Balıkla birlikte kokan esnaf ahlakı…
- GİRİŞ09.10.2025 08:54
- GÜNCELLEME09.10.2025 08:54
Eskişehir’de yaşanan ve “Balık kokuyor dedi, balıkla dövdüler” haber başlığıyla kamuoyuna yansıyan olay, ilk bakışta sıradan bir pazar tartışması gibi görünse de, aslında çok daha derin bir meseleyi işaret ediyor: ekonominin vicdanı meselesini…
Bir vatandaş, aldığı bozuk ürünü iade etmek isterken şiddete maruz kalıyor. Bu olay, sadece müşterisine şiddet uygulayan berbat, kötü bir esnafın değil, günümüz ticaret ahlâkının da sorgulanması gereğini ortaya koyuyor...
Yine Gaziantep’te bir Belediye Başkanı yaptığı denetimlerde tonlarca bozuk gıda stoklayan ve satmaya hazır bir işletme sahibine haklı olarak “Sen bunları annene yedirir misin?” diye soruyor… Ticaret Bakanlığı denetimlerinde yüzlerce ton bozuk gıda, taklit ve tağşiş ürünü tespit ediyor… Bunları kamuoyu ile paylaşıyor. Çarşı pazardaki fiyat manipülasyonu, ahlaksızlıkları ise cabası…
Medeni, gelişmiş bir toplumda, müşteriyle satıcı arasındaki ilişki yalnızca alım-satım ilişkisi değildir; aynı zamanda karşılıklı saygı, güven ve hakkaniyet ilişkisidir.
Modern devletin temel görevlerinden biri, ekonomik yaşamda bireyi koruyacak hukuki zeminleri sağlamaktır. Türkiye, bu alanda son yirmi yılda köklü bir dönüşüm yaşamıştır. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, yalnızca bir hukuk metni değil; piyasanın vicdanını temsil eden bir sivil sözleşme niteliğindedir.
Bu yasa, tüketiciyi salt “müşteri” olarak değil, hak sahibi bir vatandaş olarak konumlandırmıştır. Ayıplı malın iadesinden haksız fiyat artışına, taksitli satıştan e-ticaret düzenlemelerine kadar birçok alanda tüketicinin menfaatini esas alan bir sistem inşa edilmiştir.
Ancak hukuk tek başına yeterli değildir. Geleneğin, ahlakın, kültürün desteği olmadan hukuk kâğıt üzerinde kalır. Esnaf ahlâkı, üretici sorumluluğu ve tüketici bilinci, bu sistemin tamamlayıcı unsurlarıdır. Eskişehir’deki, Gaziantep’teki olaylar da, günlük hayatta karşılaştığımız pek çok bozuk gıda, taklit ve tağşiş, fiyatlardaki manipülasyonlar da, bu üçlü yapının bir noktasında yaşanan kırılmanın dramatik bir örneğidir.
Türkiye’de tüketicinin korunması konusunda en öncü kurumsal yapı, hiç kuşkusuz Ticaret Bakanlığı’dır. Çok şükür, Bakanlık, son yıllarda denetim süreçlerini artırmakla kalmamış, aynı zamanda dijitalleştirerek daha erişilebilir, şeffaf ve hızlı bir hâle getirmiştir, pek çok gayri ahlaki, gayri insani olaya da bu şekilde vakıf olmaktayız…
Tüketici Hakem Heyetleri artık elektronik ortamda başvuru kabul etmekte, vatandaş birkaç dakika içinde hakkını arayabilmektedir.
Tüketici Bilgi Sistemi (TÜBİS), şikâyetlerin kayıt altına alınarak analiz edildiği ve ülke çapında piyasa denetimlerinin yönlendirildiği bir dijital altyapıdır.
Haksız Fiyat Artışı Denetim Kurulu, özellikle gıda ve temel tüketim ürünlerinde keyfî fiyatlandırmaları engellemek için aktif biçimde çalışmaktadır.
Piyasa Gözetimi ve Denetimi Genel Müdürlüğü, ürün güvenliğinden ambalaj etiketlerine kadar geniş bir alanda yerinde denetim yapmaktadır.
Ayrıca, bakanlık son dönemde “Tüketici Akademisi” ve “Bilinçli Tüketici Eğitimleri” gibi projelerle vatandaşın kendi hakkını bilmesi ve koruması için toplumsal farkındalık çalışmalarına da öncülük etmektedir.
Bu uygulamaların tamamı, Türkiye’nin piyasa ekonomisini rekabetle birlikte, adaletle de denetleme vizyonunun yansımalarıdır. Denetim, cezalandırmak için değil; güveni yeniden inşa etmek içindir.
Ekonomik sistemin sürdürülebilirliği, üretim veya sermaye gücüne olduğu gibi, toplumsal güvenin düzeyine bağlıdır. Güvenin sarsıldığı bir ekonomide yatırım da üretim de istihdam da yara alır. Bu nedenle, tüketicinin korunması bir ekonomik politika değil, bir güven politikasıdır. Çünkü güven, hem iç ticaretin hem dış ticaretin görünmeyen para birimidir.
Köklü medeniyetlerde ticaret her zaman ahlâkla iç içe yürümüştür. Osmanlı’da “ahîlik” teşkilatları, üretim kalitesini de, esnafın ahlâkî davranışını da denetlerdi. Bugün devletin denetim kurumları, o tarihî geleneğin modern biçimleri olmak durumundadır.
Bir balık tezgâhında yaşanan müessif olay, bir belediye başkanının denetimi ile ortaya çıkan satışa hazır tonlarca bozuk gıda bu büyük ve kutlu geleneğin ne kadar önemli olduğunu bize yeniden hatırlatırken, aynı zamanda toplumun yeniden değer odaklı ekonomi anlayışına dönmesi gerektiğini de ihtar etmektedir.
Bilinmelidir ki, bizim kadim geleneğimiz tüm dünya için büyük bir rehber, referans olmuştur. Bu gün var olan tüm uluslararası kodların temelinde bizim ahilik geleneğimiz vardır.
Günümüzde, Birleşmiş Milletler’in 1985 yılında kabul ettiği Tüketicinin Korunması Rehber İlkeleri, tüm dünyada ortak bir anlayış oluşturmuştur:
Her birey, güvenli ürün hakkına, bilgi edinme hakkına, seçim hakkına, tazmin hakkına ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Avrupa Birliği, bu ilkeleri “Tüketici Hakları Direktifi” ile somutlaştırırken; ABD, Federal Trade Commission aracılığıyla tüketici güvenliğini hukukî yaptırımlarla desteklemektedir.
Türkiye, bu küresel çerçevenin aktif bir üyesidir ve birçok Avrupa ülkesine kıyasla daha hızlı işlemeyen ama daha adaletli çalışan bir denetim sistemine sahiptir.
Ticaret Bakanlığı’nın düzenli olarak kamuoyuyla paylaştığı denetim raporları, yalnızca birer bürokratik belge değil; devletin vatandaşına verdiği hesap verebilirlik taahhüdüdür.
Bir vatandaşın hakkını araması, bir kavga değil; medeniyetin en rafine davranış biçimlerinden biridir.
Toplumlar, bireyin hakkını ararken saygı gördüğü ölçüde gelişir; esnafın, müşterisini düşmanı değil ortağı olarak gördüğü ölçüde olgunlaşır.
Tüketiciyi korumak, bir sosyal politika olduğu gibi insan onurunu koruma politikasıdır da. Keza, tüketicinin korunması, bir toplumun adalet anlayışının aynasıdır. Türkiye, güçlü bir devlet geleneğiyle, vatandaşın ekonomik güvenliğini koruma konusunda kararlı bir çizgide ilerlemektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki hiçbir kanun, vicdanın yerini alamaz. Devlet denetler, hukuk korur; ama toplum ancak ahlâkla büyür.
Bir balık tezgâhında yaşanan tartışmadan çıkarılacak en derin ders şudur: Sorun balığın kokusunda değil, bazı vicdanların sessizliğindedir. Gerçek kalkınma, üretim gücüyle birlikte, adil, şeffaf ve merhametli bir ekonomi anlayışıyla mümkündür. Ve bu anlayışın en güçlü teminatı, tüketicisini koruyan bir devlettir.
Bir de şu soruyu mutlaka sormamız lazım: Ahilikten, bozuk ayakkabı üreten kişinin pabucunu dama atmaktan, balıkla müşteri dövme noktasına biz nasıl ve ne arada geldik…
Bir de balıkla müşteri dövmek ne Allah aşkına… Ayıp değil mi?
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Yorumlar29