Bir 'fütuhat yöntemi' olarak efekt: Fetih 1453
- GİRİŞ19.02.2012 09:05
- GÜNCELLEME19.02.2012 09:05
Senelerdir konuştuk, konuştunuz, konuştular, konuşuldu. Çok bekledik, beklediniz, beklediler, beklendi. Heyecanla sinemaya gidildi. Ben aynı heyecanı duymadım. Sandığımı bulacağım zannının iyimser olduğunu gördüm. Sinemalarda kuyruk görmek hoş olsa da, benzerlerini değil onda birini genelde görememenin verdiği huzursuz hatıra ile salona girdim.
Bu filmi diğerlerinden ayıran en önemli özellik, tekniği ve yapımıydı (efektlerinden dekor uygulamasına kadar). En yüksek maliyete (17 milyon dolar) sebep olan da bu unsurlardı. Hollywood filmlerinden bütçelerin önemli bir kısmı oyuncu kadrosuna gider. Ancak Fetih 1453'te özellikle bu husus tercih edilmemiş. Bir Hollywood yıldızı oynasaydı nasıl olurdu; tahmin edersiniz ki daha çok konuşulurdu, dünya çapında. Ancak Faruk Aksoy hem bir meydan okuma olarak 'böyle de yapılır' demek istemiş, hem de -asıl olarak- bütçeyi düşük tutmak için bu yolu seçmiş.
Netice; oyunculuklar dökülüyor...
Ulubatlı'nın 'yavuklusu' kızı (Dilek Serbest) çok aramışlar mı acaba? Güzel olmasına güzel de, ne sesi, ne tipi uygun değil. Ulubatlı (İbrahim Çelikkol) deseniz vasatı zorluyor ama aşamıyor. Fatih (Devrim Evin), diğerlerinin yanında 'Abdurrahman Çelebi' muamelesi görür. Konstantiniyye'deki Ortodoksların lideriyse resmen adamlarla dalga geçer gibi 'hapishane kaçkını' tipinde (Adnan Kürkçü) (oyuncu da benzer rollerde oynuyor genelde). Lağımcıların oyunu birçoğundan daha iyi olmuş. O kadar yani (az görünenler figüranlardan seçilir).
Gelelim teknik unsurlara...
Filmin büyük bir kısmı 'greenbox'ta (yeşil perde önünde) çekilmiş ve bindirmeler bazı yerlerde çok sırıtıyor. Genel resimler başta olmak üzere kimi sahnelerde ayrıntılar da animasyona teslim edilmiş. Bir tastaki alev bile anime edilmiş. Bu, daha baştan filmi bir takım noktalara teslim vermektir. Aksoy'un böyle bir kaygısı olmadığı da aşikar ya, neyse...
Genel resimlerde animasyon, hileleriyle kurtaracak gibi oluyor (ben ve türevlerim yutmuyor elbet). Yakın plan animasyonların çoğuysa sırıtıyor. Şahin, batan gemi, yağmur ve benzeri birçok efektif unsur gerçekliği zedeleyecek boyutta yapay kalıyor.
Sis ve ışık aksi kullanılınca animasyonun yapaylıkları bertaraf ediliyor. Bu yönteme sıkça başvurulmuş ama 'sık' olunca 'sık'ıvermiş.
Ayrıca devasa savaş alanında dürbünü eline alan ya da gözlerini kısarak sahayı kolaçan eden herkes, uzun süredir aradığı kişiyi buluyor. Tecrübeden kaynaklandığını düşünerek geçiyorum.
Yahu şu animasyonların genel planlarında kuş kullanmayın artık. İllallah yani. İstanbul ile ilgili her animasyonda aynı kuşları görüyorum. 550 senedir aynı kuşlar, aynı yerde mi uçuyor. Karga olsa sıkılırdı.
Bir de, koskoca İmparator arenada halka sesleniyor; arkasında, flueda (bulanıkta) halkın hoplayıp zıplayarak bağırdığını seçebiliyoruz. Ama biz sadece adamın sesini duyuyoruz. Bu nasıl bir ses körlüğüdür anlayamadım.
Kınından kılıca, oradan da aya çıkan kamera hareketi ne garabetti. Yorum bile yapamıyorum. İki aynı yönlü sakin kamera hareketini peş peşe vermenin acemiliğini de bir yere oturtamıyorum.
Demem o ki, 'efekt kullanabilmek'le bir şey hallolmuyor. Yahu efekt kullanabilecek kadar büyüyünce sinema yapabilecek kadar da mı ilerlemiş oluyorsunuz. Bu iş sadece efekt kullanabilmeyle olsaydı Bollywood pirimiz olurdu (Film üretimi bakımından dünyada bir numara olsa da...). 'Hollywood gibi olunca' başarabileceğinizi sanıyorsanız da çok geç kaldınız, zira o çok denendi, hiçbiri yemedi (bknz: yine Bollywood).
Dövüş sahnelerinden ümitliydim, ama...
Eski dövüş sahnelerimizin sorunu, az figüran kullanma zarureti sebebiyle fonda hareket eksikliğiydi. Bu filmde eksiklik değil, fazlalık halini almış bu mesele. Zira, en ufak yapmacıklıklar kendini belli etmiş. Yakın dövüş sahnelerinde de -özellikle Ulubatlı ve akranına- 'Barbar Canon' tipi giydirilmemiş olsaydı daha iyi olabilirdi. Yakın sahnelerdeyse 'aksiyon tekniği' kaçamak bir şekilde uygulanıyor. Aksiyon sahnelerinin ortak özelliği 'hızlı kurgu'dur. Ve elbette hızlı kurguda 'plan' gözetme gibi bir imkanınız olmaz. Fakat bu filmde planı bırakın ölçek gözetmeme haline rastlıyorsunuz. Bu da bir 'noksanlık' hissi uyandırıyor.
Filmde, "ne kadar çok kafa-kol kesersek, gerçeğe yakın şekilde de resmedersek o kadar iş görür" diye düşünüldüğü de aşikar. Ancak gelin görün ki, kesme-biçmeyle 'aksiyon filmi'nin hakkı verilmiş olmuyor.
Müziklerde sıkıntı yoktu. Ama zihnimizde bir etki de bırakmadı. Bir şey gözümüzden, daha doğrusu kulağımızdan kaçmadı elbet. Bazı arkadaşlar, müziği basınca meseleyi çözeceklerini sanıyorlar. Mahsun Kırmızıgül de "New York'ta Beş Minare"de benzer şeylerin peşine düşmüştü. Olmaz, olmuyor, olmayacak. Birkaç aksiyon sahnesini, bol parayla hazırlattığınız müziklerle zorlayınca 'başarmış' olamayacaksınız.
Dekor uygulamaları genelde başarılıydı. Sanat grubu da iyi çalışmış. Kostümlerde sırıtan pek fazla şey göremedim. Başlangıçtaki Medine sahnesinde dekor iyi, oyun kötüydü. Genelde de zaten bindirme ile dekor meselesi halledilmiş.
Aslına bakarsanız Fetih 1453'ü bu kadar katlanılmaz kılan asıl mesele senaryo, daha doğrusu; 'senaryosuzluk'. "Zorla götürmek zorunda kalmak" gibi bir cümleyi esas oğlanlardan birine kurdurtabiliyor, senarist. Sabah ezanını aydınlıkta okutan oryantalist bakışa da şahit oluyorsunuz. Ezan eşliğinde kızcağızın giyinişini göstermeyi nereye koyacağımızı tam bilemiyorum.
Seken, konuşamayan, yamuk yumuk hareket eden ve durmadan saf saf gülümsemesi 'insert' olan Akşemsettin'e ne demeli! Yine, başka bir sahnede, Lala'nın terini silmesi ne kadar sırıttı, anlatamam.
Bir de, kilometrelerce karelik alanda cemaate imam olmuş, Sultan Mehmet. Ama onu tekrar eden kimse yok, gerisinde. Belli ki yüzlerce kişilik ekip içinde hiç kimse büyük kalabalıkların namaz kılışına şahit olmamış.
Öte yandan, kız için burca sancağı diken Ulubatlı ile bizim bildiğimiz çok farklıydı. Bütün bunları yapan adamlar Ulubatlı'nın diline zinciri vurmuş resmen. Bir dakikadan fazla süren sahnede adam o denli zorlandı ki (hemen her izleyen benim gibi dilinden bir tekbir veya kelime-i şehadet bekledi), tek kelime düşmedi ağzından. Kilometrelerce ötedeki 'hatunu'nun gözlerine bakarak tebessüm etti. Biz de gururlandık ki, sevdası için sancak diken bir Ulubatlı'mız var. Peygamber'in müjdesine böyle vardık yani. Gözümüz aydın. Zaten aşk, aşka ulaştırır. Her dünyevi sevgi, uhrevi aşkın tohumudur. Doğru ya, hiç bu açıdan bakamadım. Şimdi mesajı anladım; özür diliyorum. Geçelim...
Bir de son var ki dillere destan. Klişelerle bezeli, Clinton'ın 1999 depremi ziyaretini hatırlatan çocuk sahnesine sığınış, tercih edilebilecek en kötü seçenekti. Ayasofya'ya giren Mehmet'in, namaz kılışını vermemek, nasıl bir kaçıştır, siz düşünün artık.
Aslında bir senaryodan bahsedebilmek de çok zor. "Klişeler üzerine bina edilmiş bir metin" olarak nitelendirip geçelim...
'Film dili' diye bir şeyden bahsetmek isterdim. Fakat gelin görün ki, bu bahsi açmak bile mükafat...
Anlamsız göndermeler, sahneleri bağlamada aceleci tavır, film dilini ciddi manada etkileyen ve eksilten unsurlar. Bu kadarını söylemekle yetinelim, ki, fazlası yazının bütününden anlaşılabilir.
Tarihi bilgilere çok girmek istemiyorum, alanım değil. Ancak en azından sarayda kadınların 'degajesi açık' şekilde gezmeyeceklerini tahmin edebiliyorum. Çok muhterem 'mücahit' Ulubatlı Hasan'ın bir gayrimüslim (ailesi müslümanmış da sonrasını çok anlayamadık) ile otel odasından bozma bir yerde sabahleyin uyanmasını da yakıştıramadım hani. Gerçi belki de nikah kıymıştır, kim bilir!
Evet, Batılılardan önce İstanbul'un Fethi'nin filmini biz yaptık. Hatta Faruk Aksoy. Recep İvedik'ten kazandığı parayı bu projeye akıttı. Sinemaya yatırım yaptı, mı acaba? Elbette öyle değil. Para harcadı, çünkü para kazanacağını biliyordu. Bu bir suçlama olamaz, tespittir. Sıkıntı şu ki, niyet, filmin ruhuna sinmiş.
Evet, ruh dedik, film dedik. Fetih 1453 için söylenebilecek en bariz tespit, filmin bir ruhunun olmamasıdır.
Biz 'fütuhat'ı; Allah adına, Allah için bir yaşam gailesi, dünya görüşü, varlık sebebi olarak bildik. Elbette Kur'an-ı Kerim kılavuzumuz, Peygamber'imiz önderimiz/örneğimiz oldu. Ve bizim kitabımızda fetholunacak ilk kale, nefistir. Nefisle girişilen cihadın, kulun ruhuna katabileceklerinin biraz olsun idrakinde olunsaydı, Fetih 1453'te de 'büyük cihad'ın emareleri sezilebilirdi.
Ancak tersine 'Fethi 1453' ismi ticari bir endişeyle konulmuş. Fetih Suresi ve Peygamber'in hadis-i şerifinin, filmin konusunu oluşturan 'savaşlara' kaynak olarak gösterilmesi de bunun bir nişanesi.
Bir şeyi vurgulamak lazım...
Yüksek bütçeli filmlerin yapılması ve bu filmlerin ticari olarak 'karşılığını alması' mühimdir. Sektör olma niteliği olan sinemanın yaşayabilmesi ve her türünün yaşayabilmesi açısından bu şart. Fetih 1453'ün de bu baptan 'sinema sektörüne' neler katabileceğini tahmin edebiliyorum. Filmin 5 milyonu görmesi mucize olmaz. Henüz bir veri alamadım ama açılışı (ilk dört gün) milyonu geçecektir. AKsoy'un, yatırdığını fazlasıyla alacağı kesin.
Netice-i kelam...
Kendimi bildim bileli sinemacıların dilinde olan bir 'hasret ifadesi' vardı: Neden İstanbul'un fethini anlatan bir filmimiz yok? "Bu neyin özlemi" diye çok düşündüm. Daha doğrusu; neyi bekliyoruz? Cevap, soruyu soranda saklıydı. Genel olarak, "Tarihi olaylarımızı, destanlarımızı, savaşlarımızı, fetihlerimizi anlatan film yapmalıyız ki, dünyaya kendimizi daha iyi anlatabilelim" algısı vardı. Bu bakışta sinemanın yeri 'propaganda aracı' idi. Kimisi de, Hollywood'un benzer birçok 'epik' yapımını ülkemizde izlerken, 'kompleksleri' devreye giriyor ve "Biz şöyle şanlı geçmişe sahibiz, daha iyisini yapabiliriz. Tarihimiz varsa, tarifimiz de var, yapmalıyız" diyordu. Her şekilde meselenin özünde "biz de yapabiliriz" takıntısı yatıyordu.
Evet, ben de tarihimizle ilgili mühim olayların filme alınmasını hep istedim. Fakat hiçbir zaman bunu bir 'yarış' vesilesi kılmadım. Bir sanat kolu olarak gördüğüm sinemada, -tarihimizin her döneminde olduğu gibi; sanatkar ustalığı göstererek- başarılı olabileceğimizi düşündüm/düşünüyorum/düşüneceğim. Eğer İstanbul'un Fethi'nin filminin yapılmasını önemsersem, bu açıdan önemserim. Yoksa; bol dövüş sahnesi, efektle bezenmiş teknoloji manyağı film şeridi, Hollywood çakması replikler/sahneler/kahramanlar beklenti daireme hiç girmedi ve giremeyecek.
Şimdi, İstanbul'un Fethi'nin 'bizim tarafımızdan' yapılmasını bekleyenlerin gözü aydın olsun. Benim, sinemamız adına bizi bir yere vardırmayacak olan bu yapımdan zerre beklentim yok.
Abdulhamit Güler - Haber 7
abdulhamitguler@gmail.com
http://twitter.com/_hayirlisi
Yorumlar11
-
ibrahim
13 yıl önce
Şikayet Et
Katılıyorum. Filmi sinemada izledim ve azıda okuduğum eleştirilerin(efektler hariç) hepsini bende sosyal paylaşım sitelerinde paylaştım. Ayrıntılara çok dikkat etmediğim için efektler için harcanan paranın karşılığının alındığını düşünüyorum. Genel olarak amatör seyirci için sırıtan bir şeyin olmadığını düşünüyorum. Ama diğer bütün tesbitlerinize gerek senaryonun ruhsuzluğu gerek oyunculuk kalitesi, gerek uygun olmayan giyim kuşam. Liste uzun. Ama yazıda tüm bunları kısaca özetlemişsiniz. Bir batılı fetih 1453 ü çekse aynen böyle çekerdi...
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
murat akca
13 yıl önce
Şikayet Et
markacılıktan vazgecelim. bu film türünün ilklerinden ve Türk sineması görsel efekleri kutlar vadisi sinema filmleri ile kullanmaya basladı daha sonradan cıkanlar bunun üstüne koydugu surece filme soylenecek bisey yok. 600 sene dunyaya hukmetmis bir osmanlının cag kapatıp cag acan fethini konu alan film yok bu olay asıl tartısılacak konu hicmi atasını ecdadının yaptıklarını filme alıcak bi yönetmen cıkmadı daha canakkale savasını adam akıllı ceken vizyona alan kimse yok.
Beğen
Cevapla
-
engin temiz
13 yıl önce
Şikayet Et
lütfen Ali Murat Güven'î bir okurmusunuz. Diğer yrumlarım yayınlanmadı.sn.yazar çok ağır bir yergi noktasına kaymışsınız.eleştirinin de bir dozu olmalı.film muhteşem gibi duruyor siz batırmışsınız.yok yazık etmişsiniz.Lütfen Ali Murat Güven inyazısını bi okuyup tekrar düşününüz.selamlar
Beğen
Cevapla
-
MURAT KARAKUŞ
13 yıl önce
Şikayet Et
malkoçoğlu.... Malkoçoğlunu arşivden indirip allayıp pullayıp ekrana getirseler bu filmden daha çok iş yapardı.Fethin seyrini değiştiren gemilerin karadan götürülmesi kararının alınması işlenmiyor ve gemilere bir bakıyorsunuz sabah halice inmiş peki ya sonra ne yapmış bu gemiler?O da yok ortalıklarda.Ulubatlı'nın yavuklusu erkek kılığına giriyor daha ziyade erkek kıyaferleri giyiniyor savaş alanında yanyana kolkolalar ama kimse farketmiyor bu durumu.ne tuhaf!Fethin en büyük gücü olan devasa topların surları dövmesi şahin topunun ilk atışından mı ibaret?Ne hikmetse padişahlarımız hep güdük kalıyor günümüz beyaz perdesinde.Bir de kendi çocuğuna sevgisini sunmaktan uzak olan padişah başka birinin çocuğunu nasıl kucaklayabilir?Savaş sırasında Fatih hiç talimat yağdırmıyor.Askerler kendileri kararlar alıyor ve uyguluyorlar Fatih uzaktan seyrediyor.Yoksa aldığı kararları smsle mi bildiriyor askerlerine??? Sözün özü vesselam biz İstanbul'u böyle fethetmedik...
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
Can Bican
13 yıl önce
Şikayet Et
Sağol, translator kardeş.. Halbuki ben seni gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmayan biri olarak tanımıştım. ;-). Evet, aslında ben de daha yumuşak ifade edebilirdim ama bir an öyle denkgeldi. Hayırlısı, sağlık olsun. Ok yaydan çıktı bi kere.
Beğen
Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle