Vibe seçmenin doğuşu: Akıldan hissiyata

  • GİRİŞ14.11.2025 09:14
  • GÜNCELLEME14.11.2025 09:14

Batı düşüncesinde egemen olan rasyonalist gelenek, insandaki akla, akıl yürütmeye ve düşünceye başat bir rol biçti. Platon aklı ruhun efendisi ilan etti; Aristo insanı akılla tanımladı; Descartes ise varlığını ancak akılla kanıtlayabildi. Aydınlanma zaten “aklın çağı”ydı. Bu mirasın ardından insan bilimlerinde büyük bir dogma doğdu: İnsan mantıklı kararlar verir.

Anaakım ekonomi teorisinin insanı da bu dogmanın ürünüdür: Olabildiğince bilgi toplayan, fayda ve maliyetleri tartan, sonunda en akıllıca seçeneğe karar veren bir varlık — Homo economicus. Oysa bu varsayım bir idealdir. Gerçek hayatta insan, akıldan çok aidiyetlerle, önyargılarla, kestirme yollarla hareket eder. Yani “akıllı insan” değil, “öngörülebilir biçimde irrasyonel” bir insandır.

Klasik ekonomi, kazanç ve kaybı simetrik sayar; risk aynıysa karar da aynı olmalıdır. Gerçekte böyle değildir. Kayıp, kazançtan daha ağır hissedilir. 1000 TL kaybetmenin acısı, 1000 TL kazanmanın sevincinden büyüktür. Kahneman ve Tversky buna kayıp kaçınması ilkesi der.

İkili bunu meşhur bir deneyle gösterdi: Katılımcılara 600 kişinin ölümüne yol açacak bir hastalık senaryosu verildi. Pozitif çerçevede, A programı 200 kişiyi kurtarıyor; B programı %33 ihtimalle herkesi, %67 ihtimalle kimseyi kurtaramıyor denildi. Bu durumda katılımcıların çoğu A programını seçti. Negatif çerçevede ise A programı 400 kişinin ölmesine neden oluyor; B programı %33 ihtimalle kimsenin ölmemesini, %67 ihtimalle 600 kişinin ölmesini getiriyor denildi. Bu kez katılımcıların çoğu B’yi seçti. İki seçenek matematiksel olarak aynıydı. Fark yalnızca duygusal çerçeveydi. İnsan, “kurtarmak” denildiğinde temkinli, “ölüm” denildiğinde risk alıcı hale geliyordu.

Aynı yanlılıklar gündelik hayatta da hüküm sürer: Bir malın fiyatı önce 1 milyon TL’den 800 bine düşerse “ucuz” sanırız — bu çapa etkisidir. Aklımıza ilk gelen örneği gerçekliğin temsili sayarız — erişilebilirlik kestirmesi. Bir şeye sahip olduğumuzda onu olduğundan değerli görürüz — sahiplik etkisi. Mülkiyetin irrasyonel fiyat artışlarını tetiklediği artık bilinen bir gerçek. Kararlarımızı mantıktan önce duygusal izlenimler belirler. Statükoyu değişime tercih ederiz, olasılığı istatistikle değil sezgiyle tartarız, sonuçları kişisel etkimize bağlarız, işleri hep gereğinden kısa sürede bitireceğimizi sanırız.
Yani insan, akılcı değil ama tutarlı biçimde irrasyoneldir. Üstelik bu irrasyonellik sürekli bir vibe, bir duygu ya da bir algı olarak yeniden üretilir.

Ekonomik Mitle Başlayan Siyasal İllüzyon

Ekonomideki Homo economicus nasıl bir mitse, siyasetteki “rasyonel seçmen” de öyledir. Çoğunluk, oy verme davranışını partizan ya da sosyo-politik kimliklerine göre belirler. Partizanlaşmamış ya da kimliği zayıf azınlık ise çoğu zaman sandığa gitmez. Oy kullanmaya motive olduğunda da ülkenin gidişatına dair algısıyla uyumlu olarak ya iktidar partisini ya da ana muhalefeti tercih eder. Rasyonel seçmene en çok yaklaşan grup budur; ancak bu kitlenin ülkenin gidişatıyla ilgili algısını ne ölçüde rasyonel biçimde oluşturduğu her zaman tartışmalıdır.

Bu grubu “azınlık” olarak nitelendirmek bugünün fotoğrafında doğrudur; ama kalıcı olmayacaktır. Çünkü bilişim çağında doğan kuşaklar, toplam seçmen içinde giderek büyüyen bir paya sahip olmaktadır. Fazla uzak olmayan bir gelecekte, siyasal davranışın ağırlık merkezi bu yeni kuşakların oluşturduğu vibe seçmenler olacaktır.

Bilgi Bolluğu, Duygu Kıtlığı

Bilişim devrimi, internet çağı ve dijital dönüşüm, insana bilgiye sınırsız erişim vaadiyle geldi. Artık herkesin elinde ansiklopediler dolusu veri var. Ama bu bolluk, ironik biçimde insanı daha rasyonel değil, daha sezgisel hale getirdi. Çünkü bilgi patlaması aklı güçlendirmek yerine duyguları tetikledi. Artık insanlar doğruluğun değil hissettirmenin (evocative), tutarlılığın değil etkileyiciliğin (compelling) peşindeler.

Bu çağda siyaset de tıpkı sosyal medya gibi çalışmaktadır. Liderler veriyle değil duygusal frekansla iletişim kurmakta; partiler siyaset üretmekten çok algı mühendisliği yapmakta; seçmen program okumayıp “atmosfer”i koklamaktadır. Bilgi çağında karar verme süreci hızlanmış ve sığlaşmıştır. Artık kararlar düşünmeden, “kaydırarak” verilmektedir. Siyasetin duygusal ekonomisi tam da böyle doğmuş ve bu ekonominin yeni öznesi “vibe seçmeni” olmuştur.

Vibe seçmeni bilgiyle değil rezonans ile karar verir – yani neyi doğru bulduğundan çok, neyin nasıl hissettirdiğine göre yönlenir. Ona bir program sunmak değil, bir duygu yaratmak gerekir. Çünkü onun için etkileyici olan, doğru olandan daha önemlidir. Bir liderin yüz ifadesi, ses tonu ya da yayınladığı bir tweet’deki ironi, mantıksal argümanlardan daha kalıcı iz bırakır.

Siyaset artık bilgi alışverişi değil, duygusal senkronizasyon sürecidir. Lider, seçmeniyle aynı frekansta titreştiği ölçüde ikna edicidir. Seçim kampanyaları manifestolardan çok moodboardlara; vaatlerden çok vibe yönetimine dönmektedir. Siyasal atmosferi siyasi ideolojiler değil, vibes belirler: umut, öfke, kırgınlık, eğlence, korku… Siyaset bir his ekonomisine dönüşürken seçmen de bu duygusal piyasada artık bir bilgi tüketicisi değil, “rezonans arayıcısı” haline gelmiştir.

Hissetmenin Siyaseti

Vibe seçmen politik bilgiyi sezgisel olarak işler. Yukarıda bahsettiğimiz yanılgı ve hataların hepsine ve daha fazlasına açıktır. Yüz ifadeleri, ses tonu, sloganın ritmi, görsel estetik gibi mikro ipuçlarına tepki verir. İçeriği değil, nasıl hissettirdiğini hatırlar. Bu yüzden belirleyici olan argüman değil, duygusal tondur.

Siyasal iletişim artık bir dil oyunu değil, bir vibe oyunudur. İçerik aynı olsa bile ton, mimik, ses yüksekliği, arka plandaki müzik bile anlamı değiştirir. Vibe seçmen bu duygusal nüanslara karşı son derece hassastır. Bir mitingdeki enerji, bir video klibin rengi, bir mesajın mizah dozu karar davranışını belirler.

Bilişim çağının bilgi bolluğuyla baş edebilmek için seçmen, hisseden bir özneye dönüşmüştür. Vibe seçmen içerik okumaz, scroll eder. İçeriği analiz etmez, “hoşuma gitti / sinir oldum” şeklinde duygusal renge tepki verir. Siyaset bu ortamda argümanlarla değil mood’larla yayılır. Paylaşmak, düşünmekten daha yaygındır.

Vibe seçmen sanal dünyada otantiklik arar. Lider “kendi gibi” davrandığına ikna ederse güven kazanabilir. Siyasal iletişimde doğal videolar, spontane tepkiler, selfie estetiği gibi samimiyet simülasyonları diğer türlerden daha etkilidir. Otantik olan doğru olana yeğlenir.
En önemlisi vibe seçmen bireysel bir zihin değil, kolektif bir duygudur. Toplumsal ruh halini (umut, öfke, yorgunluk, keyif, korku) sezgisel biçimde paylaşır. Bu duygular dijital ağlarda bulaşıcı hale gelir; bir tweet, bir şarkı, bir caps bu duygusal senkronizasyonu sağlar. İnsanlar artık “aynı vibe”ta hissettikleriyle özdeşleşir. Bugün siyaset, bir örgüt değil, bir duygu topluluğu (emotional community) kurma işidir.

Vibe Demokrasi: Duyguların Hakimiyeti

Vibe seçmenin yükselişi, demokrasiyi sessiz biçimde dönüştürmektedir. Çünkü siyasal iletişim artık bilgiye değil, duyguların yönetimine dayanmak zorundadır. Rasyonel kamusal tartışmanın yerini, duygusal tepkilerin hız ekonomisi almaktadır. Bu da demokrasiyi tartışmaktan çok hissetmeye dayalı bir rejime dönüştürmektedir.

Böyle bir demokrasi halkın ilgisini diri tutsa da derin düşünmeyi törpülemektedir. Kısa vadeli hisler uzun vadeli çıkarların önüne geçmekte siyasal rekabet bir tür hissiyat yarışına dönüşmektedir. Kamusal akıl zayıflarken siyaset artık anlık geri bildirimle yaşayan bir organizmaya evrilmektedir. Bu özellikleriyle vibe demokrasisi daha önce deneyimlenmemiş düzeyde bir popülizm riskini de içinde taşımaktadır:

halkla lider arasındaki duygusal bağ güçlenirken, eleştirel mesafe erimektedir.
Sonuç olarak rasyonalite miti, yerini duygusal rezonansa bırakmıştır. Ekonomi nasıl irrasyonel insanı kabul etmek zorunda kaldıysa, siyaset de hisseden seçmeni anlamak zorundadır. Vibe seçmen çağında kararlar bilgiyle değil, atmosferle şekillenmektedir. Bu durum siyaseti hızlandırırken demokrasiyi yüzeyselleştirmektedir: düşüncenin yerini his, tartışmanın yerini tempo almaktadır. Yeni dönemin temel sorusu artık şudur: kim haklı değil, kim daha çok hissettiriyor.

İbrahim Dalmış / Haber7

Yorumlar1

  • Bir Kişi 41 dakika önce Şikayet Et
    İnsanı anlama konusunda çok değerli tespitler. Hissiyatın yönlendirilmesi aklın çalışmasına nasıl zemin hazırlar?
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat