Sinemanın neSİ YAD olur!
- GİRİŞ19.08.2012 09:01
- GÜNCELLEME19.08.2012 09:01
Sinema, şahsi bir gelişim alanı olduğu kadar -ve belki daha fazla- toplumsal/kitlesel yönlendirme aracı -ve belki daha fazla- sosyolojik kurulum ihtiyacıdır.
Böylesine tekil olduğu kadar çoğul çıkış noktası ve varış yeri bulunan sanat dalı için örgütsel faaliyetin ne denli önemli olduğunu vurgulamak da beklenen bir şey olur zannımca. Hele ki, memleketim gibi 'yerinde oluşum imkanlarının taklitler sebebiyle kaybedildiği veya ertelendiği' yerlerde, örgütlenme, bir arada bulunma ve topyekun hareket etmenin önemi kat be kat artıyor.
Birlikte hareket etme zarureti hem sektörel durumun, emekçiler açısından iyileştirilmesi ve olumlu yönlendirilmesi bakımından, hem de sinemacıların kendi içinde bir zihin yapısını mevcut kılmaları ve bu yapıyı geliştirip, sanata uygun bir şekilde bina edebilmeleri açısından önemlidir.
Ülkemizde sinema emekçilerinin haklarının korunması noktasında ciddi sorunlar var. Daha en başta, sinemacının hakkını ne olduğu, sınırların nerede başlayıp, nerede sonlandığı hususunda 'konsensüs' söz konusu değil.
Resmi organların bu noktada uzlaşmaya açık olması bir yana, sinemacılar dahi kendi içinde anlaşabilmiş değil. Her sinemacı kendi dünya görüşü bağlamında meseleye yaklaştığından, 'sınır çizme' noktasına varılınca herkes 'kendi sınırı'na takılıp kalıyor.
Meselenin bu boyutunun ehemmiyetini zaman zaman bu satırlarda dile getiriyorum. İlerleyen zamanlarda yine vurgulamaya devam ederim. Fakat bu yazının konusu, sorunun bir diğer boyutu; sinemacıların kendi aralarında 'mesleki yeterlilik' ve 'konumlanma' noktasında yaşadığı sıkıntı...
Bu meseleye daha çok sinema yazarlığı ve eleştirmenlik bağlamında bakacağım (İkisi arasındaki farkı daha önce izah etmeye çalışmıştımhttp://www.haber7.com/abdulhamit-guler/haber/849510-film-elestirmeni-ve-sinema-yazari).
Türkiye'de öyle bir sistem oturmuş ki, sinema yazarı olarak ciddiye alınmanız için bir kuruluşun üyesi olmanız lazım. Herhangi bir kuruluş değil, SİYAD...
Sinema Yazarları Derneği SİYAD, sektörün 'kalem oynatanları'nın örgütlü olarak bir arada bulunduğu yer.
Buraya kadar herşey normal. Sıkıntı yok. SİYAD, eli kalem tutanların 'güç alanı' ve 'hak arama noktası'... Ya da en azından o maksatla kuruldu.
SİYAD tüzüğünün 2. maddesinde misyonu ve vizyonu şöyle özetlenir:
Dernek, ülkemizde ve dünyada sinemanın bir sanat ve toplumsal iletişim aracı ve aynı zamanda önemli bir sanayi ve ticaret alanı olarak gelişmesine katkıda bulunmak, her türlü sinemasal etkinlik içinde, sinema sanatının kendine özgü değerlerinin ve ölçütlerinin korunmasına çalışmak, sinema yazarlığını ve eleştirmenliğini bir meslek olarak tüm yazılı, elektronik ve görsel medyalar içinde kabul ettirmek ve varlığını güçlendirmek amacı ile kurulmuştur. Dernek yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda, her yıl sinema alanında yılın en başarılı yapıt, sanatçı ve emekçilerini seçerek ödül verir. Kaliteli ve düzeyli filmlerin ticari piyasa içinde korunmasını sağlayacak önlemlerin alınması konusunda ilgili ve yetkili makamlara tasarılar ve yöntemler önerir. Ulusal ve uluslararası yarışmalara, şenliklere ve organizasyonlara üye göndererek katılır. Dünya sinemasının gelişimini, yayınlar, dergi ve kitaplar aracılığıyla yakından izler. Üyelerini bu gelişmelerden haberli kılmaya çalışır. Galalar, geceler düzenler, kurslar açar.Sinema yazarlığını ve eleştirmenliği teşvik edici her türlü girişimde bulunur. Basın ve TV alanlarında sinema yazarlığının etkin biçimde işlev görmesine çalışır. Sinema konusunda yayın yapar. Dergi, gazete, kaset, videokaset, vcd-dvd ve kitap çıkartır. Gerekirse mülk kiralar veya satın alır. Film gösterimleri, söyleşiler, paneller ve festival bölümleri tasarlar, organize eder.
Görüldüğü üzere SİYAD, sinemanın teorisi ve bunu ortaya koyacak olan teorisyenlerin bir arada hareket ettiği ve bir arada hareket etmenin yol haritasının hazırlandığı, yola çıkıldığı, yola kalındığı yerdir...
Herşey güzel de, SİYAD mevzubahis emelleri ne kadar yerine getirebiliyor?
Asıl soru bu değil. Buna verilecek cevaptan sonra, "İyi ama neden" sorusu dile gelir ki, esas mim noktası burası.
Bir çeşit özet, belki daha fazla izah fakat esasında giriş olan bu satırlardan sonra sadede geleyim...
SİYAD, memlekette bir çeşit 'gruplaşma'nın merkezidir. Benim gruplaşma olarak nitelendirdiğim durum için 'çete' diyen de var 'mafya' benzetmesinde bulunan da. Belki hepsi doğru, belki biri. Lakin en azından biri doğru.
Daha nazik bir ifade olması hasebiyle gruplaşma kavramı üzerinden devam edelim.
'Sinemacıların kendi içinde gruplaşması' maksadıyla oluşturulan SİYAD, içinin de içinde, daha da içeride, grubun da içine girerek belli bir ideoloji etrafında gruplaştı ve ilginç bir şekilde -ve elbette eşyanın tabiatı gereği- tekelleşti.
Memleketimde sinema ve sanat, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana belli bir kesimin elinde. Kendi değerlerine, bu toprağa, insanına uzak olan 'kesim', ideolojik gruplaşmanın sonucunda, SİYAD'ın misyonunu özetlediği metindeki faaliyetlerin neredeyse tamamını da 'ideoloji'leri doğrultusunda hayata geçirdi. Yeni bir durum değil bu ve yakın zamanda kırılacak gibi de değil, bu çark.
Son olarak Malatya Film Festivali özelinde yaşanan bir olay, meramımı anlatmam açısından belki fayda sağlar.
Festivalin ulusal yarışma bölümüne çağrılan Yeni Şafak gazetesi Sinema Yazarı Ali Murat Güven, önce jüri üyeliği için davet alıyor, sonra ise durum değişiyor. Durumu değiştiren şey, diğer jüri üyelerinin (SİYAD'ın belirlediği isimler) Güven'i istememesi ve 'O varsa biz yokuz' şeklinde rest çekmesi.
Sonuçta Güven, jüriden çekiliyor ve SİYAD üyelerinin 'istediği' oluyor.
Bir sinema yazarını beğenmeyebilirsiniz. Belki değer de vermeyebilirsiniz. Kim bilir, kişisel meseleleriniz de olabilir. Ancak bunların hiçbiri bizi ilgilendirmez ve dahası sizi de ilgilendirmez. SİYAD üyeleri, SİYAD adına görev yaptıkları kadar şahısları adına da orada bulunurlar. Ve şahsi olarak sinema alanında görev yapan her sinemacı, toplumsal mesuliyeti bakımından, kendi dışındaki dinamikler bağlamında da mesuliyet sahibidir.
Dahası, Malatya Valiliği'nin düzenlediği festivalde, SİYAD üyesi olmadığı, beğenilmediği ya da kişisel olarak hazzedilmediği için birine karşı çıkmak, hangi ahlaka sığar.
Görüşlerini beğenmediğim için bir SİYAD üyesinin varlığına itiraz etsem, demokratik hakkımı mı kullanmış olurum, yoksa demokrasi algımdan sızan anlayışsızlığımı mı!
İsimlerin bir önemi yok. Mesele, 'kendilerinden görmedikleri bir ismi' dışlama çabasıdır. Belki SİYAD üyesi olmayan herkese aynı muameleyi göstermiyorlar. 'Özel bir durum' söz konusu olabilir. Fakat zaten eleştirdiğimiz nokta da bu 'özel durum' meselesi. Buradaki 'özel'lik, tam da 'tekelleşme' olarak nitelediğimiz 'güç bende algısı'nın verdiği 'özgüven'in dışavurumudur.
SİYAD, sadece üyelerini temsil ediyorsa, sadece üyelerini temsil etmelidir.
Yok eğer sinema camiasının temsilcisiyse, 'kemik kadro'nun dünya görüşünü benimsemeyenlerin de hakkını savunmalıdır. Daha da önemlisi, hakkını yememelidir.
Buradan meseleyi hükümete ve Başbakan Erdoğan'a bağlamak istiyorum.
SİYAD gibi 'kemik yapı sahibi' örgütlenmelerin direncinin dayanak noktası 'ideolojik muhalefet'tir. SİYAD'ın hükümete karşı böyle bir tutumu olmasını kimse garipsemez zannımca.
Ya da şöyle söyleyelim; doğrudan bir muhalefet söz konusu olmayabilir, lakin, kendileri gibi görmedikleri kişileri dışladıkları için -ister istemez- bir 'dışarıda kalanlar' veya bunu tercih edenler grubu oluşuyor. Ve bu grup, sinemacıların tek temsilcisi olarak görülen (yarışmalara jüri gönderme yetkisi örneğinde olduğu gibi) SİYAD tarafından dikkate alınmıyor, hakları gözetilmiyor, seslerine kulak tıkanıyor.
Başbakan, Şehir Tiyatroları tartışması sırasında, 'elitist sanatçı' bakışını eleştirmiş ve "Gerekirse özelleştiririz ve dışarıdan biz destekleriz" demişti. Buradaki 'biz'den kastının 'seçilmiş yönetim' olduğunu düşünerek yola çıkıyor ve bir hususa dikkat çekmek istiyorum.
Sinema neden sizin için bir türlü 'önemliler' listesine giremedi?
10 yıllık AK Parti iktidarının Türkiye'ye yaşattığı dönüşüme yakından şahit olan biri olarak (habercilik yanımla), kültür-sanat alanında bu değişimin yaşanması için dinamiklerin zorlanmadığını (bir takım 'statik' çabalar mevzuya dahil olacak kadar kayda değer değil) görüyorum, neden?
Genelde kültür, özelde ise sinemanın 'hak ettiği' desteği alması için ne bekliyorsunuz veya biz bir şey beklemeli/bir vakit gözlemeli miyiz?
Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarının yapıldığı dönemde, 'geleceğe yatırım'dan da öte 'geçmişe yatırım' manasına gelecek yönelimi sanat/sinema alanında neden göremiyoruz?
TRT'nin yıllık geliri yüz milyonlarca TL iken, sinemaya bir yılda aktarılan nakdi desteğin 15 milyon TL bandında kalmasını neyle izah edebiliriz?
En pahalı filmimizin 20 milyon TL olabildiği ülkemde, yıllık desteğin 15 milyon TL'yi aşamamasının mantıklı izahını ne kadar merak ediyorum bilemezsiniz!
Bu bir mesuliyet midir? Evet, hem de boynunuzdaki en ağır yüktür.
Gönül, zihin ve duygu insanı yetiştirmek, bu insanları desteklemek ve bu nazardan başlayıp yine bu noktaya varmak maksadından başka bir gaye gütmeyen sinemanın desteklenmemesi, -en azından- gruplaşma neticesinde sektöre zarar verenlerin vebali kadardır.
Sorularımıza cevabı, icraat alanında görmek istiyoruz.
Sadece yerel değil, küresel sistemle kavga etme cesaretini gösterebilen ve bu sayede halk nezdindeki desteği giderek artan bir siyasi hareketin, tam da bu gaye doğrultusunda sinemaya desteğini artırması, hakkını vermesi, politik bir tercih olmaktan çok öte vazifedir.
Ki, SİYAD'ın izah etmeye çalıştığım minvalde tutumu, varlık mücadelesi veren sinemacılara eziyet çektirmesin.
Siyasi irade, sivil örgütlenmelerin yolunu açmakla görevli olduğu kadar, sivilin sivile haksızlık yapmaması noktasında da vebal sahibidir.
Tam bu noktada yazıyı noktalıyor ve başından beri anlatmaya çalıştığım noktadan, sinemacıların meselelerinin halledilmesi hususunda icra makamlarını düşünmeye, -fakat çok daha fazla olarak- harekete geçmeye davet ediyorum.
NOT: Bayramınız mübarek olsun...
Abdülhamit Güler / Haber 7
abdulhamitguler@gmail.com
twitter: @_hayirlisi_
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol