Sinemanın hayata dokunduğu yer; Düşler Diyarı

  • GİRİŞ20.01.2013 11:05
  • GÜNCELLEME20.01.2013 11:05

Bildikçe, daha çok uzaklaşıyor kendinden ve standardı arttıkça kolaylaşan hayat şekli, hayatı zorlaştırıyor. Daha doğrusu yok ediyor...

"İnsan hayatı, ibretlik bir yok olma biçimidir", desek yeridir...

Yok olan şey, vardır...

Daha baştan avantajlı giriyor yola, insan. Var olduğunun alameti o denli çok ki, öylesine avantajlı ki insan, varlığının delili olan yok olma hakikatini görmezden gelebiliyor.

İnsan, yok olabileceği için var olmayı, 'var olduğu için yokluktan uzak kalabilme' gibi gerçek dışı bir algıyla bertaraf eder hale gelince, daha varken yokluğun içine düşüyor.

Yaklaşmalı insan, hayatına...

İnsan, hayata yakın olmalı...

Bunun bir yöntemi olarak sanat, somuta teslim olmadan hayatı sezebilmenin, hissedebilmenin ve hayat denen duyguya sahip olabilmenin imkanıdır...

Bir düşü anlatır gibi miyim, bilemem ama Düşler Diyarı tam da bu hisleri uyandırdı.

Çocuk oyuncu Quvenzhané Wallis'ın harika performansı ile etkisini kat be kat artıran film, gerçek ile düşü bir arada harmanlıyor.

ABD'nin geçtiğimiz senelerde yaşadığı kasırga felaketinden yola çıkılarak senaryolaştırılan hikayede Cimcime (Hushpuppy), New Orleans'ın kıyılarında Bathtup (Leğen) isimli fakir ama mutlu toplulukta babasıyla birlikte yaşıyordur.

Babası tam manasıyla çatlak. Aslına bakarsanız modern zaman standartlarında bu sıfat kullanılabilir. Zira belki de çatlak olan, 'normal' dediklerimizdir.

Cimcime'nin babası çok dağınık bir barakada (ev değil), düzen ve temizlik endişesi yaşamadan sadece ve sadece hayatın tadını çıkararak nefes alan biridir.

Temiz olmamak veya düzensiz olmayı olumlayan bir durum değil bu. Bize gerçek diye yutturulan sınırların sanallığına işaret eden düşler diyarının anlatım tarzı; mübalağa, kinaye ve ironi...

Eşyayı bilmek, zıddını bilmektir.

Modern zaman ise çok kültürlülük ve çeşitlilik kılıfları altında tek tiplilik dayatarak eşyayı zıddından berî tutuyor.

Yani bilgiyi, bilmekten uzaklaştırıyor.

Yani bilinen eşya değil, bilginin kendisi.

Cimcime'nin babasının hastalığı ve buna gösterdiği tepki de bu minvalde bir durum. Hiçbir tedaviyi kabul etmiyor. Hastaneden sürekli kaçıyor.

Kendi yaşayışı ve yaşayış tarzının götüreceği 'son'a hazır, beleyişte...

Babanın hastalığı bir çeşit kıyameti tetikler. Tarih öncesinde yaşamış olan 'Auroch' isimli antik ordu mezarlarından çıkar ve dünyanın sonunu getirmek için savaşmaya başlar. Şimdi küçük Cimcime yaşadığı topluluğu terk edecek ve dünyanın diğer ucundaki annesini aramaya başlayacaktır. Hem babasını, hem sular altındaki evini, hem de evreni kurtarması gerekecektir.

Korkuları düşlerini besleyenlerin gerçeği, düşlerinin sonunun korkusu olur.

Vazgeçmeniz gerekir. Çünkü hiçbir şeye sahip değilsinizdir. Sahip olamadığınız her şey için önce sahip olduğunuz her şeyden vazgeçmelisiniz. Böylece sahip olamadıklarınıza sahip olma şansına sahip olursunuz.

Tek kurtarıcınız, sizin, kendisini kurtarmanızı bekleyendir. Vardığınızda kurtulacaksınızdır. Zira vardığınızda kurtaracaksınızdır.

İşte adalet bu!

Düşler Diyarı öyle bir yer ki, kendin gibi olmak bile 'itiraz'ın ta kendisi...

"Her şeyin kalbi atıyor, anlamadığım bir dilde", diyor ya Cimcime...

Tam da öyle, bütün bir alem/eşya bir şekilde aynı zikri dillendiriyor.

Ne dediklerini anlayabilmek için önce o seviyeye 'inmek' gerek. Kendisini bütün bir alemin merkezine koyan insanoğlu, merkez olabilmek için önce 'hiçbir şey' olması gerektiğini idrak etmeli.

Bilmeli insan, ki, bilmek mümkün değil...

Bilgi neydi?

Kaynağı neydi, bilginin?

"Evrende her şey uyum içinde olmalı. Bozuk bir parça, bütünü de bozar" diyordu Cimcime...

Peki bilgi, uyumun neresinde?

İnsana bu alemde eşlik eden mahlukat, varlığın neresinde?

Varlık neydi?

Canlı olmak, nefes almak mıydı?

Varlık, can mıydı?

Cimcime, "güçlü bir hayvan, kalbin zayıfsa anlar ve gelir" diyordu.

Güç neydi?

Hepimiz aynı değirmene su taşıyorsak; iyi neydi, kötü kimdi?

Hepimiz aynı sudan, aynı toprağa ulaşıyorsak; yol neydi, yol kimdi?

Kimimiz ziyan oluyor, sudan çıkmış damla misali yalnızlığında toprakta zayi oluyor; kimimiz de -toprağa varmak için çıktığı yolda- katık oluyor, azık oluyor, aşk oluyor...

Aşk olsun Ben Zeitlin...

Nasıl da dokundun kalbimize?

Zihnimize ne güzel ateş ettin?

Sorularla yaraladın fikirlerimizi...

Kapitalist sistem, insanı, insandan öylesine uzaklaştırdı ki; insan, kendine dönebilmek için önce insanlıktan çıkmak zorunda kaldı.

Hayatı kendi için kolaylaştırmak, kendini kendi yapan özelliklerden ırak kalmak manasına geldi.

Öylesine tüketiyoruz ki, -imece usulü- bütün bir hayat alanını yok etmemize ramak kaldı.

Hayatı bize kolaylaştıran her şey yine bizim için hayatı zorlaştırıyor, dedik ya; örnek olarak, aşırı tüketerek ısıttığımız dünyamızda buzulların erimesiyle 'Leğen' gibi yerleri kasırga vuruyor.

Buzullar eriyor, iklim değişiyor, -kelebek etkisiyle- her birimiz bir yerinden tutarak 'bu ölüm'ü yaşatıyoruz.

'Juicy and Delicious' isimli tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarlanan Düşler Diyarı'nın böylesine etki bırakması elbette sadece mahiyetinden ötürü değil.

Her fırsatta vurgulamaya çabaladığım bir şey var ki, Düşler Diyarı'nı çok müstesna bir yere koyuyor; film, biçimsel olarak maksada en uygun şekilde ele alınmış.

Kameranın film boyunca hareket halinde olması, hiç ayaklığa konmaması ve neredeyse tamamen sallanması/takip halinde olması ve olayın içinde/dibinde bulunması, mevzubahis olan zihinsel karmaşa ve kavramsal kargaşaya işaret edecek film dilini ortaya koyuyor.

Ve tabi ki, kasırga sırasında ve sonrasında yaşananların bir çoğunda 'olayın içinde' olan kamera, zaten sürekli sallanmaktadır.

Bütüncül bir dil olması bakımından da yönetmen, her sahnede aynı yöntemi uygulamış.

Müzikleri de filmin vurucu unsurlarından.

Ve elbette oyunculuk. Kesinlikle mükemmel...

Belgesel öğeler de barındıran filmdeki her bir oyunculuk muhteşem...

Özellikle Cimcime rolündeki Quvenzhané Wallis, tek başına bütün yükü omuzlamış neredeyse. Şirinliği bir tarafa, doğallığın ve gerçekliğin ta kendisini sergilemiş.

Görüleceği üzere bu film beni öylesine etkiledi ki, son dönemde izlediğim en iyi film olan Düşler Diyarı'nı izlemeyenlerin, sinema namına hep bir eksik kalacaklarını özellikle vurgulamak isterim.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat