Bu dünyadan bir Hamdi Kılıç geçti

  • GİRİŞ14.09.2025 09:37
  • GÜNCELLEME14.09.2025 09:38

Türkiye bir evladını, ben bir dostumu kaybettim

Kavanoz dipli dünyadan bir Hamdi Kılıç geçti. 

Dün uzun bir ızdırap döneminin sonunda, “Beni entübe etmeyin ve yoğunbakıma kaldırmayın” dedikten sonra bilinci kapanan…

Ardından bu dünyadan göçüp giden yiğit bir adamı ahirete yolculadık.

Adı, Hamdi Kılıç.

Ünvanı var: Cumhurbaşkanı Başdanışmanı.

Yaptıkları var: İyi metin yazarı. İyi gazeteci. İyi fikir adamı.

Vatan, millet sevdalısı… Selda kardeşimin biricik yol arkadaşı!

***

Hamdi Kılıç ile tam 40 yıllık dosttuk. Tam 40 yıl oldu biz tanış olalı. 
40 yıl boyunca hiç, birbirimize kötü söz söylemedik. Hiç küsmedik. Hiç birbirimizden habersiz kalmadık.

Düğünlerimizde de vardık, cenazelerimizde de.

Ama dün.

Evet dün…

Bu kez Hamdi’nin Türk Bayrağı’na sarılı tabutunun başındaydık.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamdi’nin tabutunun başında, “Yol arkadaşım. Mesai arkadaşım. Dava arkadaşım” diye cümleler kurdu. Onun amansız hastalıkla pençeleşirken bile işini aksatmadığından söz etti. Kalemine, kelamına vurgu yaptı.
Cumhurbaşkanımızın haklıydı. 

Çünkü tanıdığımız Hamdi, 17 yaşından bu yana 40 yıldır, yazdı, konuştu, anlattı. Kafa patlattı. 

Memleket için. Devlet için. Millet için…

Gecesini, gündüzüne kattı.

Devlet aygıtının bu kadar merkezinde olup, bu kadar “sade bir hayatı yaşayan” ender adamlardan biri olarak yaşadı.

Sade, dupduru, tertemiz bir hayatın sonunda, ahiret yurduna göçtü.

***

Hamdi, sadece bir bürokrat değildi. Bir devlet adamı değildi. Ya da sadece bir kalem erbabı da değildi.

İyi bir Müslüman. İyi bir mü’min. İyi bir Ülkücü. İyi bir vatansever. Ve ketum bir devlet adamıydı.

Ve sırdaştı. Ve dosttu..!

***

Size onunla birlikte yaşadığımız birkaç hatırayı anlatayım da… Türkiye nasıl bir evladını kaybetti anlayın!

***

Yıl: 1985.

O yıl ilk kez Ankara Üniveristesi Basın Yayın Yüksek Okulu’na farklı meşreplerden 20’nin üzerinde muhafazakar, dindar, milliyetçi genç kayıt kaptırmıştı. 

Onlardan biri bendim, diğeri de Hamdi’ydi.

O yıllarda okulda solun her fraksiyonu aktifti. Diğer düşünce ve görüşlerin esamesi okunmuyordu. Okulda varlıklarına hazmedilemiyordu.

Çok kısa bir sürede Cebeci Camii’nin avlusunda birbiriyle tanışan bizler okulda da selamlaşmaya başlamıştık.

O günlerde Hamdi Kılıç’ın yaptığı ve hiç zaman unutmadığım bir klas hareket vardı.

Okul kantininin girişinde kuytu bir yerdeydik. Hamdi ile birlikte birkaç arkadaş oturuyorduk. Hatırlıyorum hepimizin üzerinde kabanlar, paltolar, montlar vardı. Kış günüydü.

Bir arkadaş telaşla yanımıza geldi. “Lavaboda abdest alırken beni sıkıştırdılar. Kaçtım” dedi.

Bunu duyan Hamdi, ayağa kalktı. Montunu çıkardı. Omzuna attı. Önce gömleğinin kollarını sıvadı. Sonra pantalonunun paçalarını. Ardından, etrafımızda oturan solcu öğrencilerin duyacağı şekilde bize şöyle bağırdı, “Şimdi ben lavaboya gidiyorum. Abdest alıp, geleceğim. Bana biri engel olmaya kalkışırsa, onu vurup devireceğim. Şayet siz de burda korkudan öyle köskös oturacaksanız sizden de beriyim.”

Hamdi yürüdü. Arkasından yetiştim. Benim arkamdan bir iki arkadaş daha geldi.

Lavaboya gittik. Hepimiz üzerimize çevrili gözlere aldırmadan, homurtuları umusamadan abdest aldık. Önde Hamdi, ardında biz yüzümüzden, kollarımızdan sular akarken kantindeki yerimize gelip oturduk.

O günden sonra ne kantinde rahatsız edildik, ne lavabolarda arkadaşlarımız sıkıştırıldı.

***

Yıl: 1988.

Yer: Kocatepe Camii etrafı.

Kocatepe Camii’nde Kur’an Sempozyumu düzenlendi.

İşte o gün üniversitelerde başlayan başörtüsü yasağını protesto etmek için cami civarına gelen başörtülü öğrencilere polisin çok şiddetli müdahalesi oldu.

Hamdi ile birlikte o müdahaleyi takip eden gazetecilerdendim.

Polis o kadar şiddet uyguluyordu ki bir ara Hamdi bana dönüp şöyle seslendi, “Hasan, fotoğraf makinemde film bitti. Ama deklanşöre basmaya devam ediyorum. Sen de polislerle kızların arasına gir ve sürekli fotoğraf çek. Belki fotoğrafları çekiliyor diye joblarla vurmazlar.”

Ne fayda, joplarla başörtülü kızlara müdahale eden polis bazen bize de vuruyordu. Ama biz hala deklanşore basmaya devam ediyorduk.

***

Yıl: 2016. Günlerden 15 Temmuz. Gece yarısı.

Fetullahçıların başlattığı darbe ve iç işgal girişimi, sırasında Ankara Genelkurmay Başkanlığı’nın önündeki çatışmalar hızlandı. Biz İstanbul’da Ülke Tv stüdyolarında canlı yayındayız…

Hamdi, Genelkurmay’ın önündeki çatışmalarda yaralananları mermilerin havada uçuştuğu anlarda ambulansa taşıyor!

O anları, bir arkadaşımız bir kamera kaydından görmüş ve bana gönderdi.

Aradım, “Sen ne yapıyorsun. Kendine dikkat etmemişsin hiç.” 

Telefonu yüzüme kapatmadı ama, kapatmış kadar yaptı. “Bir can bir candır. Can pazarını görüp de eve mi gitseydim?” 
***
Hamdi kalem erbabıydı. Herkes öyle bilir. Ama biz onu gönül erbabı olarak sevdik.
İkimiz aynı yıl, aynı gün üniversiteye başladık.

İkimiz, aynı yıl gazeteciliğe başladık. Ankara Rüzgarlı Sokak’taki Uçar Han’ın birinci katında Zaman gazetesinin ilk kadrosunun en genç elemanı olarak ben…

Aynı hanın 4’ncü katında Belde gazetesinin en genç elemanı olarak Hamdi.

Sonraki yıllarda, Gündüz’de, Yeni Düşünce’de, Hergün’de hep yollarımız kesişti. Bazen birlikte çalıştık, bazen farklı gazetelerde olsak da birlikte oturup kalktık.

Sonra Hamdi, “devletlü” oldu.

Başbakanlık’ta çalıştı. Meclis’te çalıştı. Cumhurbaşkanlığı’nda çalıştı.

Ama Hamdi, hep bizim Hamdi’ydi.

Ne bir kez olsun burnunu yukarı dikti, ne bir gün olsun “müsait değilim” dedi.
Aradığımızda, ulaştık. Gittiğimizde görüştük.

Ve onu o yapan yönünden zerre miskal dönmedi.

Güvenilirdi. Sırlıydı. Asla ama asla, devlete ait bir bilgiyi bizimle dahi paylaşmazdı.

Geniş gönüllüydü. 

En büyük hatası ve belki zaafı… Kendine olan ihmalkarlığıydı.

Herkesi gözeteyim derken, kendini ihmal etti.

Bizim Hamdi buydu. 

***

Yıllar yılları kovaladı. Çocuklar büyüdü. 

Hamdi gibi bazılarımızı torun torbaya kavuştu.

Hastalıklar peşimize düştü.

En onulmazı da Hamdi’yi buldu.

***

Hatırlıyorum, ilk ameliyatından sonra hastanede ziyaretine gittiğimde, “Bak kardeş biz de hastalanıyormuşuz” dedi gülerek!

O hastalık onun peşini ondan sonra bırakmadı.

***

Hamdi, yalan dünyayı bıraktı. Ahirete göçtü.

Rabbimize kavuştu.

Ben şehadet ederim ki, 

Hamdi, Müslüman’dı. Mü’min’di. Muvahhid’di.

Memleleketin derdiyle dertlendi, kafa patlattı.

Ben şehadet ederim ki,

Hamdi, çok ama çok iyi bir dosttu. Sırdaştı. Arkadaştı.

Ve Hamdi,

Çok iyi bir eş. Çok iyi bir babaydı.

Kızı Aybike’nin mezarı başında söylediği şu sözü paylaşayım, “Hasan amca, bu adamın kızı olmaktan gurur duyuyorum.”

Ahiret yurdunda buluşuncaya kadar güle güle dostum.

Rabbim seni rahmetiyle karşılasın. Efendimize komşu olasın. 

Cennet ehline bizden selam götüresin.

HASAN Öztürk / Haber7

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat