CHP’nin yapısal krizi: Kurumsal zayıflık, politika kısırlığı
- GİRİŞ19.09.2025 08:45
- GÜNCELLEME19.09.2025 08:45
CHP’nin yaşadığı iç iktidar mücadeleleri, kronik kurultay tartışmaları, slogan siyasetine dayalı muhalefet anlayışı, yönettiği belediyelerdeki yolsuzluklar ve sınırlı performansı, küresel gündemden kopukluğu, Türkiye’nin sorunlarına alternatif çözüm üretme kapasitesini tartışmalı hale getirmektedir.
Siyasi partiler, Sartori’nin ifadesi ile yalnızca seçim kazanma aracı değil; aynı zamanda toplumsal talepleri formüle eden ve devlete politika olarak aktaran kurumsal mekanizmalardır. Bu çerçevede bir partinin başarısı, yalnızca seçim sonuçlarıyla değil; uzun vadede politika üretme kapasitesi, kurumsal sürekliliği ve toplumsal karşılığı ile ölçülür. CHP’nin bugünkü krizinin temelinde, bu üç alandaki performans zayıflığı yatmaktadır.
CHP’de kurultaylar, teoride parti içi demokrasinin bir aracı iken, pratikte neredeyse hiç bitmeyen bir iç iktidar kavgasına ve liderlik mücadelesine dönüşmüştür. Bu durum, Michels’in ünlü “oligarşinin tunç kanunu” yaklaşımı ile birlikte düşünüldüğünde partinin sürekli bir yönetim istikrarsızlığı yaşadığını göstermektedir. Liderlik tartışmalarının medya gündeminde işgal ettiği yer, partinin ekonomik reform, dış politika ve teknoloji stratejileri gibi alanlarda politika önerileri var mı yok mu anlaşılmaz hale getirmektedir.
Bu kısır döngü, partiye yönelik kamuoyu algısında bir “iktidar alternatifi” değil, “iç çekişmelerin partisi” düşüncesinin oluşmasına neden olmaktadır.
Çok uzun bir zamandır CHP’nin siyasal enerjisi, Türkiye’nin yapısal sorunlarına çözüm üretmek yerine, iç rekabet/hesaplaşma, yolsuzluk - yozlaşma savunusu ve delegasyon hesaplarına harcanmaktadır.
Günümüz insanı/seçmeni, siyaset sosyolojisinin de ortaya koyduğu üzere, giderek daha fazla somut ve müspet politika talep etmektedir. Ancak CHP’nin muhalefet dili çoğu zaman soyut değerler — demokrasi, özgürlük, adalet ve elbette tanımlayamadıkları bir Atatürkçülük — etrafında şekillenmekte ve bu kavramlar anlatılabilir ve anlaşılabilir programlara dönüşememektedir. Bu durum, seçmen nezdinde partiyi “eleştiren ama çözüm üretmeyen” bir yapı olarak konumlandırmaktadır.
Örneğin, ekonomik kriz ve enflasyon karşısında CHP’nin sunduğu politika önerileri yoktur, tek söyledikleri “biz iktidar olunca çözeceğiz ”den ibarettir, keza, makroekonomik istikrar, vergi reformu, dijital dönüşüm veya yeşil ekonomi gibi alanlarda dar veya kapsamlı, küçük veya büyük stratejik belgeler sunulmamaktadır. Bu da partinin iktidar olmayı çok istese de “iktidar olmaya hazır” bir program geliştirmekte zorlandığını göstermektedir.
CHP’nin elindeki büyükşehir belediyeleri, partinin yönetim kapasitesini test edildiği laboratuvar işlevi görmüştür... Ancak seçim öncesi verilen sosyal konut, ulaşım projeleri, yeşil alan artışı ve sosyal yardımlar gibi vaatlerin önemli bir kısmı ya hiç gerçekleşmemiş ya da sınırlı düzeyde kalmıştır. Ayrıca belediyelerde kadrolaşma, ihale süreçlerinde şeffaflık ve mali disiplin konularında kamuoyuna yansıyan tartışmalar, ortaya çıkan rüşvet, irtikap, görevi kötüye kullanma boyutlarındaki yolsuzluk ve yozlaşmalar partinin “yeni bir yönetim anlayışı” iddiasını ortadan kaldırmaktadır.
Bu durum, “yerel performans – genel oy desteği” ilişkisini tersine çevirmekte; yani belediye başarısının genel seçimlere pozitif yansımak yerine partinin güvenilirliğini aşındırmasına neden olmaktadır.
Türkiye’nin jeopolitik konumu, 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken önemli bir dönüşüm yaşamaktadır: çevremizdeki savaş ve sıcak çatışmalar, terörsüz Türkiye adımları, savunma sanayii yatırımları, enerji bağımsızlığı politikaları, dijital altyapı çabaları ve göç yönetimi stratejileri devletin en öncelikli gündem maddeleri haline gelmiştir.
CHP ise bu alanlarda genellikle reaktif bir tutum takınmakta, iktidarın politikalarını eleştirirken kendi parçalı veya bütüncül vizyonunu ortaya koyamamaktadır.
Bu bağlamda CHP’nin, küresel ölçekte yaşanan enerji dönüşümü, yapay zekâ regülasyonları, Asya-Pasifik eksenli yeni ticaret yolları ve blokları gibi gelişmeler karşısında stratejik bir politika seti geliştirmemesi, partiyi başarısız, hırslı, hırçın, kavgacı, üretmeyen bir “iç siyaset aktörü” görünümüne indirgemektedir.
CHP’nin yaşadığı sorunlar elbette küresel merkez-sol partilerin krizinden bağımsız değildir. Avrupa’da sosyal demokrat partiler, küreselleşmenin getirdiği eşitsizlikler, göç krizleri ve kimlik siyaseti karşısında uzun süre yönsüz kaldılar.
Almanya SPD’si, 2010’larda yaşadığı tarihî oy kaybını, ancak Olaf Scholz’un liderliğinde somut sosyal devlet reformları ve dijitalleşme stratejileri önererek aşabildi.
İngiltere İşçi Partisi, Corbyn dönemindeki ideolojik kutuplaşmadan sonra Keir Starmer ile birlikte pragmatizme yöneldi ve kamuoyunda “iktidar olabilir” görüntüsünü ancak kazandı.
İskandinav Sosyal Demokratları, göç ve güvenlik konularında merkez sağla ortaklaşan politikalar geliştirerek seçmen tabanlarını yeniden konsolide ettiler.
CHP’nin bu örneklerden çıkarabileceği ders, ideolojik retoriğin tek başına yeterli olmadığı; veri temelli, uygulanabilir ve toplumun geniş kesimlerine hitap eden politikaların gerekli olduğudur. Peki bugünün CHP’si bunu yapabilir mi?
Tüm enerjisini iç iktidar mücadelesine ve yolsuzluklarla anılan partililerinin aklanmasına ayıran, adeta bir kişinin “halkalı kölesi” haline gelen CHP bu sarmaldan çıkabilir mi?
CHP’nin içinde bulunduğu bu yapısal krizden çıkabilmesi için çok boyutlu bir reform süreci gerekir:
Öncelikle kendi içinde bir kurumsal reforma gitmelidir. Parti içi demokrasi mekanizmaları kişisel çekişmelerden, beklentilerden, yolsuzluk ve yozlaşma malulü bir kişinin ipoteğinden arındırılmalı, liyakat temelli kadrolar güçlendirilmelidir.
Makroekonomi, teknoloji, eğitim ve dış politika alanlarında uzun vadeli strateji belgeleri hazırlanmalı, kamuoyuyla şeffaf biçimde paylaşılmalıdır.
Belediyeler şeffaflık ve etkinlik açısından örnek hale getirilmeli, sosyal politika başarıları ölçülebilir verilerle raporlanmalıdır. Yolsuzluk ve yozlaşmaya sıfır tolerans benimsenmelidir. Meydan mitinglerinde yolsuzluk ve yozlaşma savunusu ile bu krizler aşılamaz.
CHP, Türkiye’nin jeopolitik konumunu dikkate alan küresel bir vizyon inşa etmelidir…
Kısacası, CHP’nin yaşadığı kriz, salt bir liderlik sorunu değil; aynı zamanda bir kurumsal kapasite ve vizyon eksikliği ile ilişkilidir.
Küresel merkez-solun yeniden yapılanma deneyimlerinden ilham alan, somut ve veri destekli politikalar üreten, belediyelerde başarı hikâyeleri oluşturabilecek bir CHP, hem Türkiye demokrasisi hem de siyasal rekabetin kalitesi için kritik önemdedir.
Peki, yine soruyorum, kolay mı, bu CHP bunu yapabilir mi?
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Yorumlar15