Sinemada 'sınır' ve insanlığın sinir uçları
- GİRİŞ01.01.2012 09:53
- GÜNCELLEME01.01.2012 09:53
Sinemaya dair ne varsa hayatta bulacaksınız. Çünkü hayata dair ne varsa sinemada yer alıyor.
Bunun bir göstergesi olarak Uludere olayını ele alabilirsiniz. Sınıra düzenlenen bombardıman sebebiyle hayatını kaybeden 35 insanımızın 'kaçakçı' olduğu anlaşıldı. Belki olayda provokasyon var, belki sabotaj. Göründüğü kadar 'düz' bir konu olmadığından eminim.
İçimi acıtan nokta, 'kaçakçıymış ya' benzeri ifadelerle ölenlere neredeyse 'oh' denmesi (açıkça böyle söyleyenler de var ama sayıca az).
İşte bu noktada haberi duyar duymaz aklıma 'sınır' ve 'kaçakçılık' ile ilgili filmler geldi. En meşhuru İranlı yönetmen Bahman Ghobadi'nin 'Sarhoş Atlar Zamanı' filmi. İran sinemasının en meşhur filmi belki de. Film, çocukların izinde, sınır boylarında kaçakçılık yapan küçük bedenlerin zorlu şartlarda verdiği mücadeleyi anlatır. Özürlü kardeşine ameliyat parası biriktirmek için herşeyi yapan ağabey, filmin sonunda kurşunlardan son anda kurtularak sınırı aşar ve Irak'a geçer. Zira kardeşinin kurtuluşunu sağlayacak katırı ancak orada satabilecektir. Sınır kaçakçılığı konusunda olmazsa olmaz olan katır, bir kurtuluş umududur. Ve kurşunlar, sınır kaçakçılığı yapanlar için bir kaderdir. Bölgenin kaderinin beyaz perdeye aktarılmış en etkili hallerinden olan 'Sarhoş Atlar Zamanı', Uludere olayını anlamak için derhal izlenmesi gereken bir film.
'Sınır' ile ilgili bir diğer etkili ve özellikli İran filmi ise 'Kara Tahta'. Samira Makhmalbaf'ın bol ödüllü filmi, kendi içinde çok sayıda sınırı barındırıyor. Sırtındaki kara tahtalarını tokuşturarak birbirlerine şans dileyen 'seyyar öğretmenler'in İran-Irak sınırındaki 'müşteri arama' serüveni... 'Seni seviyorum' ve altında 'tembel bir öğrenci'ye verilmiş bol sıfırlı 'zayıf' notun yazılı olduğu kara tahtanın, 'taze dul' bir kadının sırtında, mehirden doğan hakkı olarak uyruk değiştirmesi ile sonlanan filmin son karesi İran-Irak sınırındadır. Çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen çocukların sınırdan kaçak ticarete kuryelik yapmaları sırasında, hayatla ölüm arasındaki ince sınırın kurşun yüküne düşmeleri makus talihleridir. Ve filmdeki çocukların hayatı sınır boyundaki askerlerin ateş açması ile son bulur.
Sınırda ticaret şeklinin kaçakçılığa zaruri olarak evrildiği hikayelerden biri de "Pazar: Bir Ticaret Masalı" filmi. 'Karaborsa ilaç bulma zorunluluğu' ekseninde Türkiye ile Nahçivan sınırında gidip gelen bir 'izahat' olan film de, insan hayatına çizilen 'sınır'ların, yaşayışları nereye vardırabileceğine güzel bir örnek.
Dünyayı küresel bir köy haline getiren modern argümanlar/araçlar, maalesef, insanlığı da aynı oranda küçültüyor. İnsan hayatını kolaylaştırması için tasarlanan her araç veya hizmet, insanı insandan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. İnsani hayatı kolaylaştıkça kendine dönüyor ve kendine döndükçe de kendinde kalıyor.
Sonuç; bencillik bataklığına burnuna kadar gömülmüş 'özgür bireyler'...
Kendine kalan ve bencilleşen insanın, insanlığa en büyük 'katkısı', diğer insanları umursamaması oluyor. "Bir kişinin ölmesi trajedi, bir milyon kişinin ölmesi ise istatistiktir" sözünün hakkını verircesine, ölümlere ve ölenlere artık sadece 'haber' gözü ile bakılıyor.
Ne vakit, 'ölüm'e sadece 'ölüm' olarak bakarız; ne vakit, insanın yaşamasının 'insanlık' adına zaruri olduğuna inanırız; ne vakit, vicdanımızı aklımızın önüne koyarız; ne vakit, kıstaslarımıza konan sınırları oluşturan kavramları kendimiz tanımlarız, işte o vakit, insanlık adına en kalın çizgilerle çizilmekte olan sınırı aşmış oluruz.
Abdulhamit Güler - Haber7
abdulhamitguler@gmail.com
Yorumlar1