“Rüyada postal” görmek, makama delaletmiş meğer!

  • GİRİŞ17.10.2025 09:07
  • GÜNCELLEME17.10.2025 09:13

Tarihe “kara bir leke” olarak geçen 28 Şubat Postmodern Darbesi’ni, siyasi saiklerle yapılan diğer darbelerden ayıran en belirgin özelliği, sadece dindar insanları hedef almasıydı.

Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren, ülke ekonomisini yüz milyarlarca dolar zarara uğratan o meş’um darbede sadece mütedeyyin insanlara zulmedildi.

Eğitim hakları gasp edilen başörtülü öğrenciler, uydurma delillere hapse atılan masumlar, Allah’ın emrine uydukları için meslekten atılan kamu çalışanları kendi öz vatanlarında “parya” muamelesi görerek, çok acılar çekti.

Merhum Necmettin Erbakan’ı silah zoruyla indiren vesayet odakları, milli iradenin üzerinden tank paletleri ile geçtikleri yetmezmiş gibi dindar insanların üstünde de kirli postalları ile tepindi.

“28 Şubat’ı İsrail için yaptık” itirafında bulunan cuntacılar, en çok da başörtülü kadınları mağdur etti.

Kendilerini bu ülkenin “asli unsurları” olarak gören seküler yobazlar ve jakoben elitistler, tesettürüne riayet eden hanım kardeşlerimize temel insani hakları bile çok gördüler.

Başörtülüler, kendilerini “aydın” sanan ve sürekli şişenin dibini bulan bazı alkoliklerce, “Kara Fatma’lara” ve “öcü”lere benzetildiler.

“Kafaları şekerleme paketi gibi” denilerek, tahkir edildiler.

Yetmedi…

O dönem “Balans ayarı” adı altında millet iradesine saldırdıkları halde şimdilerde özgürlük havarisi kesilen zihniyetin temsilcileri, başörtülüleri okullardan ve çalıştıkları kamu kurumlarından sopalarla darp ederek, sürdüler.

Kuşkusuz bu süreçte en çok zarar görenlerden biri de mütesettire öğretmenler oldu.

Kilise dizaynındaki okullarda, her türlü kıyafet serbestisinden alabildiğine istifade edebilen azınlıkların öğretmenleri “rahibe kıyafeti” içinde ders verme imkânına sahipken…

İslam’ın emrini yerine getiren ve bu ülkenin asli unsuru olan başörtülü öğretmeler, okullarda barınamıyordu.

Yayınladığı “kılık-kıyafet” genelgesiyle başörtülülere savaş açan Bülent Ecevit’in atadığı Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay ise bu karanlık süreçte adeta “tesettürlü öğretmen kıyımı” yaptı.

Binlerce öğretmen, “kılık kıyafet kanununa muhalefet etmek” ve “türban takmak” suçundan, çok sevdikleri mesleklerinden oldu.

Hatta bazen örtüyü açmak da yetmedi…

Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, başörtüsü taktığı için hakkında soruşturma açılan, ancak daha sonra başını açarak derslere girmeye başlayan öğretmenleri bile, “Yerinde yapılan denetimler sonucunda görevde kalmaları sakıncalıdır” diyerek, kapının önüne koydu.

Dahası…

İstiklal Mahkemeleri’nde, “sanığın önce idamına bilahare yargılanmasına” karar veren zihniyetin uzantıları bu defa da “başörtülüleri önce görevden uzaklaştırıp daha sonra savunmasını” istiyordu.

Kendisine Allahû Teâlâ’nın dinini anlatması görevi verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri bile sırf Allah’ın emri olan başörtüsünü örttüğü için cezalandırılıyordu.

Binlercesi de “kıdem durdurma, maaş kesintisi ve uyarı” gibi cezalarla canından bezdiriliyordu.

Öğretmen açığının had safhada olduğu, ziraat fakültesi ve veterinerlik mezunlarının öğretmen yapıldığı o karanlık günlerde, başörtüsü yasağına karşı onurlu mücadele veren ve “Ölürüz de başımızı açmayız” diyerek yasakçılara meydan okuyan tam 3 bin 527 öğretmen meslekten ihraç edildi.

Başörtüsü baskısı nedeniyle zorla istifa ettirilen öğretmen sayısı 11 bini buldu.

Kılık-kıyafet yasağı nedeniyle disiplin soruşturması geçiren öğretmenler ise 33 bin 271 olarak kayıtlara geçti.

Binlercesi de dönemin MİT mensupları tarafından fişlendi.

O dönem Allah rızasına riayet ettiği için baskı gören ve mesleğinden olan isimlerden biri de Gülşen Demirkol Özer’di.

Özer, “başörtüsü sorunu”nun gündemde olduğu 1994 yılında, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne kayıt yaptırmıştı.

Başta “siyasal” anlamda kendini gösteren, ardından “yasağa” dönüşen bu sorun, Özer’i son sınıfta buldu…

Mezun olmasına çok kısa süre kala başlayan başörtü yasaklarına karşı dirense de öğretmen olarak atandığı aynı yıl “görevinden ihraç edildi.”

Okuldayken yasaklara karşı mücadelede ön safta yer alan ve katıldığı “başörtüsüne özgürlük” eylemlerinin güncesini tutan Özer…

Meslekten atıldıktan sonra kalemi eline alarak İstanbul Üniversitesi’nde bizzat şahit olduğu yasa dışı uygulamaları, “Psikolojik Bir İşkence Metodu Olarak İkna Odaları” adıyla kitaplaştırdı.

İstanbul Üniversitesi’ne kayıt için gelen öğrencilerin, bahçede çalan müziklerin ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nden öğrencilerin açtığı stantların arasından neşeyle okula girdiğini fakat “ikna odaları”nda başlarını açmaya zorlandıkları için nasıl ağlayarak dışarı çıktıklarını, herkes onun kaleminden öğrendi.

Copların ve gazların; genç kadınların beden ve zihinlerinde bıraktığı yaraları, hayallerin karartılıp nasıl kâbuslara çevrildiğini, onun kitabından okudu.

“İkna odalarını anlattığım kitabımı yazarken görüştüklerim içinde ikna olanına hiç rastlamadım” sözü ise kapalı kapılar ardından dönen zorbalığı özetlemeye yetiyordu.

Başını örttüğü için okuldan atılan ve rüyalarına bile “postalların” girdiğini ifade eden Gülşen Özer, ancak AK Parti hükümeti döneminde atılan müspet adımların ardından göreve dönebildi.

28 Şubat’ın “yargılanamazlığı” tezinin çöktüğü ve “postalcı paşaların” mahkemelerde hesap verdiği dönemde ise memuriyetten atılan meslektaşı Zekiye Yağmurcu ve bazı mağdurlarla birlikte adliyeye giderek, “müdahillik” talebinde bulundu.

Kendisine ve hemcinslerine zulmeden darbecilerin hesap vermesini, en azından mağdur ettikleri insanlardan özür dilemeleri gerektiğine inanıyordu.

2021 yılında ise hüzün ve mutluluğu bir arada yaşadı.

Dava arkadaşı Zekiye Yağmurcu, yakalandığı elim bir hastalık sonucu ruhunu Rahman’a teslim ederken, kendisi çeyrek asır boyunca verdiği mücadelenin mükâfatı olarak İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nde “şube müdürlüğü” görevine atandı.

“Başörtüsüyle eğitim” mücadelesinin sembol şahsiyetlerinden olan Gülşen Özer, 4 yıldır yürüttüğü bu görevinin ardından dün de “Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü”ne atandı.

28 Şubat döneminin “YÖK Başkanı” olan ve “başörtüsü yasağı, katsayı zulmü” gibi icraatlarıyla mütedeyyin öğrencilere kan kusturan Halil Kemal Gürüz ve bazı cuntacı paşaların, “darbe girişimine yardım” suçundan 18’er yıl hapis cezasına çarptırılmasından sadece bir hafta sonra gelen bu atama ile…

“Bin yıl sürecek” denilen lanetli 28 Şubat zihniyetine bir kez daha sağlam bir tokat vurulmuş oldu.

Sadece bu atama bile…

Her fırsatta “Tayyip Erdoğan ne yaptı?” diyenlere, cevap olarak yeter de artar!

Zekeriya Say / Haber7

Yorumlar42

  • Cevat Surmaz 17 dakika önce Şikayet Et
    Başörtüsü mağdurlarından biride benim. Rahmetli eşim hanımı olduğu halde başını açmak zorunda kaldı, Çünkü ya başını açacaktır, Ya boşanzcaktık, Yada ben istifa edip üç çocuğumla ortada kalacaktım. Ben Emekli olduktan sonrada başını örtemedi, Çünkü hastalanmış, Devamlı tedavi olması gerekiyordu ve bu tedavi sadece GATA da ( Askeri hastane) de yapılabiliyor. "KAMUSAL ALAN" Olduğu için Ha
    Cevapla
  • ucrun 24 dakika önce Şikayet Et
    yine gelseler başa yine aynı zulmü yaparlar, zalim zulmünden vazgeçmez. uyanık olmak lazım.
    Cevapla
  • Fuad 26 dakika önce Şikayet Et
    Çabuk unutuldu.
    Cevapla
  • Mert 29 dakika önce Şikayet Et
    Onlar çok güçlü olduklarından 28 Şubat süreci yaşanmadı; inananlar bilinçsiz, parça bölük ve güçlü-cesur liderleri olmadığı için yaşandı. Kafire kızarak yol alınmıyor. Kafirin ve zalimin anladığı tek dil güç'tür. O dönemdeki acıları ve rezaletleri bir daha yaşamamak için Müslümanlar çocuklarımızı iyi yetiştirip çok daha güçlü ve cesur olmalıyız. Bugün Filistin'de yaşananlar da aynı böyle...
    Cevapla
  • yani 35 dakika önce Şikayet Et
    Güzel yazı. Çirkin işleri ifşalayan güzel bir yazı. Bu zulümleri yapanların çoğu öbür tarafta hesap veriyor artık. Balançı mı? Onun kendisinin balansa ihtiyacı var artık. Tabi ki o da öbür tarafta da hesabını verecek İNŞAALLAH.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat