Erdoğan'ın Beyaz Saray randevusundan çıkan sonuçlar
- GİRİŞ27.09.2025 09:27
- GÜNCELLEME27.09.2025 09:30
Perşembe akşamı Beyaz Saray’dan gelen görüntülerde bir şey dikkat çekiciydi.
Ev sahibi sıfatıyla ABD Başkanı Donald Trump, misafiri Tayyip Erdoğan’ı mütemadiyen övgü yağmuruna tutarken, Erdoğan vakur ve dolduruşa gelmeyen bir tutumla buna cevap verdi hep.
Övgü dolu cümlelere ayağı yerden kesilecek şekilde değil, ayağı yere basacak şekilde refleks gösterdi.
MESAFELİ MEMNUNİYET…
Bu tutum için ‘Mesafeli memnuniyet’ şeklinde bir kavram kullansam yerini bulur mu acaba?
Bulur galiba.
Ankara’daki 20 yıllık tecrübemden, Cumhurbaşkanı ile teşrik-i mesai yapmış isimlerden dinlediklerimden bildiğim bir şey var:
Erdoğan, ABD ile ilişkilerde her zaman dikkatli, her zaman ölçülü ve ifrat/tefrit çizgisinden uzak bir çizgide hareket etmiştir.
Şöyle bir tarif yapabilirim:
Diyalog kanallarını açık tutma anlamında istekli, ama tuzağa düşmemek adına hep dikkatli bir tutum…
Güven/güvensizlik dengesini, menfaat/ihtiyaç/zorunluluk dengesini kendi zihninde ideal bir yere oturtmaya çalışarak hareket etmiştir Cumhurbaşkanı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, Washington’a dönük güvensizlik duygusu had safhaya çıkmış, “Amerika’ya elini verirsen kolunu kaptırırsın” şeklinde bir kanaat tebarüz etmişti Erdoğan’ın fikir ve davranışlarında.
Hafta başında yazmıştım.
Son Beyaz Saray gezisi aslında çok daha önce gerçekleşebilirdi.
Ancak Erdoğan bu konu önüne her geldiğinde, “Tamam Amerika’ya gidelim de, gidince ne alacağız” sorusunu ziyaret hazırlığı yapan ekiplere sormuş, ikna edici cevaplar alana kadar, deyim yerindeyse, demir tavını bulana kadar sabırla beklemeyi tercih etti.
TİCARİ ANLAŞMALAR KAZAN/KAZAN ANLAŞIYI ÜZERİNE OTURUYOR
Beyaz Saray görüşmesinin ticaret ayağında özellikle enerji alanında güçlü anlaşmalar karşımıza çıktı.
Hem nükleer enerji anlaşması…
Hem ABD’de LNG doğalgaz alımı anlaşması…
Türk Hava Yolları’nın Amerikan Boing firmasından alacağı yolcu uçaklarını da buna eklemeliyiz.
Trump’ın Erdoğan’ın etrafında pervane olduğu görüntüleri, bu anlaşmadan duyduğu memnuniyetle ilişkilendirmek yanlış olmaz.
Ama bu anlaşmalara Amerika’ya kazandırırken, Türkiye’ye kaybettiren anlaşmalar olarak bakmak da doğru olmaz.
Tek tek bakalım…
Nükleer enerji başlığında malum Türkiye, Rusya ile Akkuyu nükleer santrali üzerinden epeyce mesafe kat etti.
Bu projenin takriben 22 milyar dolarlık bir maliyeti var.
Ama orada da bir kazan kazan sonucu karşımıza çıkacak.
Akkuyu santrali devreye girdiğinde Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu, İstanbul’un elektrik ihtiyacının yüzde 90’ının tek başına karşılayabilecek bir potansiyele sahip olacak.
Böylesine büyük bir projenin Türkiye’nin enerji ihtiyacına yapacağı katkıyı dikkate aldığınızda Akkuyu’nun ne kadar doğru bir karar olduğu sonucuna ulaşırsınız.
ABD ile yapılan anlaşmanın da böyle bir çerçevesinin olması çok muhtemel.
ABD tarafı Türkiye’ye Rusya ile ilişkilerinden duyulan rahatsızlığı Ankara’ya mütemadiyen iletip duruyordu kapalı kapılar arkasında.
Yeni durumda Ankara şunu demiş oluyor Washington’a.
“Gelin bir anlaşma da sizinle yapalım, siz de kazanın, biz de kazanalım.”
Böyle olunca Türkiye, Güney Kore, Çin, Japonya gibi ülkelerle de yürüttüğü nükleer santral işinde Amerikan tarafını tercih etmiş olacak.
Bu şekilde, Akkuyu üzerinden gelen baskılar azalacak, günün sonunda herkese (Türkiye ve ABD) kazandıracak bir sonuç çıkmış olacak.
Beyaz Saray’da yapılan doğalgaz anlaşmasına göre Türkiye, ABD’den yılda 4 milyar metreküp LNG, yani sıvılaştırılmış doğalgaz alacak.
Bunun şu anki fiyatlara göre değeri takriben yıllık 2 milyar dolar.
Türkiye yılda, takriben 50-55 milyar metreküp doğalgaz tüketimi yapıyor.
Bu da demek oluyor ki, ABD’den ithal edilecek olan gaz, Türkiye’nin yıllık gaz tüketiminin takriben yüzde 7,5-8 ’ini karşılıyor olacak.
Mevcut keşiflere baktığımızda, örneğin Karadeniz gazının tam kapasite devreye girmesi halinde tüketilen gazın takriben yüzde 25’i yerli gazdan oluşurken, geri kalan yüzde 75’i ithal etmeye devam edeceğiz.
Yani, önümüzdeki yıllarda da Türkiye, yeni keşifler olsa bile gaz ihtiyacının önemli kısmını dışarıdan karşılamak durumunda kalmaya devam edecek.
Biraz fiyat farkı olsa da, netice itibarıyla Türkiye, kullandığı gazı, aynı zamanda Rusya, İran, Azerbaycan gibi ülkelerden de ithal etmeye devam ediyor.
TÜRKİYE’NİN ‘BUZ DAĞINA’ ÇARPMADAN YOLUNA DEVAM ETMESİ İÇİN…
Buz dağı metaforunu üst düzey bir yetkiliden duyduğum için burada böyle kullandım.
Demişti ki, üst düzey yetkili:
“Bizim şu anki bütün gayretimiz, Türkiye gemisinin buz dağına çarpmadan yoluna devam etmesi için.”
ABD ile ilişkilerin sağlıklı bir zemine ‘çıpalanması’, içinden geçtiğimiz bölge ve dünya konjektüründe önem taşıyor.
Amerika’ya “ne diyorsanız o” biçiminde bir teslimiyetle değil, ilişkileri dengeli şekilde yürütmekten söz ediyorum tabi.
Yapılan ticari anlaşmaların dışında, Erdoğan’ın Beyaz Saray randevusunda Gazze ve Suriye üzerinde önemli bir takım müzakerelerin yapıldığı ve bir takım uzlaşmalara varıldığı belli oluyor.
Beyaz Saray buluşmasının olduğu gün, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barack, Yunus Paksoy’a SDG’nin Şam’a entegrasyonuyla alakalı süreçte hızlanmalar olacak” şeklinde bir açıklama yaptı.
Zaten, mevcut Şam yönetiminin ABD tarafından tanınması anlamında son 10 gün içerisinde önemli gelişmeler yaşandı, hep beraber izledik.
Ki, bu gelişmelerin Ankara’nın arzusu istikametinde olduğu aşikar.
Bu son haberler de gösteriyor ki, Türkiye ile ABD arasında Suriye özelinde de bir takım mutabakatlar sağlanmış durumda.
Türk/Amerikan ilişkilerinin doğasının her zaman bir al/ver ilişkisi üzerine oturduğunu dikkate aldığımızda, Türk heyetinin Washington’dan akıllı insanların ulaşabileceği türden sonuçlar elde ederek döndüğünü rahatlıkla ifade edebiliriz.
Mehmet Acet / Haber7
Yorumlar4