Güzel ahlakın membaından içenler dünyayı dönüştürüyor
- GİRİŞ08.10.2025 08:39
- GÜNCELLEME09.10.2025 08:55
Köyümüzde ilkokul yoktu.
Köyümüzün çocukları, ilkokulu, yakın köyümüzde, Değirmenli Köy’de okuyordu.
Ben de ilkokula Değirmenli Köy’de başlamıştım.
Dördüncü yılın sömestr tatilinde, rahmetli babamın bizim köy Camii'nin Medresesinde yaptırdığı bir düzenleme sonucunda köyümüzün bütün öğrencileri ilkokulu Medresede okuduk.
Köyümüzün, eli çekiç, testere ve keser tutan birkaç kişisi köy imamı olan babamın tarifine göre bizim için duvar boyunca upuzun tahtalardan oturaklar ve masalar yaptırmıştı.
Bütün ilkokul öğrencileri, beşinci sınıf dahil hepimiz o tek odalı Medrese/sınıfımızda ilkokulu bitirip, diplomalarımızı aldık.
Değirmenli Köy’den kendi köyümüze geldiğimizde adı İlhami Öztürk olan öğretmenimiz de hazırdı. Daha ilk günlerden birinde, İlhami Hoca sınıfımıza şöyle bir soru sormuştu: “İnsanla hayvan arasındaki en önemli fark, nedir?” Saatlerce ter döktük ama, bir türlü doğru cevabı verememiştik. Sonunda hocamız doğru cevabın akıl olduğunu söylemişti de bir yığın saçma sapan; kuyruk, boynuz, dört ayak gibi gülünç cevaplardan bizi kurtarmıştı.
Bu konudaki tartışmaları bir tarafa bırakırsak, İnsanla hayvanın en önemli farkı bana kalırsa ahlaktır.
Çünkü aklı, zekâsı, kültürü, bilgisi ya da birkaç diploması olanlar ahlaksız ise, 1 rakamının sağındaki sıfırlar gibi, hiçbirinin önemi yok.
İnsanlar heva, heves ve nefsi arzular doğrultusunda bir sözüm ona “ahlak” sahibi oluyorlar ve bu ahlak çerçevesinde de zihniyet oluşuyor.
Belki ahlakı tamamlayan diğer bir özellik de empati yeteneğidir.
Zira, aklı olmadığını bildiğimiz hayvanların birçoğu iyi bir eğitimden geçtikten sonra insan kadar ciddi ve şaşırtıcı becerilere sahip oluyorlar.
Oysa, kimi insanların tam da doğal olarak insanca davranmasını beklediğimiz sırada hayvandan daha aşağı derekeye düşmesi şaşırtıcı oluyor.
Bu noktada karşımıza şöyle bir soru çıkıyor: “hayvandan aşağı derekeye düşen fert olarak insan mı yoksa, bu bir zihniyet meselesi midir?”
Yani A zihniyetindeki tüm insanlar hayvandan aşağı mıdır da B zihniyetin mensupları üstün insanlardır yoksa, her iki zihniyetten hem üstün hem de aşağı insan çıkabilir mi?
Sorusunu da sormak gerekecek.
Sanırım her zihniyetten her türde insanın çıkabileceğini söylemek en doğrusu ama bazı zihniyetlerin içinden daha fazla sayıda hayvandan aşağı insan çıktığını kabul etmemiz gerekecek.
Bu durumda zihniyetin kışkırtıcılığını, insanı eğitip melekleştirmek yerine onu şeytanla ortak hareket edecek hale getirdiğini bilmemiz gerekiyor.
Böylece “ilk taşı atanın” şeytan olduğunu, ikincisinin de kardeşini katleden Kabil olarak ete kemiğe büründüğünü görüyoruz ve hayvandan aşağı özelliklerin de bu ırkçı zihniyet içinden çıktığını artık rahatça söyleyebiliriz.
YA BİZDENSİN YA DA BİZDEN DEĞİLSEN TERÖRİSTSİN
Bu zihniyet, dünya hayatının en iyisine kendilerinin layık olduğunu düşünüyor.
Öteki insanların birer Goyim yani hayvan olduğuna inanıyor.
Öteki insanların kendilerine hizmet etmek için yaratıldığını, hayvanlar gibi yük taşımak, sırtına binilmek ve tüm ağır işleri kendilerinin yerine onların yapması için var olduklarına inanıyorlar.
Diğer insanlar, kendileri gibi düşünmüyor, kendileri gibi giyinmiyor, inanmıyor, ibadet etmiyor, kendileri gibi gezmiyorlarsa en ağır şekilde cezalandırılmaları, hatta öldürülmeleri de gerekir.
Şu anda Netanyahu ve diğer Siyonist Yahudilerin inancı, bu.
Bir zamanlar ABD'nin Neocon Başkanlarından George W. Bush ne demişti “ya bizdensin ya da bizden değilsen, teröristsin”.
Hoş şimdilerde de Netanyahu denen psikopata, Filistin’de soykırım yaptırıp alkışlayan Trump da aynı zihniyete dört elle sarılmış ya ..
Bu zihniyet için yeryüzünde iki insan vardır; biri siyah, biri beyaz.
Beyazlar kendi zihniyetinde olanlardır.
Siyahlar ise diğerleridir.
Kendileri efendi, diğerleri köledir, marabadır, uşaktır.
Birinci dünya savaşından sonra yani emperyalizmin ağırlık merkezinin İngiltere'den ABD'ye kaymasından sonra yavaş yavaş bizim ülkemizde ve coğrafyamızda da görülmeye başladı bu zihniyet.
Bizim zengin bölgelerimizde, şehir ve kasabalarımızda çoğalarak bir fırkanın yelkenlerini şişiren bu zihniyeti sanırım en iyi Lenin resmetmişti.
Ne demişti October devriminin lideri, bu batının köksüz aydın (!) ve liberalleri için: Komünizm'in faydalı salakları.
Salaklar, çünkü bunlar, bu coğrafyada Osmanlı'nın ardından, İngilizlerin itmesi ile birinci meclisi kapattırıp, ikinci meclis doğrultusunda inkâra, kana ve zulme dayalı ulusalcı-ırkçı bir rejim kurmakla kendilerini zihniyet olarak başarılı, erişilmez sanıyorlar.
Üstelik bu coğrafyayı çok fazla sahiplendiler.
Onların Çavuşesku'ya, Enver Hoca'ya, Stalin'e, Lenin’e, Mao’ya, Trump’a, Enver Sedat'a, Hafız Esed' e hayranlıkları ve bağlılıkları kendilerini Soma'nın kömür işçisinden koparmakla kalmadı, bağlarını, Anadolu insanından da büsbütün kopardı.
Yenilmiş, mağlup olmuş bir şuurdan, yenmeğe, alt etmeye istekli bir şuur çıkmadı, takatsiz, aşırı kompleksli, özentili ve renksiz bir “okur-yazar”, hatta ilk başlarda mütercim takımı çıktı ortaya.
Bunlar yeniden ayağa kalkmayı, yeniden büyük olmayı bir tarafa bırakın, denemeyi bile göze alamayacak kadar köle ruhlu oldu.
Öyle ki ülke içinden denemeyi düşünenleri dahi düşman görüp;
“iyi oldu öldüler, filan inanca ya da falanca gruba mensup oldukları için onlara müstahak oldu” diyecek kadar ahlaksız oldular, sahiplerine, ruhları ve zihinleri ile bağlandılar.
Kardeş olmanın lezzetinden, birlik olmanın gücünden nasipsiz kaldılar.
Anadolu'yu ve Anadoluluğu sahiplerine sattılar.
Bu kimseler bir tek defa olsun, Anadolu topraklarında bir yoksulun, bir köylünün, bir kimsesizin, bir yetimin gözlerinin içine bakmadı, bakamadı.
Çünkü onlara rağmen, onlara sormadan “bir bina” yaptılar.
Eğer bakabilmiş olsaydılar bugün biz, hepimiz aynı yüksek ahlakın sahipleri olacaktık. Belki görüşlerimiz farklı, düşüncelerimiz değişik ama aynı yöne bakıyor olacaktık.
“Devlet beslemeli” zenginlikleri, devrim fırsatçılığında fötr şapka satarak saltanat kuran iş birlikçi baronlarla samimiyetleri, Mr. Merlot'larla şişesi sekiz bin euro olan kırmızı Petrus şarabın köpürtüldüğü Masa etrafında buluşan dostlukları olduğu halde, elbette bizimle aynı ahlak çerçevesinde buluşamazlar.
Biz de bekliyoruz ki seksen beş milyon birlikte gülelim, birlikte ağlayalım, birlikte acılarımızı bölüşelim.
Öğretmenim İlhami Öztürk İzmir’de yaşıyor.
Kendisi ile birkaç yıl önce telefonla görüştük. Telefonda biraz konuşup adımı, soyadımı söyleyince beni tanıdı.
Şimdi bugün tekrar arasam bana o soruyu elbette sormaz ama, eğer soracak olursa cevabım hazır: İnsanla hayvan arasındaki en büyük fark ahlaktır.
Zaten güzel ahlakın membaı olan iki cihanın Efendisi de (sav), güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğini söylemiyor mu?
Gazze’de dünyaya yeniden, bu güzel ahlakın somut örneğini sunan “Çağımızın sahabeleri” adeta “Güneşin Batıdan Doğuşuna” vesile oluyorlar.
Bir süre önce bütün bir kâinat, O’nun teşrifinin 1500’üncü yıl dönümü ile şeref kazandı.
Ne mutlu, O’nun güzel ahlak membaından içerek süslenen ve O’nun ümmetinden olmak için emek veren, çile çeken Gazzeli Müslümanlara.
Tazim, saygı ve bağlılıkla selamlıyorum İki Cihanın Efendisini (sav).
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar4