İmralı
- GİRİŞ14.09.2025 09:19
- GÜNCELLEME14.09.2025 09:19
Armutlu Yarımadasının batı ucundaki Bozburun’dan günbatımı yönünde denize dikkatlice bakarsanız; küçük bir karaltının yükseldiğini fark edersiniz.
Burası İmralı Adasıdır.
Marmara Denizine serpilmiş yirmiden fazla adanın en büyüğü ve en çok gidileni olmasa da en bilineni, en tanınanıdır.
Ülkemizin ilk ve tek ada hapishanesi burada kurulmuş, yakın dönem siyaset tarihimizin en büyük dramı burada yaşanmış, terör yargılamalarına ev sahipliği yapmış, romanlara, filmlere, tiyatro oyunlarına konu olmuştur.
14. Yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine giren İmralı, Osmanlı Devletinin Marmara Denizinde ele geçirdiği ilk adadır. Orhan Gazi döneminin önemli komutanlarından Emir Ali Bey tarafından fethedilmiş, “Kalolimnos” olarak bilinen adı “Cezire-i Emir Ali” olarak değiştirilmiş, isim zamanla “İmralı”ya dönüşmüştür.
Osmanlı idare sisteminde Mudanya kazasına bağlı bir nahiye olarak konumlanan İmralı’ya Ortodoks Rumlar yerleştirilmiş, 20. Yüzyıl başlarına kadar varlığını koruyan üç köy kurulmuştur.
Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında adanın nüfusu 1200 kişiydi ve tamamı Rumlardan oluşuyordu. Lozan Antlaşmasından sonra yapılan mübadele ile Girit Türkleri Anadolu’ya getirilirken onlar da Yunanistan’a gönderildiler. Ada bir anda ıssızlaştı. Tek bir insanın bile yaşamadığı koca bir emval-i mekrukeye dönüştü.
Fırtınalı havalarda balıkçı teknelerinin sığınağı olmaktan öteye geçmeyen adanın bu terk edilmişliği 1935 yılına kadar sürdü. O yıl, Ceza İnfaz Sisteminde köklü bir değişikliğe gidilerek “İş Esası Üzerine Kurulu Cezaevleri”nin açılması kararlaştırıldı. İmralı Adası, Cezaevleri Umum Müdürlüğüne devredildi. Gazetelerde adanın açık cezaevi haline getirileceği, mahkûmların tarım yaparak rehabilite edilecekleri yönünde haberler yayınlandı. Ardından hummalı bir faaliyet başladı. Tarım alanları düzenlendi, manastır binası onarılarak hapishane haline getirildi. İlk etapta İstanbul ve Bursa cezaevlerinden seçilen 70 kişilik mahkûm kafilesi buraya nakledildi.
1936 yılında Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, yeni infaz sisteminin detaylarını anlatarak İmralı’nın bu amaçla kurulmuş ilk örnek olduğunu söyledi.
Yeni sistem, mahkûmları çalışma hayatına katmayı ve topluma kazandırmayı amaçlayan dört aşamalı bir plan içeriyordu. Birinci aşamada mahkûmlar hücrede tutuluyor, ikinci aşamada koğuşlara alınıyor, üçüncü ve dördüncü aşamalarda tümüyle cezaevinden çıkarılarak özgür bir iş ortamında çalışmaları sağlanıyordu. Üçüncü aşamaya geçen bir mahkûm çalıştığı her üç güne bir gün, dördüncü aşamadaki mahkûm ise her iki güne bir gün infaz indirimi alıyor, böylece mahkûmiyet süreleri yarı yarıya azalmış oluyordu.
Bu şekilde hapishanelerin cezalandırma merkezi olmaktan çıkarılıp aynı zamanda birer üretim merkezine dönüşmeleri hedeflenmişti. Ürünleri piyasada satışa sunulacak, devlete yük olmaktan çıkan cezaevleri aynı zamanda mahkûmlar için ek gelir kapısı olacaktı.
Yeni sisteme alınacak mahkûmlar için birtakım şartlar belirlenmişti. Eski sistem içinde bir müddet kalmış olmaları, iyi hal içinde bulunmaları, hastalık taşımamaları ve devlete karşı suç işlememiş olmaları bu şartlardan bazılarıydı.
İmralı Cezaevi, yeni sistemin ilk örneği olarak 1936 yılında resmen faaliyete geçti. Tahıl, sebze-meyve üretimi ve balıkçılık üzerinde yoğunlaştı. Mısır Çarşısı başta olmak üzere İstanbul’un kalabalık noktalarında satış ofisleri açtı. Kısa zamanda büyük başarı sağladı. Uygulamanın en nadide örneği, vitrinin en ışıltılı ürünü oldu. Mahkûm sayısı beş yıl içinde 900’ü geçerek adanın mübadele önceki nüfusuna erişti. Mahkûmlar, müzik ve film geceleri düzenlediler. Ada içinde yayın yapan bir gazete çıkardılar. Futbol takımı kurup maçlara çıktılar.
Yerli ve yabancı gazeteciler, siyasetçiler, bilim adamları, sosyologlar adanın müdavimi oldular. Kelepçesiz ve neredeyse gardiyansız bir hayat süren mahkûmların hayatları üzerine yazı dizileri hazırlandı, filmler çekildi, üniversitelerde tezler hazırlandı. Kriminoloji ve hukuk öğrencileri için bir laboratuvar olarak kullanıldı. On iki yılda, 5 binin üzerinde mahkûm İmralı’dan gelip geçti. Sistemin başarısı, sayının hızla artmasını sağladı. Edirne, Kayseri, Zonguldak, Malatya, Isparta başta olmak üzere ülkenin muhtelif şehirlerinde bu yöntemle çalışacak 16 yeni cezaevi açıldı.
1950’lere kadar altın çağını yaşayan bu sistem zamanla yıprandı. Cinayet ve gasp suçlusu insanların konforlu ve asude bir hayat yaşadıkları algısı toplumun değişik kesimlerini rahatsız etti. Bunların mağdur ettiği aileler art arda açıklamalar yapmaya başladılar. Bazı cinayet zanlılarının, “İmralı’da müreffeh bir hayat yaşamak için bu yola girdiklerini” söylemeleri bardağı taşırdı.
1953 yılında Türk Ceza Kanununda yeni bir değişiklik yapılarak sistemden vazgeçildi. İmralı ayrıcalıklı konumunu yitirip siyasi mahkûmların da tutulduğu sıradan bir cezaevine dönüştü.
İmralı Adasını Türk ve Dünya kamuoyuna taşıyan en önemli gelişme 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yaşandı.
Cumhuriyet döneminin ilk serbest seçimiyle iktidara gelen Demokrat Parti, bu darbeyle devrilmiş, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere tüm DP yöneticileri, bakanları ve milletvekilleri tutuklanarak Yassıada’ya getirilmişlerdi. Burada kurulan göstermelik mahkemede utanç dolu yargılamalar yapıldı. 15 Eylül 1961’de biten bu yargılamalar sonucunda DP’nin önde gelen isimlerinden 31 kişi müebbet hapse, 14 kişi idama mahkûm edildi. İhtilali yapan Milli Birlik Komitesi adındaki askeri cunta, aynı akşam alelacele toplandı. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamlarını onaylayıp diğerlerini müebbet hapse çevirdi.
Kararın onaylandığı saatlerde Yassıada’yı derin bir hüzün sarmış, İmralı Adası telaşlı bir hazırlığa başlamıştı. Mezarlar kazılıyor, tabutlar yapılıyor, darağaçları çatılıyordu.
İdam ve müebbet cezası verilenler, hücumbotlarla Yassıada’dan İmralı’ya taşındılar. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül sabahı, Başbakan Adnan Menderes 17 Eylül günü öğle saatlerinde idam edildiler. Müebbet hapis cezası alan diğer politikacılar yeni yerlerine nakledilene kadar adanın güney kısmında ziraat köylerinin bulunduğu kısımda hapsedildiler.
Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın naaşları İmralı Adasına gömülüp çeyrek asırdan fazla burada kaldılar. Menderes’in 29. ölüm yıldönümü olan 17 Eylül 1990 tarihinde devlet töreniyle buradan alınarak İstanbul’a getirildiler ve Vatan Caddesinde yapılan anıt mezara nakledildiler.
Yılmaz Güney’in de bir dönem tutuklu olarak kaldığı ve “Yol” filmine konu ettiği İmralı Adasının macerası 1999 yılında yeni bir aşamaya girdi.
Türkiye’nin en kanlı terör örgütlerinden olan PKK’nın elebaşısı Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra buraya getirildi. Bu esnada ada hapishanesinde 247 mahkûm bulunuyordu. Kısa süre içinde apar topar başka cezaevlerine nakledildiler. Ada tek kişilik bir zindana dönüştürüldü.
......................
İmralı Adasının kuş bakışı görünümü adeta bir kum saatini andırır. Marmara Denizinin ortasına kurulmuş bu saat akmaya, her yıl Eylül ayının ortaları geldiğinde ise 27 Mayıs darbesinin heder ettiği insanları hatırlatmaya devam ediyor.
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar2