Sykes-Picot düzeni

  • GİRİŞ12.10.2025 09:35
  • GÜNCELLEME12.10.2025 11:53

Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacakları üzerine çalışmaya başlamışlardı. Çalışma masasının başında iki isim vardı: İngiliz temsilci Sir Mark Sykes ve Fransız muhatabı François Georges Picot...
Bu iki diplomat Ortadoğu Haritasını masaya serdiler. Ellerine bir cetvel aldılar. Sularına, dağlarına, sosyoloji, gelenek ve inançlarına bakmadan cetvelin bir ucunu Akdeniz’in küçük bir liman şehri olan Akka’ya, diğer ucunu da Kerkük’e koyup düz bir çizgi çektiler. Çizginin kuzeyini Fransa’nın işgal, nüfuz ve kontrol sahası olarak belirlediler, güneyini de İngiltere’nin...  Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Mezopotamya, Suriye ve Lübnan’ın içinde bulunduğu toprakları Fransa’ya, İsrail, Filistin, Ürdün ve Irak’ın içinde bulunduğu kısmı İngiltere’ye bıraktılar.

İtilaf Bloğunun iki ülkesi daha vardı: Rusya ve İtalya... Bu paylaşıma ikna edilmeleri için onların da gönülleri alındı. Rusya’ya İstanbul Antlaşması ile belirledikleri Türk boğazlarının kontrolü yanında Batı Ermenistan’ı bıraktılar. İtalya’ya Antalya’dan İzmir’e kadar uzanan Akdeniz ve Ege topraklarını verdiler. Üç dinin kutsal mekânlarını barındıran Kudüs’te uluslararası bir yönetim kurmayı kararlaştırdılar.

İngiltere, gizli kalması şartıyla bu planın başarılı olacağına müttefiklerini ikna etti. Sykes-Picot Anlaşması 1916 yılının Mayıs ayında imzalandı. Onu başka görüşmeler, müzakereler ve anlaşmalar izledi.

Paylaşım kavgasında dengeler sürekli değişip Rus devrimi gibi beklenmedik gelişmeler olsa da Sykes-Picot’un çizdiği harita, Ortadoğu coğrafyasının kaderini belirledi.
Üstelik İngiliz savaş kabinesi, Yahudilerin de denkleme dahil edilmesi için bir dizi karar aldı.  2 Kasım 1917’de Dışişleri Bakanı James Balfour, Siyonist hareketin liderlerinden Rothschild’e bir mektup yazarak Yahudileri Filistin’e çağırdı. 

 

Tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçen bu mektupta şöyle dedi:

“Majesteleri Hükümeti, Filistin’de Yahudi ırkı için Filistin’in milli bir vatan olarak düzenlenmesinin lehinde düşünmekte olup, bu amacın gerçekleşmesini kolaylaştırmak için her çabayı sarf edecektir.”

Arapları bağımsızlık vaadiyle isyana sürükleyen İngiliz siyaseti, Yahudileri de yurt vaadiyle yanına almış, dünyanın en kadim topraklarına pimi çekilmiş bir bomba bırakmıştı. Artık istense de Ortadoğu’nun huzur bulması imkânsızdı. 

Savaşı onlar kazandı.

İşgal komutanı General Allenby, 7 Kasım’da Gazze’yi, 16 Kasım’da Yafa’yı, 9 Aralık’ta Kudüs’ü teslim aldı. 

Kudüs’ün düşmesi İslam dünyasını derin bir kedere sürükledi. Allenby tarafından kutsal şehrin giriş kapısında söylenen, “Bugün Haçlı seferleri zaferle sona ermiştir” cümlesi, savaşın esas amacını gösteren tarihi hesaplaşmanın da delili oldu.

Sonrası malum...

İngiliz işgal kuvvetleri Filistin’de askeri bir yönetim kurdular. Tüm sivil makamlar İngiliz askerleri tarafından dolduruldu. Hemen sonrasında Balfour Deklarasyonu kapsamında harekete geçildi. Yahudiler dünyanın dört bir yanından Filistin’e akmaya başladılar. 1901’de 20.000’i bile bulmayan Yahudi nüfusu 1918’de 59.000’e ulaştı.  

Bu gelişmeden cesaret alan Siyonistler, Milletler Cemiyetinin kuruluş kararının da alındığı 1919 tarihli Paris Konferansına Yahudi devletinin sınırlarını içeren bir taslak sundular. Buna göre hayal ettikleri devletin sınırları günümüzde Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Birleşik Arap Krallığının bulunduğu yerleri kapsıyordu. 

Filistin’deki İngiliz yönetimi 1948 yılına kadar devam etti. Göçler, kavgalar ve isyanlar da... Yahudi nüfusun artışına karşı Nisan 1920’dan başlayıp 1939 yılına kadar süren çok sayıda ayaklanma, gösteri, direniş ve grev oldu. Gidişatın Müslümanların mahvına sebep olacağını söyleyip Arap dünyasını direnişe davet eden beyannameler yayınlandı. Sokak çatışmalarında binlerce insan öldü.

Birinci Dünya Savaşında İngiltere’ye yaslanan Siyonistler, İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte ABD’nin gölgesine sığındılar.

O günkü liderlerinden Ben Gurion, “Birinci Harp bize Balfour Deklarasyonunu verdi. Bu sefer bir Yahudi devleti kurmalıyız” dedi. 

1943 yılında ABD Başkanı Rosevelt,  “Ürdün’ü de içine alacak bir Yahudi devleti istediklerini, Filistinli Arapları Irak’a sürmeyi düşündüklerini” söyledi. Savaştan sonra da Yahudilerin mağdur olduklarını ve topraksız kaldıklarını belirterek Filistin’e gitmelerini istedi. Yahudi göçü yeniden hızlandı.  

Birinci Dünya Savaşının galipleri, savaş sonrası Cemiyet-i Akvam adında uluslararası bir örgüt kurup kararlarını diğer ülkelere tasdik ettirmişlerdi; İkinci Dünya Savaşının galipleri de aynı yolu izleyerek Birleşmiş Milletler Teşkilatını kurdular. 

BM, Filistin’de Yahudi Devletine yeşil ışık yaktı. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail’in kurulduğu duyuruldu. On bir dakika sonra ABD tarafından, bir gün sonra da Sovyetler Birliği tarafından tanındı. 

O günden sonra da Filistin topraklarına ur gibi yapışıp kaldı. 

Yıllar geçti, takvimler değişti, Ortadoğu ile birlikte Filistin’den yükselen haberler hiç değişmedi. 

Devlet kılığına bürünmüş bir terör yapısı, büyük güçlerin desteği ve şımarıklığı ile bölgeyi yakmaya devam etti. 
..........
Birinci Dünya Savaşıyla Filistin’e yerleşen, İkinci Dünya Savaşıyla Devlet kuran Siyonizm, Üçüncü Dünya Savaşının konuşulduğu günlere Gazze katliamı ile girdi...
 Güçlünün haklı olduğu bir dünyadan adalet beklemek beyhude... 

Ortadoğu’da Sykes-Picot düzeni bozulmadıkça, vicdanlı ülkeler dünya düzeninde söz sahibi olmadıkça masum yavruların katline ağlamakla yetineceğiz.
Acı ama gerçek...  

Zekeriya Yıldız / Haber7

Yorumlar3

  • ali cevizci 5 saat önce Şikayet Et
    doğru ve gerçekçi bir yazı.
    Cevapla
  • İstanbllu 5 saat önce Şikayet Et
    Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı kaleme almışsınız çok teşekkür ediyorum.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Nedim 6 saat önce Şikayet Et
    İntikam intikam intikam ah intikam
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat