Mevlana’ya göre adalet ve zulüm

  • GİRİŞ17.12.2025 09:01
  • GÜNCELLEME17.12.2025 09:01

“Adalet”  kelimesi, sözlüklerde “doğruluk, eşitlik, denklik, aşırılıktan uzak ve dengeli olma, doğru davranmak, bir şeyi yerli yerince yapmak, her şeye hakkını verme, her şeye hak ettiği şekilde davranmak, hakka göre hüküm vermek” şeklinde tanımlanmaktadır.

Adalet, Allah’ın yaratmış olduğu evrende onun iradesi ve istekleri doğrultusunda hareket etmektir: “Adaletli olun. Çünkü takvaya en uygun olan adil olmaktır” (Maide Suresi; Ayet: 8).

ADALET VE ZULÜM

Adalet, bir işi yerli yerine koyma, hak sahibine hakkını verme, hak ve hukuka uygunluktur; her şeyin olması gerektiği yerde bulunmasıdır, insaftır: “Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Ahlaksızlığı, çirkin şeyleri ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir” (Nahl Suresi; Ayet: 90).

Adaletin zıddı, haksızlık yapmak ve doğru yoldan sapmak gibi anlamlara gelen “zulüm”  kavramıdır. İslam kültüründe adalet “her şeyi ait olduğu yere koymak” şeklinde tarif edilmektedir. Adalet, ifratı ve tefriti olmayan, sadece zıddı (zulüm) olan bir fazilettir. Dinen zararlı olan şeylerden kaçınmak suretiyle hak olan yolda dosdoğru bir biçimde devam etmektir adalet. Zulüm ise en büyük ahlaksızlık, sapıklık ve rezilliktir. Zira zalim hiçbir ahlak kuralı tanımaz; bu nedenle de adalet ahlakın en üstünü, dünyevî ve uhrevî mutluluğun sebebi ve kaynağı, medeniyetin özü ve ruhudur.

Mevlâna’a göre de adalet, bir şeyi layık olduğu yere koymaktır;  “Allah adaleti, herkesi eşiyle çift etmiştir; fili fille, sivrisineği sivrisinekle.” (İbrahim Suresi; Ayet: 42; Mesnevi, VI, s.39). “Terzinin düşüncesi terziye, fakihin düşüncesi fakihe, demircinin düşüncesi demirciye, zalimin düşüncesi zalime, adâlet ıssının (sahibinin) düşüncesi adâlet ıssına gelir. Hiçbir kişi yoktur ki gece terzi olarak yatsın da gündüz ayakkabıcı olarak kalksın; bunun imkânı yoktur.” (Fihi Mafih, s.326)

Mevlâna adalet olgusunu zulümle birlikte ele alıp sorgulamakta, arasındaki zıtlığı da hayat vermek ile yok etmek arasındaki farka benzetmektedir(Mesnevi, V, s.577). O, zulmü yok etmenin yolunun adaleti hâkim kılmak olduğunu(Fihi Mafih, s.496), adalet gereği daha kötüye daha kötü ceza vermek gerektiğini (Mesnevi, I, s.40), hak etmeyen ve layık olmayana ihsanda bulunmanın ise kötülük getirdiğini ifade eder(Mesnevi, I, s.40).

İSTİKAMET ÜZERE OLMAK: ADALET

Adalet, dengeli bir kişilik ve ahlaka sahip olma, aşırılıktan uzaklaşıp her şeye hakkını verme, ahlaki olgunluk demektir: “Allah, adaletli olanları sever…” (Hucurat Suresi; Ayet: 9)  İslam kültüründe ahlak anlayışında nefsin kuvvetleri olarak kabul edilen fikir, gazap ve şehvet kuvvetlerinin ideal ortasından hikmet, iffet ve cesaret/şecaat faziletlerini çıkarılmış; dördüncü olarak da bu faziletlerin üçünün birlikteliğinden meydana gelen adalet fazileti olduğu tespiti yapılmıştır. Adalet, “inançta, sözde, fiil ve davranışlarda itidal”  manasında olup bir işte ifrat ile tefrit arasında orta yolu tutmak ve aşırılıklardan kaçınmaktır. Kur’ân-ı Kerim’de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen “vasat ümmet” (bkz. Bakara Suresi; Ayet: 143) tabiriyle “adalet” manası kastedilmiş, İslâm toplumunun her hususta aşırılıklardan uzak, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını içeren sırat-ı müstakim üzere olması istenmiştir.

ADİL ARGIÇ VE YÖNETİCİNİN ERDEMİ

Mevlâna adaleti adil yönetim ve yöneticilerin şiarı olarak görür. Çünkü Allah her daim adaleti emreder ve adil olanların da eli, ayağı olur. Bu hususta Mevlâna Hz. Süleyman’dan örnekler seçer: “Ne mutlu o padişaha ki müşkül işe düştü mü elini tutacak Asaf gibi bir veziri vardır. Adaletli padişah, Asaf’a eş oldu mu artık adı ‘Nur üstüne nur’ olur...”

“Padişah Süleyman veziri de Asaf oldu mu nur üstüne nurdur, amber üstüne amber! Fakat padişah Firavun, veziri de Hâmân olursa ikisi de talihsizlikten, kötülükten kaçamazlar, çaresiz perişan olur giderler! Karanlıklar üstlerine çöker, karanlıklara düşerler de ne akıl, onlara yâr olur, ne de kıyamet günü devlete erişirler!” (Mesnevi, IV, s.26). “Tanrı kadehinden şarap içen bir sarhoş, hiç adaletten ve doğrudan başka bir şey yapar mı? Firavun, imana gelen büyücülerin ellerini, ayaklarını kestireceği vakit Firavun'a yirmi kere dediler ki: Elimizin ayağımızın kesileceğinden pervamız yok. Bizim elimiz, ayağımız, o tek Tanrı'dır.” (Mesnevi, V, s.19,)

Mevlâna adalet ve zulüm adına her ne yapılırsa bunu kalemin yazdığını, bunların karşılığı olan mutluluk veya azabı kim ne işlemişse göreceğini belirtir (Mesnevi, V, s.19). Çünkü “Kim bir zerre kadar iyilik yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.” (Zilzal Suresi; Ayet: 7-8; Mesnevi, VI, s.10). Bu nedenledir ki adaletin gereğini yerine getirmek gerekir, aksi takdirde zulmün önü alınamaz (Mesnevi, VI. s.32) ve adalet güz mevsimine benzer, çabuk kaybolur gider (Divan-ı Kebir, I, s.198).

Mevlâna’ya göre insanlar arasındaki sevgiyi adalet tesis eder, adalet de sevgi ve merhamet ile yaşar (Divan-ı Kebir, III, s.25). Halifesiz şehir, Tanrısız yaratık olmadığı gibi, adaletsiz de dünya olmaz, çünkü adaletsiz dünyanın düzeni bozulur (Divan-ı Kebir, V, s.364).

Adaleti aydınlatan bir meşaleye, zulmü de bir köre yahut da sağıra benzeten Mevlâna (Divan-ı Kebir, VII, s.160) onun hakikati her yönden kuşatıp çektiğini (Divan-ı Kebir II, s. 460), adalet gününde de her şeyin açığa, gün yüzüne çıkacağını belirtmiştir (Divan-ı Kebir, VI, s.163). Adalet ilk bakışta bazen bizim hoşumuza gitmeyen kararlar verilmesine neden olsa da eğer hakkaniyet ölçüleri içinde adaletle hükmedilmiş ise sonucu daima iyilik getirir. Mevlâna bu meseleyi Divan-ı Kebir’de şöyle örneklemektedir: “Bilgisi-görgüsü tam olan hekim, hastaya acı bir ilaç da verse zulmediyor gibi görünür ama zalim değildir, adalet ıssıdır o” (Divan-ı Kebir, VII, s. 628).

Mevlâna’ya göre, adaletin en çok yakıştığı kimselerden biri yargıç (kadı), diğeri ise yöneticilerdir. Eğer bunlar bilerek hükümlerinde adaletten ayrılırlarsa vay onların hallerine (Mecalis-i Seb’a, s.33, 39). Mevlâna sözlerini şöyle devam ettirmektedir: “Şanı yüce, noksan sıfatlardan arî, sınıkları (kırıkları) onaran Tanrı, sanki adâleti, insafı, şu dünya padişahının boyuna göre ölçmüş-biçmiş, kesip dikmiş. Adâletle insaf, bu devlet kapısında bulundukça verimi de şu olur: Her gün bu bahçede yeni bir gül biter.” (Fihi Mafih, s.496). Çünkü saltanat ve hükümranlık ancak pek yüce, çok değerli bir inci olan adaletle sürdürülebilir (Fihi Mafih, s.494). Adalet yöneticiyi yüceltir (Mesnevi, II/33) ve insanı doğruluğa sevk eder (Mesnevi, II, s.46).

Adalet dağıtan hâkim ve yöneticilerin adil olmalarının önemine ve ahiretteki mükâfatının büyüklüğüne dair hadisler İslâm toplumlarında adaletbilincinin her daim canlı kalmasına ve gelişmesine katkı sağlamıştır. Bu husustaki hadislerden birkaçı şöyledir: “Adil devlet başkanı ve idarecilermahşer yerinde Allah’ın lütfuna ve himayesine mazhar olacakların öncüleridir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 22, 55) “Kıyamet günündeinsanların Allah’a en sevgili ve en yakın olanı adil devlet başkanıdır.” (Tirmizî, “Ahkâm”, 4) “Adaletle hüküm verenler, ailesi ve yönetimi altındakilere karşı adaleti gözetenler kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirler.” (Müslim, “İmâre”, 18)

Yargıda adalet, kanunları eşitlik ilkesine göre uygulama ve herkesin kanun karşısında eşit tutulmasını sağlamadır: “Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle karar vermenizi emreder…” (Nisa Suresi; Ayet: 58) 

Özellikle toplumda dirlik ve düzenin sağlanması bakımından hukukî adalet çok önemlidir. Hukukta adalet, hakları ve ödevleri gerektiği gibipaylaştırmak; her şeyi yerli yerine koymak ve hak edenin hakkını vermektir. Bu bağlamda liyakat ile adalet arasında yakın bir bağ söz konusudur. Kur’ân’da görevlerin ehil olana verilmesinin adaletten önce emredilmesi (Nisa Suresi; Ayet: 58) adaletin gerçekleşmesinde liyakatin ön şart olduğunu gösterir.

Yargıda adalet hak ile hüküm vermeyi; yargılamanın adil olmasını ve taraflara eşit davranılmasını ifade eder. Suçun kanuniliği, suç ve cezanın şahsiliği; masumiyet karinesi ve yargılamada taraflara eşit davranılması gibi evrensel hukuk ilkeleri İslâm adalet anlayışından doğmuştur. Yargıda adalet, kısaca haklıya hakkını verip suçluyu da işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırma.

Adil ve adalet sahibi denildiğinde hak ve hakikatten ayrılmayan, zulmetmeyen, doğru sözlü ve hakkaniyetle hükmeden kimse kastedilir. Bir yerden adalet kalkınca toplum ve her şey altüst olur. Çünkü toplumun esası adalettir; adalet yok olunca toplum da yok olur gider. 

Adalet İslâm dininin gerek fert gerekse toplum düzeyinde üzerinde durduğu en temel hususlardan biridir. Kur’ân-ı Kerim’de adalet Allah katında insanlara en üst düzeyde değer kazandıran kulluk bilincinin (takva) bir yansıması olarak zikredilmektedir: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Takvaya en uygun olan budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Mâide Suresi; Ayet: 8) Yine, “Hükmettiğin zaman aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah adil olanları sever” (Mâide Suresi; Ayet: 42) ve “Şüphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğinizde de adaletlehükmetmenizi emreder” (Nisâ Suresi; Ayet: 58) şeklindeki ayetlerde de adalet kesin bir şekilde emredilmektedir. Hangi ortamda ve hangi sebeple olursaolsun adaletten ayrılmamak esastır: “Ey iman edenler! Kendi aleyhinize veya ana babanız ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa adaleti titizlikleayakta tutan ve Allah için şahitlik yapan kimseler olun. Hakkında şahitlik yaptığınız kimseler zengin de olsa, fakir de olsa adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah onlara sizden daha yakındır. Sakın hislerinize uyarak adaleti terk etmeyin. Eğer sözü eğip bükerek gerçeği çarpıtır veya şahitliktenvazgeçerseniz, şüphesiz ki Allah yaptığınız her şeyi çok iyi bilmektedir.” (Nisâ Suresi; Ayet: 135) Bu ve benzeri ayetler sadece mahkemelerde değil, bütünferdî ve toplumsal ilişkilerdeki karar, yargı ve değerlendirmelerde adaletin ve hakkaniyetin temel ilke olması gerektiğini göstermektedir.

İLAHİ ADALET

Kur’ân’a göre Allah mutlak ve hakiki adalet sahibidir. Allah’ın isimlerinden (Esmâ-yi Hüsnâ) biri de Adl’dir. Yani O, hiç kimseye zulmetmez.Herkese hak ettiği şekilde muamele eder ve ahirette de zerre kadar haksızlığa mahal vermeyecek şekilde adaletle hükmedecek ve mazlumunhakkını zalimden alacaktır. (Nisâ Suresi; Ayet: 49,77; Enbiya Suresi; Ayet: 47; Yûnus Suresi; Ayet: 54,55; Zümer Suresi; Ayet: 69) İlahî adalete inanan Müslümanlar başkalarına haksızlık etmekten çekindikleri gibi adaletin er geç tecelli edeceğini de bildikleri için ümitsizliğe düşmezler.

Mevlâna en büyük adalet sahibi ve timsali olarak Allah’ı zikreder. Ona göre Allah, -ayette de belirtildiği gibi- zalimlerin yaptıklarından gafil değildir (Mecalis-i Seb’a, s.33). O hakimlerin en doğru ve adaletli hüküm verenidir (Mesnevi, VI, s.9).. “O adalet ıssı (sahibi) Tanrının adalet oku, kılı bile ikiye böler.” (Mecalis-i Seb’a, s.9). Mevlâna gerçek adalet sahibi Allah’ın adaletinden sonra, ikinci sırada Hz. Muhammed, daha sonra da Hz. Ömer ve kadıların adaletinden söz eder. Hz. Muhammed’i her hali ile adaletin cevheri sayar. “Ey Muhammed dediler; adalet ıssı sensin; şeriat şehrinde hüküm yürüten sensin.”

“Mustafa'nın nurundan doğan cana adaletten, zulümden bahsetme. Hiç balık, yüzmeyi öğrenmeye kalkışır mı; selvi, hürriyeti aramaya girişir mi?” (Divan-ı Kebir, V, s.243).

Mevlâna adalet timsali olarak ise Hz. Ömer’i gösterir. O, Hz. Ömer gibi yardım eden, adalet dağıtan bir muhtesip aramaktadır (Divan-ı Kebir, VII, s.379). Yine o, Hz. Ömer’i şeriat şehrinin hesabını gören, tarikat temelinin başköşesinde adalet sahibi olan, " Şeytan, Ömer'in gölgesinden kaçar" hükmünce de adalet kamçısını akla uygun bir şekilde eline aldı mı, İblis'in haddi mi vesvese pazarında yankesicilik edip hırsızlıkta bulunsun da bir gönül cebini karıştırıp kessin (Mecalis-i Seb’a, s.29).55

PEGAMBERİN SÜNNETİ: ADALET

Mevlâna Hz. Peygamber’in “Bir an adâlette bulunmak, altmış yıl ibadetten hayırlıdır” (Fihi mafih, s.493) hadisine atıfta bulunarak: “Ulular ulusu onun hakkında şöyle buyuruyor: Bir an adaletle eş-dost olursan bu, ibadet meydanında bir yol -yıl- ayakta durmadan daha iyidir. Bir an adâletle solukdaş olursan bir yıl ibadete el atmandan hayırlıdır. Çünkü ibadet kuşunu herkes tutar amma adâlet doğanını padişahlardan başkaları tutamaz. İbadet ceylânını her zahit tutar amma adâlet aslanını buyruk ıssı olanlardan başkaları avlayamaz. Adalet aslanı, öyle her padişaha, her buyruk ıssına da râm olmaz. Adâlet aslanını bilgiden başka bir lokmayla avlamaya, yumuşaklık kemendinden başka bir kementle bağlamaya, ihsan tuzağından başka bir tuzakla elde etmeye imkân yoktur.” (Fihi Mafih, s.495) açıklamasını yapar.

Mevlâna adaletin iki dünyayı da güzelleştirdiğini (Divan-ı Kebir, VII, s.595), bulunduğu yere uzlaşma (Mesnevi, II, s.63) barış ve emniyet getirdiğini (Mesnevi, I, s.10), hakkaniyeti sağladığını (Mesnevi, IV, s.34), dirlik ve düzen getirdiğini (Divan-ı Kebir, II, s.421), yeri ve göğü aydınlattığını belirtir (Divan-ı Kebir, II, s.396).

SOSYAL ADALET

İslâm’ın önem verdiği hususlardan biri sosyal adalettir. İslâmî anlayışta mülkün esasta Allah’a ait olması, Allah’ın fakir ve muhtaçlara zekât,sadaka vb. infak yollarıyla yardım ve ihsanı emretmesi gibi prensipler gereği insanın temel ihtiyaçlarının temini noktasında sosyal adaletingözetildiği görülür. Sosyal adalet anlayışında da ölçü eşitlik değil, dengedir.

Sonuç olarak, insan hayatı açısından adalet, bireyin dengeli, ahlaklı, erdemli ve takva ile muttasıf bir kişiliği haiz olmasını amaçlar. Hukukungözettiği bir gaye olarak adalet toplum hayatında birliği beraberliği gözetmek, zulmü ortadan kaldırmak ve her hakkı hak sahibine vererek toplumsal barışı sağlamayı amaçlar. Bu manada devlet ve toplum hayatının bekası adalete bağlıdır. Nitekim “adalet mülkün temelidir” sözü de bu gerçeği ifade eder.

 

KANAKLAR

Kur’an-ı Kerim.

Mevlâna, Divan-ı Kebir, (çev. Abdülbaki Gölpınarlı), Remzi Kitabevi, İstanbul 1957.

Mevlâna, Fihi Mafih, (çev. Abdülbaki Gölpınarlı), Inkılab Yayınları, İstanbul.

Mevlâna, Mecalis-i Seb’a, (çev. Abdülbaki Gölpınarlı), Konya 1965.

Mevlâna, Mesnevi, (çev. Şefik Can), İstanbul 1997.

Yorumlar1

  • Misafir 1 saat önce Şikayet Et
    Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum evlen boşan erkek kadına emekli olmuş gibi maddi ve manevi tazminat ödesin ikramiye olarak emekli olmuş gibi Nafaka ödesin ömür boyu bunun neresinde adalet var ayıptır yazıktır günahtır Nafaka kalmalı artık
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat