Sorumluluk zincirinde “Devlet Baba” en başta değil!

  • GİRİŞ27.12.2025 09:16
  • GÜNCELLEME27.12.2025 09:16

Rahmetli Prof. Dr. Sabahattin Zaim, ilim dünyasına dahil olmadan evvel kaymakamlık yapmıştı. Kahta’daki kaymakamlık zamanlarıyla ilgili şöyle bir halden bahsediyor:

“Kapımız her zaman açık, penceremizde perde yok. Bir gün adamın biri, yanıma geldi, ‘bana ver’ dedi. ‘Nereye geldiğini biliyor musun?’ dedim. ‘Biliyorum, biliyorum Kaymakam Bey’ dedi. ‘Sen babamızsın, param bitti, gaz alacağım sana geldim.’ Bu bana çok tesir etti.”

Bu ve benzer haller, toplumumuzdaki “devlet baba” algısının tam karşılığı. Samimi Anadolu insanı için gayet saf ve makul bir talep. Bu algının hukuktaki karşılığına da “sosyal devlet” diyebiliriz.

“Sosyal devlet” derken, devletin sosyal alandaki farklı biçimlerdeki varlığından ve ihtiyaçları gidermesinden bahsetmiş oluyoruz. Sosyal devletin varlığı da önemli ve gerekli. Bununla birlikte, özellikle seçim dönemlerinde daha fazla görünür/belirgin olacak şekilde, sadece temel ihtiyaçları değil hemen her şeyi devletten beklemek/istemek moda. Devlet, “kimsesizlerin kimsesi” yani babası olmanın ötesine geçmiş, refah/gelir söz konusu olduğunda “herkesin her türlü isteklerinin babası” bir konuma oturtulmuş durumda. 

Peki refah/gelir bağlamında olması gereken nedir ya da bu hususta özelde devletin konumu nedir?

Refah veya gelir temini, sadece devletten beklenebilecek bir görev alanı değil; bir “sorumluluk zinciri” içinde zaman ve zemine göre aktörler ve roller var. Bu nedenle refah, otomatik garanti değil aslında; her aktör kendi basamağında/zemininde sorumluluk üstlenmek durumunda.

Sorumluluk zincirinin ilk basamağı, kişinin bizzat kendisi. Kendi geçimini sağlamak ve refahtan nasiplenmek, sadece bir hak değil, aynı zamanda en temel sorumluluk. Şu veya bu gerekçe ile yoksul olsa bile kişi çalışmak için çaba göstermeli. Zira başkalarına bağımlı olmak makbul veya istenen bir şey değil. 

Eğer yoksulluktan çıkmaya dönük tüm çabalarına rağmen kişi çalışma imkânı bulamıyor ve dolayısıyla gelir temin edemiyorsa, ikinci basamak devreye girer: Akrabalık desteği. Muhtaç durumdaki kişinin kendi çabaları yetmediğinde, zengin ya da imkânı olan akrabalar,  “nafaka” sağlamakla yükümlü. Mevcut hukuk sistemindeki nafaka türlerinden biri olan “yardım nafakası”na göre (TMK 364/1); kişinin yoksulluğa düşme tehlikesi olan üstsoyu, altsoyu ve kardeşlerine maddi destek sağlama yükümlülüğü var. Öyle ki, bu yükümlülük yerine getirilmezse, muhtaç durumda olan kişi nafaka talebiyle dava açabilir. Uygulaması ender görülen bu sistem, aslında hem aileyi hem de ailesiz kalanları korumak için.

Akrabadan yardım nafakası yetersiz kaldığında veya akrabası ya da zengin akrabası bulunmadığında, üçüncü aşamada devlet devreye girer. Bu, “kimsesizlerin destekçisi devlettir” anlayışına dayanır. Bunun da en temel uygulaması zekât. Zekât, muhtaçlar için genel ve sosyal bir güvence olup, devlet eliyle daha sağlam bir uygulama mümkün olabilir. Amaç, zekât sayesinde kişinin başkalarına muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlamak. Bu nedenle, zekât alan kişinin muhtaçlıktan kurtulacak düzeyde desteklenmesi gerekir.

Dördüncü basamakta, devlet bütçesinden sağlanan doğrudan destekler var. Zekât ve akraba yardımı yetersizse, devlet, muhtaçları sosyal yardım gibi diğer hamlelerle desteklemek zorunda. Dolayısıyla burada sosyal yardım gibi vergilerle finanse edilen modeller devreye girer. Mesela İslam tarihinden dayanakla, Hazreti Ömer’in, zorunlu durumlarda kısa süreli ve kontrollü vergilerden gelen kaynaklarla muhtaçlara refah temin ettiği görülmekte.

Beşinci basamak, zengin kişilerin sorumluluğu. Devlet desteği ve zekât yetmediğinde, zenginler kendi imkânlarıyla muhtaçları desteklemek durumunda. Bu durum, vakıflar/dernekler kurmak yoluyla veya bizzat şahsi desteklerle de yapılabilir. İbn Haldun’un “Her şehir halkının zenginleri üzerine yoksulları gözetmeleri farzdır. Devlet, zekât yetmediği takdirde zenginleri bu görevi gözetmeye icbar eder.” ifadesiyle de ortaya konduğu üzere, bir şehrin zenginleri, yoksulları gözetmek zorunda, eğer “zengin olan kişi Müslümanım diyorsa” ve de “devlet İslam hukukunu işletiyorsa”. Aynı zemin varsa, devlet zekât veya vergi yetmediğinde bu görevi zenginlerin yerine getirmesini sağlatmakla yükümlü.

Son basamakta ise uluslararası dayanışma var. Kişinin kendisi, akrabası ve devlet düzeyindeki destekler veya zenginlerin imkanları yeterli olmadığında, Müslüman ümmet ve kurumları devreye girer, Müslüman devletlerin destekleri önem kazanır. Bu noktadan sonra refah, sadece yerel değil, küresel bir sorumluluk hâlini alır. Bu nedenle, örneğin A ülkesindeki Müslümanlar ve/ya A ülkesinin yöneticileri, B ülkesinin ihtiyaçlarının karşılanmasındaki sorumluluk zincirinin son halkası olarak destek vermek durumunda olurlar.

Özetle, ihtiyaçların giderilmesi ve refah temininde bir sorumluluk zinciri söz konusu. Evet, “devlet baba” var ama zincirin halkalarından ve zincirin her bir halkası birbirini tamamlar. Zincir kişiden başlar, aile ve devlet üzerinden uluslararası düzeye taşınır. 

Ne mi demek istiyorum?

Basit: Hak var ama sorumluluk da var!

Kişinin hakları var ama sorumlulukları da var. Akrabanın hakları var ama sorumlulukları da var. Toplumun ve zenginin hakları var ama sorumlulukları da var. Devletin hakları var ama sorumlulukları da var. Devletlerin hakları var ama sorumlulukları da var. 

Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7

Yorumlar1

  • O s 1 saat önce Şikayet Et
    Teşekkürler hocam
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat