Türkiye’de Suriyeli karşıtlığı
- GİRİŞ11.12.2025 08:56
- GÜNCELLEME11.12.2025 08:58
AK Parti’nin ilk iktidar döneminde Suriye’deki Esad rejimiyle ilişkiler olumluydu. Bu olumluluk “Arap Baharı” olaylarının bir iç savaşa dönüşmesine kadar sürdü. Bu savaşta Türkiye açık bir şekilde rejim muhaliflerini destekledi. Buna karşılık, ABD SDG’yi, Rusya Esad rejimini destekledi. İran da Hizbullah aracılığıyla doğrudan savaşa müdahil oldu. Böylece yerel çatışmalar büyük güç rekabetinin vekâlet mekanizmalarına dönüşerek savaşın şiddeti arttı.

Bu proxy savaşın yıkımından kaçanlar komşu ülkelere sığındı. Savaşın en yoğun yaşandığı bölgeler Türkiye sınırında olduğu için göçün yönünün Türkiye olması normaldi. Türk yönetimi de bu göçü açık kapı politikasıyla karşıladı. Ancak, göçün normalliği Türkiye’de Suriyelilere yönelik bir karşıtlığın gelişmesini engellemedi.
Savaş yaklaşık 15 yıl sürdü. Bu süre zarfında Türkiye fiilen savaşın içindeydi. YPG’ye karşı sınır güvenliğini sağlamak amacıyla üç, rejim güçlerine karşı da bir büyük askeri operasyon yaptı. ABD ile ilişkileri gerildi. Hem sahada hem de saha dışında defalarca Rusya ve İran ile karşı karşıya geldi. Yüzlerce şehit verdi.
Modern savaşlar sadece cephede yapılmamaktadır. Psikolojik harekât (psyops) çoğu zaman savaşın kendisinden de yoğun geçmektedir. Bu savaşta da taraflar propaganda ve dezenformasyonun her türünü kullandılar. Psyops, kavramsal olarak, (1) bir aktörün (2) planlı ve kasıtlı bilgi üretip (3) bunları iletişim kanalları üzerinden yaymasıdır. Amaç hedef kitleyi belirli bir psikoloji eksenine oturtmaktır. Kanıtlamamız mümkün değil ama Türkiye’deki Suriyeli karşıtlığını besleyen medya ve sosyal medya düzeni psyops mantığıyla büyük ölçüde uyumluydu. Aşağıda bu söylem rejiminin kamuoyundaki yansımaları kısaca işlenmektedir.

PSYOPS KRİTERLERİYLE SURİYELİ KARŞITLIĞI
Psyops söz konusu olduğunda klasik beklenti “arka planda bir merkezi özne var, plan yapıyor ve yürütüyor” şeklindedir. Suriyeli karşıtlığını körükleyen içeriklerin önemli bir kısmı açıkça “siyasal kasıt” taşımaktadır. Suriyelilere vatandaşlık verilerek seçimlerde AK Partiye oy verdirileceği şeklindeki söylemler, başta Zafer Partisi olmak üzere dönemin CHP ve İyi Partilerinin söylem setiyle uyumlu yükselip alçalmaktadır.
İçeriklerin diğer bir kısmı “ekonomik kasıt” taşımaktadır. Sosyal medya esas olarak tıklanma, izlenme, reklam geliri için üretilen Suriyelileri kriminalize edici, abartılı haberlerle doludur.
Son olarak da örgütlü troll ve aktivist ağlar üzerinden sistematik biçimde dolaşıma sokulan dezenformasyon söz konusudur. Suriyelilerle ilgili nefret söylemi ve yanlış bilgiyi inceleyen 2019 tarihli sosyal medya araştırmaları ile Türkiye’nin dijital ekosistemini ele alan 2020 Resilience raporu, bu ağların koordineli biçimde çalıştığını açıkça göstermektedir.

Bu faaliyetlerin tam olarak kim/kimler tarafından örgütlendiğini söylemek mümkün değil ama ortaya çıkan yapı ve teşvik mekanizmalarının (siyasal çıkar, reklam ekonomisi, vb.) bizatihi masum olduğunu söylemek de zordur. Çünkü buradaki kampanya ve pratiklerin net sonucu Suriyeli karşıtlığını pekiştirmektedir.
Psyops’un ikinci belirgin özelliği “sistematiklik ve tekrar”dır. Geçtiğimiz süre zarfında sürekli tekrarlanan dört ana tema vardır:
(1) Devletin kendi vatandaşından çok Suriyelilere yardım etmesi (Türklerin kendi yurdunda mağdur olması)
(2) Suriyelilerin suç ve taciz oranlarını artırması (Suriyelilerin bir güvenlik tehdidi olması)
(3) Yakın gelecekte Suriyeli sayısının Türk sayısını geçecek olması (Suriyelilerin demografik tehdit olması)
(4) Suriyeliler yüzünden gençlerimizin işsiz kalması (Suriyelilerin ekonomik tehdit olması)
Bu iddialar büyük ölçüde abartılıdır ve mevcut verilerle desteklenmemektedir. Buna rağmen sürekli tekrarlandığı için, ahlaki panik (moral panic) literatürünün tarif ettiği mekanizmaya tam oturmaktadır.
Birçok kamuoyu araştırması ve akademik çalışma da Suriyelilerin toplumsal değerlere/çıkarlara orantısız bir tehdit olarak kodlandığına işaret etmektedir. Bu da Bütünleşik Tehdit Teorisi literatürüyle uyumlu bir tehditleştirme pratiğidir.
Psyops’un üçüncü özelliği “hedefleme”dir. Suriyeliler olayında birincil hedef yerleşik Türk nüfusun algı ve duygularını değiştirerek öfke, korku, tiksinti ve “bıkkınlık” üretmektir.
Suriyelilerin de dışlandığını hissetmesi, günlük hayatta güvensizlik yaşaması ve kamusal alandan çekilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim akademik çalışmalar Suriyelilerin de Türkiye toplumunun kendilerini istemediği duygusunu güçlü biçimde yaşadığını, fake news ve nefret söyleminin günlük hayatlarını zorlaştırdığını göstermektedir.
Psyops’un kalbi duygusal manipülasyondur. Burada rasyonaliteyi aşan duygusal tetikleyiciler kullanılır. Hakikat-ötesi çağ diye de anılan günümüzde insanların eğilimi zaten bu yöndedir. Suriyeliler söz konusu olduğunda haber çerçeveleri tekil kriminal vakayı tüm gruba mal eden anlatılar üzerinden kurulmaktadır. Tüm grubu bir güvenlikleştirme çerçevesine oturtmak amacıyla Suriyeliler hem ekonomi/güvenlik açısından hem de kültürel kimlik/yaşam tarzı açısından bir tehdit kaynağı olarak konumlandırılmaktadır.
Bu tehdit algısı bir “günah keçisi” yaratmakta, böylece Suriyeli figürü, toplumsal tedirginliğin ve geleceğe dair kaygıların taşıyıcısına dönüşmektedir. Bu tarz iletişimde rasyonel veri tartışmasından çok “hissettirilen” bir tehlike söz konusudur. Esasında Psyops’un tipik sonuçlarından biri zaten gerçeğin yerine tehdit hikayesi konulmasıdır. Nesnel veri ne derse desin, kamusal bilinçte tehdit anlatısı yerleşir ve gerçekliğin yerini alır.
Genel olarak çoğu toplumda göçmenlerin suç oranı, yardım miktarı, sayıları, oy kullanma durumları gibi konularda algı ile gerçeklik arasındaki açık çok yüksektir. Türkiye’de de Suriyelilerle ilgili olarak siyasetçiler, medya ve sosyal medyanın ürettiği söylem, giderek veriyle tartışılabilir bir olgu olmaktan çıkıp duygusal bir hakikat statüsü kazanmıştır. Bu da hakikat-ötesi söylemin bizatihi kendisidir.
Sonuç olarak, Türkiye’deki Suriyeli karşıtlığının uzun vadeli bir psyops olduğunu kanıtlamak mümkün değildir. Ancak elimizde göçmenlere yönelik yoğun dezenformasyon, sistematik negatif çerçevelemeler, sosyal medya toksisitesi, siyasal iletişimde göçmen kartının stratejik kullanımı, yerleşmiş bir tehdit algısı olduğunu gösteren ciddi sayıda bilgi vardır. Dolayısıyla, ortaya çıkan söylem rejimi sonuçta bir psyops etkisi yaratmaktadır.
Peki bu operasyon ne derecede etkili olmuştur?
TÜRKİYE’DE SURİYELİ KARŞITLIĞININ GELİŞİMİ
Suriyelileri konu edinen ya da bir bölümü Suriyelilere ayrılan çok sayıda kamuoyu araştırması vardır. Bu araştırmaların bulguları genel olarak birbirine benzerdir. Suriyeli göçünün başladığı ilk yıllarda kamuoyunda hâkim olan hava “misafir/ensar” anlayışıydı. Zamanla göçmen sayısı arttıkça, savaş uzadıkça, ekonomik stres yükseldikçe olumsuz duygular keskinleşmeye başladı. Örneğin, Konda “Suriyelilerle aynı şehirde yaşamayı kabul ederim” sorusuna olumlu cevap verenlerin oranının 2016’da yüzde 72’den 2019’da yüzde 40’a gerilediğini gözlemiştir. Yani, 3 senelik zaman zarfında temasın artmasıyla birlikte sosyal mesafede artmıştır.
2017 sonrası güvenlik, suç, ekonomik yük, demografik tehdit temaları yükselmeye başladı. Bu dönemde yayınlanan INGEV raporu Türk-Suriyeli ilişkisinin toplumdaki en yüksek gerilimli ilişki olarak tanımlamaktadır. Raporda ayrıca kamuoyunun çoğunluğunun sosyal medyada yayılıma sokulan dezenformasyonun hepsine inandığı gözlenmiştir.
2020’lere gelindiğinde ise, Suriyeliler Barometresine verilerine göre, geri gönderme talebi, vatandaşlık karşıtlığı, kalıcılık duygusu toplumun baskın duygusu haline geldi.
Son araştırmalar, toplumun ezici çoğunluğunda Suriyelilere yönelik güçlü bir mesafe ve geri dönüş beklentisi olduğunu gösteriyor.
Türkiye Suriyeliler ile ilgili benzer konular üzerinden Batı Avrupalılar ile karşılaştırıldığında daha olumsuz bir tablo ortaya çıkmaktadır (Batı Avrupalılar ile ilgili bilgiler ESS, Eurobarometer ve Pew araştırmalarına dayanmaktadır). Öncelikle Suriyelilerin ülkeden gitmesini isteyenlerin oranı daha fazladır. Dolayısıyla Suriyelilere vatandaşlık vermeye karşı çıkanlar da daha fazladır. Kültürel ve coğrafi yakınlık konuları hesaba katılmasa bile Avrupa’daki göçmen karşıtlığının onlarca yıllık bir geçmişi varken Türkiye’de bu durum 10 senede görece çok hızlı gelişmiştir. Avrupa’da göç karşıtlığı sağ, hatta aşırı sağ parti tabanlarında yaygınken, Türkiye’de hemen herkeste gözlenmektedir. Kısaca, Türkiye’deki karşıtlık, Batı’dakine göre daha çok “yüksek dozda, hızlandırılmış ötekileştirme ve tehdit algısı paketi” gibi çalışmıştır.
SONUÇ
Türkiye’deki Suriye karşıtlığının yaygınlığı ülkenin en güçlü kamuoyu yapıcısının (Erdoğan) ilgili süre zarfında Suriyelileri genel olarak insani/dini bakış açısıyla, sempatiyle ve kadın/çocuk vurgusuyla çerçevelemesine rağmen gerçekleşmiştir. Suriyeli karşıtlığının boyutlarına bakıldığında Erdoğan’ın tutumu, ne yazık ki, kendi tabanını bile ikna etmeye yetmemiştir.
Aynı şekilde, milliyetçi-muhafazakâr cephenin ikinci büyük örgütü MHP de Erdoğan’a yakın bir tutum sergilemiştir.
Dahası, iktidara yakın anaakım medyadaki Suriyeli temsili üzerine yapılan akademik çalışmalar burada da “çoğunlukla olumlu ve yansız” bir dil kullanıldığını ortaya koymuştur.
Kısaca, Türkiye’de Suriye karşıtlığı çoğunluğun desteğini alan bir iktidar cephesine rağmen gelişmiştir (Tabii devletin göç ve göçmenlerle ilgili kurumlarının, iktidarın bu vizyonunu hangi düzeyde uygulamalarına yansıttıkları ayrı bir konudur). Suriyeliler etrafında oluşan karşıtlık, Türkiye’de kamusal algının ne kadar kırılgan olduğunu çıplak biçimde ortaya koymuştur. Somut verilerle çelişen iddiaların bile geniş kitlelerce hızla benimsenmesi, meselenin Suriyelilerden çok kamuoyunun yapısal zayıflığıyla ilgili olduğunu göstermektedir. Bilginin doğruluğu değil, dolaşıma girme hızı belirleyici hâle geldiği an, toplumsal refleksler kolayca yönlendirilebilir bir enstrümana dönüşmektedir.
Bu tablo, geleceğe dair ciddi riskleri işaret etmektedir: Aynı mekanizma, başka krizlerde de yeniden çalıştırılabilir. Suriye’de rejimin yıkılmasıyla, yani Türkiye’nin zımnen zaferle kazanmasıyla, Türkiye’deki Suriyeli sorunu gündemden düşmüştür. Ama kamuoyundaki kırılganlık kalıcıdır. Asıl sorun toplumsal algının mühendisliğe bu denli açık olmasıdır.
Yorumlar9
-
doğrusu
23 dakika önce
Şikayet Et
CHP diye bir parti var, bu parti kapatılmadıkça bu sorun ortadan kalmaz, sadece SURİYE lilere karşı değiller ki, hoşlarına gitmeyen herşeye karşılar
Beğen
Cevapla
-
konuk
1 saat önce
Şikayet Et
kaçak göçmen aylarca o evde elektirik suyu kaçak kullanıp ev kirası ödemeden oturuyor, ev sahibine, bu adamı mahkemeye ver diyor, çıkartmak için mahkemeler 1 yıldan uzun sürüyor, ev sahibi bu adamı beslemek zorunda mı, daha etkin hızlı bir çözüm bulunamaz mı,
Beğen
Cevapla
Toplam 4 beğeni
-
hasan
1 saat önce
Şikayet Et
siyon hem komşuluğu hem de iktidara olan düşmanlığını, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, aklı olmayan ama fikrinin ucu olmayan insanımızı çok iyi tanıdığının işaretidir...
Beğen
Cevapla
-
Realite
1 saat önce
Şikayet Et
Dünyanın neresinde savaş çıkarsa çıksın o bölgenin bir kısmı göç yolları aramıştır.Bu hiçbir devirde değişmez .
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
Abbas
3 saat önce
Şikayet Et
Mallesef sizin dediğiniz gibi oldu Suriyeli bir suc işlese hepsi mahkum edildi bir Türk işlese hiç gündeme bile gelmedi bu da toplumsal olarak doğruluğunu araştırmadan kabul edisimize bağli
Beğen
Cevapla
Toplam 4 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle