektedir. Bireycilik, bencillik ve tüketim kültürü yaygınlaşmaktadır… Erken yaşta erişilen uygunsuz içerikler, değerler çatışmasına ve ahlaki karmaşaya yol açabilmektedir. Şiddet, müstehcenlik ve kimlik karmaşası içeren içerikler sıradan hale gelmektedir… Küresel içeriklerin yoğun dolaşımı, yerli kültürün gölgelenmesine ve toplumsal yabancılaşmaya neden olabilmektedir. Kültürel kuşatma ve yabancılaşma çok büyük bir tehlikedir…
Bu riskleri yönetmek için bütüncül ve çok boyutlu yaklaşımlar gereklidir. Neler yapabiliriz? Sorusu hepimizce sorulmalı, mutlaka gerekli tedbirler alınmalıdır… Yıllardır hap yazıyor, konuşuyor ve anlatıyoruz.
Medya okuryazarlığı ve şimdi özellikle dijital medya okuryazarlığı şiddetli bir ihtiyaç halini almıştır. Sadece çocuklarımız, gençlerimiz için değil, yetişkin, erişkinler için de gereklidir… Bu yollarla bireylerin ve ailelerin, içerikleri eleştirel gözle değerlendirme ve bilinçli tüketici olma becerisi kazanması sağlanmalıdır.
Alternatif içerik üretimi olmadan olmaz. Başkalarının kültürlerini, değerlerini aktaran içeriklerle nereye gideceğiz? Aile, fedakârlık ve dayanışma değerlerini merkeze alan sinema, dizi ve dijital içerikler teşvik edilmelidir. Kamu kurumları, yasaklayıcı değil, teşvik edici politikalarla değer odaklı içerik üretimini desteklemelidir.
Ortak etkinlikler, kültürel faaliyetler ve dijital detoks uygulamaları, aile içi bağları güçlendirmelidir.
Akademi-sektör işbirliği esastır. Üniversiteler ve film endüstrisi arasında geliştirilecek ortak projeler, nitelikli ve değer merkezli içerik üretimini destekleyebilir.
Kısacası, aileyi zayıflatan unsurlar çoğu zaman görünmez bir biçimde medya ve dijital kültür üzerinden yayılmaktadır. Ancak aynı araçlar, doğru stratejilerle yönlendirildiğinde aileyi ve değerleri koruyan ve güçlendiren fırsatlara dönüşebilir. Medya ve dijital teknolojiler, eleştirel okuryazarlık, bilinçli içerik üretimi ve değer odaklı politikalar çerçevesinde kullanıldığında aileyi destekleyen güçlü bir araç hâline gelmektedir.
Çağımızda asıl mesele, medyanın aile üzerindeki etkisini yok saymak değil; onu bilinçli, eleştirel ve stratejik biçimde yönetmektir. Aileyi güçlendirmek, toplumu güçlendirmek;
toplumu güçlendirmek ise kültürel sürekliliği ve geleceği güvence altına almak anlamına gelir. Bu nedenle medya, hem tehdit hem de fırsat olarak ele alınmalı, değer odaklı ve bilinçli politikalarla yönlendirilmelidir.
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol