Kamuoyu araştırmalarının seçim sonuçlarına etkisi

  • GİRİŞ05.10.2025 09:33
  • GÜNCELLEME05.10.2025 09:33

Demokratik ülkelerde seçim sonuçlarını önceden tahmin etme çabası, siyaset bilimi ve kamuoyu araştırmaları açısından uzun bir geçmişe sahiptir. Bu çabaların erken dönem örnekleri, “straw poll” (saman anketleri) olarak adlandırılan uygulamalardır.

İlk kez 1820’lerde görülen bu yöntem, basit sokak röportajlarına veya rastgele dağıtılan kartpostallara dayanmaktaydı. Bunların en bilineni, The Literary Digest dergisinin 1936 başkanlık seçimlerini tahmin için yaklaşık 2,5 milyon kişiyle yaptığı araştırmadır. Sonuç büyük fiyasko olmuştur. Oransal tahminin tutması bir yana rakibine 20 puanın üzerinde fark atan Roosevelt’in kazanacağını bile öngörememiştir. Aslında bu yanılgı ilgili tarihin dönüm noktalarından biri olmuştur. Çünkü yine aynı seçimde George Gallup modern anlamda ilk kamuoyu araştırmasıyla Roosevelt’in kazanacağını seçim sonucundan az bir farkla öngörmüştür. Böylece kamuoyunu anlamada saman anketlerinin yerine bilimsel örnekleme dayalı modern araştırmalar yerleşmiştir.

Tabii bu ABD ve bazı Avrupa ülkeleri için geçerlidir. Yoksa biz de hala kişisel izlenimler, yerel seçkinlerin gözlemleri, miting kalabalıkları, kahve ya da taksici sohbetleri, sokağın nabzı gibi kulaktan duyma kamuoyları seçim tahmini için güvenilir göstergeler olarak kabul edilmeye devam etmektedir. 1936 Gallup başarısından sonra, kamuoyu araştırmaları yalnızca gazetecilik pratiğinin bir unsuru olmaktan çıkmış sosyal bilimler içerisinde bağımsız, sistematik ve güvenilir bir yöntem alanı olarak kurumsallaşmıştır. Böylece seçim beklentilerinin değerlendirilmesi, ya da diğer bir deyişle “seçim dönemi kamuoyu”, öznel kanaatlerden çok nesnel araştırma bulgularına dayandırılmaya başlanmıştır.

Günümüzde birbirine benzer ya da farklılaşan sayısız araştırma sonucunun kamuoyuyla paylaşılması, seçim süreçlerinin olağan pratiklerinden biri haline gelmiştir. Bununla birlikte kamuoyu araştırmalarının, yalnızca seçmen tercihlerini ölçen nötr araçlar olmaktan ziyade, seçmen davranışını yönlendirme potansiyeli taşıdığı da tartışılmaktadır. Nitekim, araştırma sonuçlarının siyasal iletişimde araçsallaştırılması ve kamuoyunu manipüle etme çabaları, çağdaş demokratik siyaset pratiklerinin göz ardı edilemeyecek bir boyutuna dönüşmüştür.

Bu yazıda, araştırma sonuçlarını yayımlayan kuruluşların kurumsal kimliği ve metodolojik güvenilirliğinden bağımsız olarak, kamuoyu araştırmalarının gerçekten de seçim sonuçlarını etkileyip etkilemediği sorusu cevaplanmaya çalışılacaktır. En son söylenmesi gerekeni en başta dile getirirsek: Kamuoyu araştırması sonuçları, seçmenlerin tamamını değil ama belirli bir kısmını etkilemektedir.

Bu etkiye literatürde bandwagon (şenlik arabası) etkisi denir. Batı’daki festivallerde kalabalıkların bir şenlik arabasının arkasına takılıp gitmesinden esinlenen bu kavram, mecazi olarak “çoğunluğa katılma eğilimi”ni anlatır. Çoğunluğun davranışının bir tür sosyal doğrulama aracı haline gelmesi, aslında “norm” kavramının en yalın tanımıdır. Norm ile normu takip eden davranış arasındaki ilişki döngüseldir: İnsanların çoğu norma uyar; öte yandan, insanların çoğunun uyduğu şey zaten norm haline gelir. Kamuoyu araştırmaları da bu çerçevede işlev görür.

Çoğunluğun görüşünü, hatta yaklaşan seçimde kimin kazanacağını gösterme iddiası, bir anlamda “normu” görünür hale getirir. Ancak burada bitmez: Normu sadece ölçmekle kalmaz, aynı zamanda yeniden üretir. Çünkü çoğunluk algısı, başlı başına yeni bir çoğunluk davranışını teşvik edebilir.

Bu nedenle kamuoyu araştırmaları yalnızca normu görünür kılmaz; aynı zamanda normu besleyerek kendi tahminini gerçekleştiren bir süreç yaratabilir. Teori basit görünebilir; fakat toplumsal davranış, özellikle de siyasal davranış hiçbir zaman bu kadar basit değildir. Toplumun büyük çoğunluğu için siyasal alandaki norm zaten bellidir; bunun açığa çıkması için çoğunluğun konumunu doğrudan bilmesine gerek yoktur. Lider kültü, partizanlık ve siyasal kimlik gibi sosyo-politik değişkenler, bandwagon etkisinin işleyişini sınırlayan başlıca faktörlerdir.

Bu duruma en iyi örnek, marjinal ama tutarlı ideolojik seçmen profilidir. Bu gruplar kimi zaman marjinal partilerde (örneğin küçük sol ya da sağ hareketlerde), kimi zaman da daha büyük partilerde (örneğin MHP ya da DEM) ortaya çıkar. Bu seçmenlerin, partilerinin ya da görüşlerinin kamuoyu araştırmalarında azınlıkta gösterilmesi, bandwagon etkisini tetiklemekten oldukça uzaktır.

Öte yandan, ideolojik derinliği bu kadar güçlü olmayan AK Parti ve CHP gibi kitle partilerinde durum biraz farklıdır. Bu partilerin çekirdek seçmeni, ideolojik partilerin seçmenine benzer biçimde istikrarlı bir davranış örüntüsü sergiler; bunlar genellikle partizanlar olarak adlandırılır. Ancak çekirdek dışında kalan partili seçmenin parti kimliğinin gücü değişkenlik gösterir. Parti kimliği zayıfladıkça, bandwagon etkisine maruz kalma ihtimali de artar.

Kamuoyu araştırmalarının sonuçları, mevcut tercihlerini destekler nitelikte olduğunda parti bağlılığını güçlendirebilir; aksi durumda bağlılığı zayıflatabilir. Bununla birlikte, bağlılığı zayıf seçmenlerin çoğu için de parti tercihini değiştirmek kolay bir seçenek değildir. En olası tepki, seçimlere katılmamaktır. Nitekim milletvekili seçimlerinde hükümet performansının güçlü olduğu dönemlerde, seçime katılmama oranının ana muhalefet eğilimli seçmenlerde daha yüksek çıkmasının başlıca nedeni budur. Tersine, hükümet performansının kötü olduğu dönemlerde de seçime katılmama oranının iktidar partisi eğilimli seçmenlerde yükseldiği gözlenmektedir.

Bu gözlemler, aday faktörünün daha belirleyici olduğu belediye başkanlığı seçimlerinde milletvekili seçimlerine kıyasla daha belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır. Seçimler arası partilerin oy dağılımında gözlenen dalgalanmanın nedeni de büyük ölçüde seçime katılmama düzeyi ve bu kitlenin niteliğidir. Bunların dışında, bir de partili kimliği bulunmayan bir seçmen kitlesi vardır (floating voter – kararsız seçmen). Bu grup, teorideki rasyonel seçmen modeline en yakın kitledir.

Bu seçmenler, oy vermekle elde edecekleri beklenen faydayı ve oy vermenin maliyetlerini zihinsel olarak tartar; eğer fayda maliyetten büyükse sandığa gidip uygun gördükleri partiye oy verirler. Bu yaklaşım ideal tip olarak homo economicus’un siyaset diline tercüme edilmiş hâlidir. Ne var ki, davranışsal ekonomi “ekonomik aktör” olarak kurgulanan bireyin, gerçekte pek çok kez rasyonel olmayan bir dizi sezgisel kestirmelerle (heuristics) hareket ettiğini bize göstermektedir. İşin özünde bandwagon etkisi de böyle bir bilişsel kestirmenin ürünüdür.

Siyasette fayda ve maliyet unsurları çoğu zaman kolayca nicelleştirilemediğinden, geriye bu seçmen için pratik bir yol kalır: kamuoyunda çoğunlukta olduğu söylenen görüşü doğru kabul etmek ve kararını buna göre şekillendirmek. Kısaca, kamuoyu araştırma sonuçlarının seçimle ilgili yönlendirme etkisi daha çok bu grup üzerinde olmaktadır. Türkiye’de seçimin türüne göre değişmekle birlikte, dikkate değer büyüklükte bir kararsız seçmen kitlesi vardır.

Bu grubun önemli bir bölümü, seçim dönemlerinde son ana kadar tercih belirlememekte ya da sandığa gitmemeyi seçmektedir. Nitekim, siyasal kutuplaşmanın en yüksek düzeyde olduğu 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde bile katılım oranı yaklaşık %90’da kalmıştır. Genel olarak toplumda hiçbir partiyi kendine yakın bulmayan seçmen oranı ortalama %15 civarındadır.

Ancak kitle partilerinde parti kimliği zayıf seçmenlerin varlığı ve siyasal sürecin dinamik doğası, bu oranı dönemsel olarak yukarı çekmektedir. Dolayısıyla, kamuoyu araştırmalarının bandwagon etkisi yoluyla seçim sonuçlarını doğrudan belirlemesi sınırlıdır; ancak özellikle bu kararsız ve esnek seçmen grubu üzerinden 4–5 puana kadar dolaylı etkiler yaratabileceği varsayılabilir. Bu etki doğrudan oy geçişiyle olabileceği gibi seçime katılımın düzeyi ve yönü üzerinden de gerçekleşir.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat