Kadının, 'erkek şiddeti'nden başka derdi yok mu?
- GİRİŞ12.02.2012 08:44
- GÜNCELLEME12.02.2012 08:44
İstanbul'a 'seni yeneceğim' diye haykırmaya değil, sadece yaşamaya gelen insanların 'ortak hikayesi' olarak nitelenebilecek bir film, Güzel Günler Göreceğiz (GGG). Yaşanılanları ortak kılan; kadınlar. Kadınların ortak noktasıysa 'şiddete maruz kalmak'.
Bir gün içerisinde geçen GGG, karma kurgu ve doğrusal olmayan akışı ile ilerliyor. Filmin başında sonunu, ortasında başını, sonundaysa kendisini görüyorsunuz. Zaman akışına uymama ve aynı sahneleri farklı şekillerde filme almanın en riskli yönü kendini göstermiş ve bir takım 'devamlılık' sorunları yaşanmış (izleyicinin fark edeceği derecede fahiş değil).
Öznel kamera kullanımı, seyirciyi meseleye dahil etme maksadını hakkıyla yerine getirmiş. Az bir miktar 'lüzumsuz çıplaklık' da yok değil. Neden filmde yer aldığını anlayamadım, hiçbir zaman da anlayamayacağım.
Çokça tercih edilen 'flue'dan (bulanıklıktan) açılma veya oyuncuyu 'flue'ya gönderme teknikleri, filmin dilini resmeden önemli bir emare. Yönetmenin (Hasan Tolga Pulat) en başarılı olduğu nokta belki de burası. Fakat bazı resimler ve kamera hareketleri, filmin genel sinematografik diline lüks gelmiş.
Mesajların, karakterlerin sesinden dinlediğimiz Nazım Hikmet veya Yılmaz Güney şiirleri ile verilmeye çalışılması çok bildiğimiz bir maksada işaret etse ve irrite etse de, film en azından görsel ve işitsel olarak zevk verdiğinden üstünde çok durmuyoruz.
Bir 'ağabeyin pişmanlığı', meseleyi, mağdur kadının halinden daha etkili bir şekilde anlatıyor. Çok iyi bir oyunculukla (Buğra Gülsoy) pişmanlığı orta yere seren sahne, filmin en akılda kalan noktası. Bir de; kara bulutlardan mezopan (netlik odağını değiştirme) ile cama düşen yağmur damlalarını görmemiz ve bulunduğumuz odadan kamerayı kaydırarak çıkıp diğer odaya varmamız ve planın yere yakın şekilde tamamlanması, filmde en çok aklımda kalan unsur.
'Mutlu son' diyebileceğimiz sonuç filme pek gitmemiş. Fakat yönetmenin filmi tarifinde ifade ettiği ve karakterlerden birine de söylettiği gibi; 'şu hayatta biraz umut lazım'. "Bu baptan bakınca, sonunu hoş görebiliriz" diyecekken son ana geliyoruz ki; filmi bir çocuğun yüzünde tebessümle bitirmek basite yakın ve maalesef filmin sinematografik diline uyumsuz görünen bir senaryo hamlesi (Senarist; Emre Kavuk).
İyi bir film olmasına rağmen, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'en iyi film' ödülünü almasına şaşırdım diyebilirim. Ya festivale katılan diğer filmlerde gerçekten ışık yoktu (ki, Altın Koza'da benzer bir durum gördüğümden, inanırım) ya da tamamen kadınlardan oluşan jüri duygusal karar verdi.
GGG'de, bir polisin hak araması, huzuru tesis etmesi bile şiddetle oluyor. Filmin mesajına uygun. Kesinlikle sorunlu 'sadece' erkekler. Eyvallah, ona da tamam. Peki hayat kadını, töre cinayeti ve dayakçı koca olmasa kadınların sorununu nasıl anlatacaktınız? Kadınların başka sorunu yok mu? Ya da 'ekmek' olduğu için mi bu noktalar ısrarla işaret ediliyor?
Açıkçası, 'fiziksel şiddet' değil, 'zihinsel hiddet' gören ve gösteren; gösterme sebepleri karmaşık olan ve dahası 'kadının kadına şiddeti'ni resmeden eserler görmek istiyorum, artık. Teknik olarak esere bir takım yenilikler katabilirsiniz.
Ancak konu hep aynı.
Filmin genel dili az da olsa etki bıraktı, bende. Bu etkile birkaç satır karalayarak yazıyı sonlandırayım:
Hepimizin aklında aynı hayal vardır; kaçmak. Bir şeylerden, birilerinden; herşeyden ve herkesten... Hayat; birbirini ikame etmesi için, bazılarımızın gitmesi ve diğer bazılarımızın da onların yerine geçmesinin kişisel hikayesinden başka bir şey değil. Ve yeniden toparlanmak için dağılır kalabalık. İnsan ise hep dağınıktır; toparlandığında, gitme vakti gelmiştir.
Abdulhamit Güler - Haber 7
abdulhamitguler@gmail.com
http://twitter.com/_hayirlisi
Yorumlar1