Bir muhalifin infazı
- GİRİŞ02.11.2025 08:56
- GÜNCELLEME02.11.2025 08:56
Takvimler 5 Kasım 1922’yi gösteriyordu.
Yağmurlu, serin bir sonbahar günüydü.
Taksim’den Tünele inen Cadde-i Kebir üzerindeki Zeki Paşa Apartmanında alışılmadık bir toplantı vardı.
Apartmanın en büyük dairesinin en geniş salonundaki toplantıya katılanlar otuz kişiden fazlaydı. Gazeteci Ali Kemal, Şair Rıza Tevfik, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Konyalı Zeynelabidin, Ali Nadir Paşa, Kiraz Hamdi Paşa, Vasfi Hoca, Harput Valisi Ali Galip, Hürriyet ve İtilaf Fırkası Reisi Miralay Sadık, Bolu Mutasarrıfı Osman Nuri, Refii Cevat, Said Molla, Gümülcineli İsmail... Liste bu şekilde uzayıp gidiyordu.
İstiklal Harbi süresince Kuvayı Milliyeye muhalefet eden bürokrat, gazeteci ve siyasetçiler son durumu değerlendiriyor, bundan sonra ne yapacaklarını konuşuyorlardı.
Tedirgin ve huzursuzdular.
Damat Ferit Paşa çoktan yurtdışına kaçmış, saltanat kaldırılmış, Sadrazam Tevfik Paşa evine kapanmış, hükümet fiilen sona ermişti. Sultan Vahdettin, Yıldız Sarayındaki tahtında oturuyor olsa da devletin kontrolü Ankara Hükümetinin eline geçmişti. Sokaklarda nümayişler yapılıyor, gazetelerde Divan-ı Harplerin kurulmasını isteyen yazılar çıkıyordu.
Hesap sorulacağı belliydi. Öyleyse ne yapmalı, nasıl hareket etmeliydiler?
Uzun değerlendirmelerin ardından son sözü Rıza Tevfik söyledi: “Başımızın çaresine bakıp bir an önce ülkeyi terk edelim.”
Ev sahibi Ali Kemal, kararı tasdik etti. “Sizi bilmem ama beni kesin alırlar” dedi.
Bunu söylerken kulağına bir fısıltı mı çalınmıştı yoksa başına gelecekleri mi hissetmişti bilinmez...

Gerçekten de Ankara’nın aklına gelen ilk isim onunki olmuştu. Gıyabında idam cezası verilmiş, yurt dışına kaçma ihtimaline karşı bir an önce yakalanması için İstanbul Emniyetine telgraf çekilmişti.
Bu konuşmaların yapıldığı saatlerde biri başkomiser üç sivil polis, emniyet müdürlüğünden Taksim’e doğru yola çıkmak üzereydiler.
Ali Kemal, toplantı bitiminde tıraş olmak için evden çıktı. Aynı cadde üzerinde bulunan Serkildoryan Pasajındaki berbere gitti. Tam koltuğa oturmuştu ki peşi sıra içeri dalan polisler üzerine çullandılar. Hiç direnmedi. Sadece kim olduklarından emin olmak için buz gibi bir sesle mırıldandı:
“Dışarısı İngiliz askeri kaynıyor. Şimdi durup, haydutlar adam kaçırıyor diye bağırsam başınıza neler geleceğini biliyorsunuz değil mi?”
Polislerden biri paltosunun cebindeki silahı gösterdi.
“Emniyet’ten geliyoruz” dedi. “Beyhude zorluk çıkarmayın.”
Aralarında başka konuşma olmadı. Sessizce arka sokağa geçtiler. Motoru çalışır vaziyette bekleyen otomobile bindirip hızla uzaklaştılar.
Gece yarısına kadar Samatya’da tutulan Ali Kemal, gece yarısından sonra bir deniz motoruna bindirilerek İzmit’e götürüldü. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber Değirmendere sahilinde askeri bir ekibe teslim edildi. Oradan, Birinci Ordu Kumandanı Sakallı Nurettin Paşanın İzmit’teki karargâhına götürüldü.
Bu esnada haber tüm şehre duyurulmuş, halk galeyana getirilmişti. Bir öfke seline dönüşen kalabalık taş ve sopalarla saldırıya geçti. Ali Kemal yorgunluk ve uykusuzluktan ayakta bile duramayacak haldeydi. Neye uğradığını anlayamadan kısa zamanda linç edildi.
Rıza Nur, hatıratında bu olaydan bahsederken Nurettin Paşa ile konuştuğunu ve onun şöyle dediğini yazar:
“İzmit’e getirdiler. Aldım. İstintak ettim. Hakaret ettim sonra da emir erimi çağırdım, asker ve ahaliden bir kalabalık toplamalarını emrettim. Ali Kemal’i yanlarına çıkartacağım, hemen üzerine üşüşsünler, sopayla, taşla ve yumrukla gebertsinler dedim. Öyle yaptılar. Sonra da oraya astım. Üzerine de şöyle bir yafta astım: Hain-i din ve vatan Artin Kemal...”
..........
Peyam-ı Sabah gazetesinin başyazarı Ali Kemal, döneminin en etkili gazetecilerinden biriydi. Çelişkilerle gecen ve feci bir sonla biten hayatı 1869 yılında İstanbul’da başlamıştı. Asıl adı Ali Rıza olmasına rağmen Namık Kemal’e olan sevgisinden dolayı ismini değiştirmiş, sıkı bir Jön Türk taraftarı olmuş, bu uğurda hapisler, sürgünler yaşamıştı.
Paris’teyken Jön Türklerle Sultan II. Abdülhamit arasında ara buluculuk yapmaya başlamış, bu çabalarından dolayı Yıldız Sarayı tarafından ödüllendirilip Brüksel elçiliğine ikinci kâtip olarak atanmıştı. Ardından İstanbul’da yayınlanan İkdam gazetesine yazılar göndermiş, küçük eleştirilerle başlayan İttihat Terakki karşıtı söylemlerini zamanla amansız bir düşmanlığa dönüştürmüştü.
Hürriyet ve İtilaf Fırkasına girişi de, 31 Mart ayaklanmasını savunması da, Ermeni tehcirine muhalefet etmesi de bu düşmanlık yüzündendi. Hatta Anadolu hareketine karşı en büyük muhaliflerden biri haline dönüşmesinin sebebi de buydu. Kuvayı Milliyecileri İttihatçıların bir devamı olarak görmüş, engellemek için elinden geleni yapmıştı. İngiliz Muhipler Cemiyetinin kurucuları arasında bulunmuş, Damat Ferit Paşa hükümetlerinde önce Maarif ardından Dahiliye Vekilliğine getirilmiş, en sert tedbirler, en acımasız kararlar onun eliyle alınmıştı.
Hükümet üyesi olarak bunları yaparken başyazarı olduğu Peyam-ı Sabah gazetesinde de amansız bir muhalefet sergilemiş, İstiklal Harbi komutanlarına birbirinden ağır hakaretler etmiş, Kuvayı Milliye hareketinin memleketi felakete götürdüğüne inanmış, bir an önce yakalanarak cezalandırılmaları gerektiğini söylemişti.
Gerçi savaşın sonlarına doğru üslubu yumuşamıştı. Hatta 10 Eylül 1922 tarihli makalesinde, “gayelerimiz bir idi ve birdir” demiş, vaktiyle hata ettiğini kabul etmişti. Ancak bu kabulleniş affına yeterli gelmemiş, Ankara hükümetinin aklına hesap sormak için ilk onun adı gelmişti. Öte yandan linç haberinin duyulması diğer muhalifler arasında büyük korku yaymış, onlarca kişi can havliyle İngiliz Sefaretine koşmuştu. 8 Kasım 1922 tarihli The Times gazetesi, yüzden fazla eski siyasinin İngiliz Sefaretine sığındığını yazmıştı.
................
O günlerde kara listeye alınan muhaliflerden kaçabilenler kaçtılar. Gıyaplarında soruşturmalar yürütüldü, yargılamalar yapıldı, cezalar verildi. “Yüzellilikler” listesiyle vatandaşlıktan atılanlar oldu. Sonrasında öfkeler yatıştı, olaylar zamanın şartlarına bağlanıp tarihin hükmüne bırakıldı.
Gazeteci Ali Kemal’in hikâyesi ise İzmit sahilinde yaşanan trajediyle bitmedi. İki evlilik yapmış, geriye iki evlat bırakmıştı. İlk eşi İngiliz asıllıydı. Bu evlilikten Stanley Jahnson isimli bir oğlu olacak, onun oğlu Boris Johnson, İngiliz siyasetinde önemli noktalara gelecek, önce Londra’ya belediye başkanı, ardından İngiltere’ye başbakan olacaktı.
İkinci eşi, Tophane Müşiri Zeki Paşanın kızı Sabiha Hanımdı. Ondan doğan çocuğuna kayınpederinin ismini vermişti. Küçük Zeki, babasının ölümünden yıllar sonra ülkesine dönecek, “Konuralp” soyadını alacak, askerliğini yapıp Hariciye Nezaretine girecek, Türkiye Cumhuriyetinin başarılı bir diplomatı olacak, 1978 yılında Madrit Büyükelçisi iken ASALA terör örgütünün bombalı saldırısına uğrayıp eşini kaybedecekti.
Yorumlar17
-
Süleyman
1 saat önce
Şikayet Et
Neyzen Tevfik tekerlemeyi boşuna söylememiş, bitmezler
Beğen
Cevapla
-
Fincancı
2 saat önce
Şikayet Et
Uzun zamandır okuduğum en güzel anlatım, içeriği önemli evet, fakat mümkün olduğunca dramatize edilmeden anlatılması önemli.
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
Fatih
4 saat önce
Şikayet Et
Filimleri tarihten yapalım uyudurduklarımızda bize benzesin
Güzel
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
Bahtiyar Çelik
4 saat önce
Şikayet Et
Yıllar önce Ali Kemali anlatan bir kitap okumuştum. kafamda soru işaretleri kalmıştı. bu makaleyle aydınlandı teşekkür ederim
Beğen
Cevapla
Toplam 3 beğeni
-
Jamiryo
4 saat önce
Şikayet Et
Ruhu şad olsun Sakallı Paşamızın.
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle