Türkiye, uzun yıllardır sırtında taşıdığı terör yükünden kurtulma iradesini artık net bir şekilde ortaya koymuş durumda.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ‘Terörsüz Türkiye’ ve ‘Terörsüz Bölge’ vizyonu, sadece bir temenni değil, devlet politikası haline gelmiş somut bir hedeftir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlığından bu yana defalarca iç cephenin tahkim edilmesi için ciddi bir mücadele vermiş, örgütün elindeki argümanları tek tek alan icraatları hayata geçirmiştir.

Örgütün milletimizi ayrıştırmak için kullanabileceği malzeme kalmamasında 2005’ten bu yana ortaya konan gerekirse “Baldıran zehri içerim” denilen bir özveri söz konusudur.

Bu millî duruşun mimarlarından biri de hiç şüphesiz Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir…

Devlet Bahçeli, terörle mücadelede hiçbir zaman konjonktürel hesap yapmamış, siyasi istifadeyi bir kenara bırakarak devletin bekasını her türlü iç siyasi mülahazaların üstünde tutmuştur.

Onun dirayetli ve tavizsiz tutumu, Cumhur İttifakı’nın Terörsüz Türkiye yaklaşımının çelik bir iradeye dönüşmesini sağlamış, bu süreçte içeriden ve dışarıdan gelen her türlü yıpratma girişimine karşı kalkan olmuştur.

Geçen yıl 1 Ekim’de TBMM’nin açılışında iki önemli olay yaşandı…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında İsrail tehditinden ve iç cephenin güçlenmesinden bahsettiği konuşması…

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına yönelerek ellerini sıkması…

Sonrasında 22 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin ezber bozan çıkışı geldi…

Sonra ne oldu?

Bu çıkıştan tam 46 gün sonra Suriye’de devrim gerçekleşti ve Katil Esed Suriye’den kaçtı…

Yönetim değişti…

Cumhur İttifakı’nın ve devletimizin süreci ne kadar titiz takip ettiği ve proaktif biçimde sürece yön verdiği net bir biçimde ortaya çıktı…

Terörsüz Türkiye hedefinin iki temel boyutu vardır…

Sosyolojik ve fiziki boyutları…

Sosyolojik boyut; belki de en umut verici olanıdır.

Türk ile Kürt kardeşliği, asırlardır süren ortak tarih, ortak kültür ve ortak kader birikiminin eseridir.

Son yıllarda yaşanan acılar, provokasyonlar ve dış güçlerin ayrıştırma çabalarına rağmen, milletimiz bu kadim bağı yeniden hatırlamış ve kenetlenmiştir.

Terör örgütünün halk nezdinde meşruiyetini kaybetmesi, örgüte lojistik ve insan kaynağı sağlayan damarların kurutulması, tam da bu sosyolojik kenetlenmenin sonucudur.

Sürecin bu aşaması başarıyla sonuçlanmıştır.

Fiziki boyut ise daha keskin bir ikilem sunmaktadır…

Ya terör örgütü tüm unsurlarıyla birlikte kendini lağvedecek ya da yok edilecek.

Üçüncü bir seçenek yok!

Bu, bir tehdit değil, bir gerçeklik tespitidir...

Türkiye, sınırlarının hemen ötesinde kendine yönelik varoluşsal bir tehdidi daha fazla tolere etmeyeceğini defalarca ilan etmiştir.

Suriye’nin toprak bütünlüğünü Türkiye’nin toprak bütünlüğü ile eş tutan bir yaklaşım da zaten farklı bir şey dile getiremez…

Bugün bu kararlılığın önündeki şüphesiz ki en büyük pürüz; Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında faaliyet gösteren YPG/PKK yapılanmasıdır.

SDG ne demokratik ne de Suriye’nin tamamını temsil eden bir yapıdır; özü itibarıyla PKK’nın Suriye kolu olmaktan öteye gidememiştir…

Bölgede istikrar ihtimalini ortadan kaldırmakta, Türkiye’nin ayağındaki terör prangasından bir halkayı canlı tutmayı amaçlamaktadır.

Bu durumun arkasında ise çok açık bir dış motivasyon vardır…

O motivasyonun adı da İsrail’dir...

Jerusalem Post gibi İsrail medyasında yayımlanan son röportajlar, SDG’nin sözde komutanlarının Tel Aviv üzerinden Trump yönetimine mesaj gönderme çabasını açıkça ortaya koymaktadır.

Amerika’ya mesajını İsrail üzerinden göndermesi manidar değil mi?

“IŞID’le mücadele koalisyonunun parçasıyız” söylemi tekrar tekrar ısıtılıp önümüze konmak istenmektedir.

Ancak bu söylemin gerçek hayattaki karşılığı giderek zayıflamaktadır.

İsrail’in SDG’yi motive ettiği, ona moral verdiği açıktır.

Lakin aynı İsrail’in, Türkiye’nin olası bir harekâtı karşısında SDG’nin arkasında duramayacağı da aynı derecede açıktır.

SDG yönetimi bu gerçeğin farkındadır; işte bu yüzden ‘köprüden önceki son çıkış’ telaşıyla sağa sola mesajlar göndermekte, zaman kazanmaya çalışmaktadır.

SDG, 10 Mart Mutabakatı’ndaki hiçbir maddeyi hayata geçirmedi.

Kazandığı her zamanı kendisine kâr sayıldığı açık bir biçimde fark edilmektedir.

Ne var ki Türkiye, bu oyuna gelmeyecektir.

Zaman dolmak üzeredir…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı duruşu, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın soğukkanlı ve net açıklamaları ve Devlet Bahçeli’nin millî bekayı her şeyin üstünde tutan dirayeti, devletin tüm kurumlarının aynı hedef etrafında kenetlendiğini göstermektedir…

Terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge hedefinden asla taviz verilmeyecektir.

Bu süreç, provokasyonlara son derece açık bir süreçtir.

Tam da bu nedenle, sorumlu davranış sergilemek, siyaset üstü bir bakış açısı benimsemek hayati önemdedir.

Milletimizin birliği, devletin kararlılığı ve ordumuzun gücü, bu son virajı da aşmamız için yeter de artar.

Terörsüz Türkiye, bir hayal değil, çok yakın bir gerçekliktir.

O bataklık muhakkak kuruyacaktır.

O gerçekliğe giden yol, Erdoğan’ın vizyonu, Fidan’ın diplomasisi ve Bahçeli’nin dirayetiyle döşenmiştir.

Geri dönüş yoktur; sadece ileriye, temiz bir vatan ve huzurlu bir bölgeye doğru yürüyeceğiz.