Ölmek Zamanı, Sinema Ânı

  • GİRİŞ05.08.2012 09:17
  • GÜNCELLEME05.08.2012 14:54

Bu hissiyatla yazımı kaleme alırken, üzücü bir haber aldım. Ülke sinemamızın en önemli isimlerinden Metin Erksan vefat etti. 

Erksan'ın izlediğim ilk filmi Sevmek Zamanı idi galiba. Ve benim için en hususi olanı da o. 

Bir gencin, fotoğrafına aşık olduğu kızla karşılaşması ve 'fotoğrafın gerçeği'nden kaçmasını konu alan film, teknik özellikleri ve film dili bakımından da çok özel bir yere sahip. 

Erksan'ın en çok tanınan eseri Susuz Yaz olsa da, benim için Sevmek Zamanı'ndan sonra ikinci sırada Kuyu gelir. 

Filmleri burada anlatmak ve tahliline girmek mümkün değil. Fakat genel olarak Metin Erksan sinemasından bahsetmek gerekiyor. 

Erksan, yarım asırdan fazla zaman sinemaya hizmet etmiş, kamera kullanımı ve buna bağlı film dili oluşturma açısından nev-i şahsına munhasır, 'yerlilik' ve 'değer' deyince akla gelen ilk isimlerden biri olarak, ülke sinemamızın (ne kadar varsa) şekil almasında kilit rol oynamış tam bir sanat adamıdır. 

Metin Erksan'ın vefat haberini aldığım sırada bu yazının biraz sonra neşredeceğim kısmını kaleme alıyordum. Beni hakiki manada üzen bu habere rağmen konuyu değiştirmeme gerek kalmadı. 

Mecidi sinemasından yola çıkarak 'sinemanın hakikat arayışı'na dair bir şeyler söyleme niyetim, Erksan'ı anarken de devam edebilir. Tam da bu konunun içinde Erksan'ı anmak gerekir ki, öyle de yaptım. 

Şimdi Mecidi'ye dönüp izah gayretimi Erksan'a bağlamaya çalışayım...

İranlı yönetmen Mecid Mecidi, Film Arası Dergisinin son sayısına konuştu. 

Türkiye'yi seven ve sık sık gelip giden Mecidi ile bir süre önce görüşme imkanım olmuştu. Sinemasını hangi açıdan ele alırsanız alın, varacağınız nokta aynıdır. İşte bu hususu Dilek Karataş'a verdiği röportajda, "Peygamberlik bugün gelse, tebliğ sinema ile yapılırdı" ifadeleriyle ortaya koydu. 

Mecidi sineması, 'fıtrat sineması' olarak nitelendirilir. Kendisiyle yaptığım görüşmede de bunu dillendirmiş ve bir örnek vermişti. 

Mecidi'nin en tanınmış -ve bence en mühim- filmi olan 'Cennetin Rengi'nin (Allah'ın Rengi) çekimleri sırasında yaşanan ilginç olay, 'sinema-alem-algı-İslam' korelasyonuna ışık tutacak cinsten. 

Kör bir çocuğun yaşadıklarına odaklanan filmde birçok görme engelli çocuk görev alıyor. Çekimler sırasında bir çocuk eliyle bir taşı yoklamış. Çocuk, taşta 'Allah' yazdığını söylemiş. Mecidi taşa bakmış ancak öyle bir şey görememiş. Daha sonra, mevzudan habersiz bir çocuğa taşı vermiş. Sonuç aynı, taşta 'Allah' yazdığını söylemiş. Ve bir başka çocuğa daha okutmuş, cevap aynı... 

Ne Mecidi, ne de bir başkası, taşta herhangi bir yazıya rastlamamış. 'Allah' yazısını sadece 'ağma' çocuklar görmüş. 

Mecidi buna bana anlattığı an tüylerim diken diken oldu. Sinema ile ilgili izah etmekte zorlandığım birçok mesele, sadece bu örnekle ortaya konuyordu. 

Eşyanın bir dili var...

'Gören', 'duyan', 'tadan', 'koklayan' ve 'duyumsayan'ların algıladığı dilin dışında; görenin göremediği, duyanın duyamadığı ve zihnin alamadığı bir başka dil...

Sadece ve sadece gönül ile 'hissedilebilen', bütün duyu organlarının üzerinde/ötesinde kodlar salan ve kalple zihne hitap eden, insana has bir dil var... 

Yalnızca insana yönelik, dahası, insana hizmet etmek için 'yaratılan' bir dil...

İşte bu dilin en olgun hali de -Mecidi'nin dediği gibi- sinemadır... 

Çok iddialı bir söz gibi gelebilir. Doğrudur da, çok iddialı bir ifade. 

Anlatmaya çalıştığım tam da bu; sinema, insanoğlunun varlık hâlinin arayışını, kavrayışını ve ortaya koyuşunu başarabileceği en 'müktesebatlı araç'tır. 

Kendinden önceki bütün sanat dallarını bünyesinde toplayıp, kendi uygulama potasında eritip, kor halde şekillendirip, sonunda yepyeni ve bir o kadar da kadim bir sanat ortaya çıkaran sinema, arayışların en zorunun zaruri aracıdır. 

Şemsi Tebrizi der ki, "Bu kadar güzel bir şey olan sevgiyi Yaratan, kim bilir ne kadar güzeldir." 

İşte bu minvalde 'güzel'i aramanın aracı olan sinema, özellikle mütedeyyin kişilerin 'eylem alanı' olmalıdır. 

Sanatla arasına mesafe koyan Müslüman'ın idrak kanallarından biri eksik, hayat dallarından biri kesiktir.

Maksadım propaganda aracı olan sinema değil. Tam tersi, propagandist sanattan Allah'a sığınırım. Önce fert, kendini arayacak. Sonra çember genişleyecek. Ve bu süreç kişisel gelişimin yanı sıra toplumsal yönlendirmenin de adı olacak. 

Yani sinema hiçbir vakit nihayeti amaçlamaz. Bir yöntem olmanın yanında pusuladır da.

Tam da bu yüzden Metin Erksan bizim için hayati derecede önemliydi. Ve tam da izah etmeye çabaladığım bağlamda, Erksan'ın hayatını kaybetmesi bizim için ölmesi demek değil, yaşadığının ve bizde/sinemamızda neler yaşattığının anlaşılmasının, ölümsüzlüğünün göstergesi demekti. 

Metin Erksan için 'ölmek zamanı' gelmişse, bize düşen, şahitlik etmektir...

Ben Erksan'dan razıyım, Allah da O'ndan razı olsun...

Abdulhamit Güler - Haber 7

abdulhamitguler@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat