Kan ile zencileşen beyaz; Tarantino

  • GİRİŞ03.02.2013 09:29
  • GÜNCELLEME03.02.2013 09:29

Bağımsız sinemanın nev-i şahsına münhasır ismi Tarantino, yine çok tartışılan bir filmle karşımızda.

Kölelik sistemini ele alan filmin hikayesi, Amerikan İç Savaşı'ndan iki yıl önce başlıyor. Çok eziyet çeken bir köle olan Django (Jamie Foxx) ile Alman avcı Dr. King Schultz (Christoph Waltz)'un yüzleşmesini merkezine alıyor. Brittle kardeşleri öldürülmekle suçlanan Schultz'u özgürlüğüne kavuşturmak Django'ya bağlıdır. Görevi başarıyla tamamlayan ve özgürlüğüne kavuşan Django yine de Schultz'un yanından ayrılmaz. Zira aklı fikri kaybettiği karısındadır. Django, karısını bulup köle tüccarlarının elinden kurtarmak için Schultz ile hareket eder. Filmin daha sonuna varmadan Schultz ölür, ancak Django hayattadır. Onlarca kişinin kanını kameraya sıçrattıktan sonra karısını kurtarır ve 'şatafatlı' final sahnesiyle emeline ulaşır.

Fazlasıyla uzun olan film, bolca kurşun kullanımı, oluk oluk kan akıtımı ve kurgusu sayesinde sıkmıyor. Uzadığını hissettiğiniz yerde off'layasınız geliyor. Yalnız son vakitlere yakın artan ve son sahnede yoğunlaşan kırmızı sıvı akışı, sıkıntınızı azaltıyor.

Şiddete meyyalinin hangi dertlerinden olduğunu bilemediğimiz Tarantino, çok ama çok önemsediğim bir yönetmen. Kafası ters çalışan, hiçbir şart altında statik olmayan ve her halükarda sanatını hakkıyla icra eden bir isim olarak, bütün sinema çevrelerinde bolca krediye sahip.

Bütün filmleri eleştirilmesine rağmen bu sebep övgüyü de beraberinde getiyor. Bir filmi hem Cannes'da hem de Oscar'da ödüle layık görülüyor. ABD'de, Hollywood'un kalbinde yetişip, bağımsız sinema yapıp, hem merkez izleyiciyi çekebilmek, hem eleştirmenlerden geçer not almak ve hem de sinemanın sanatına inananların takdirini kazanabilmek kolay iş olmasa gerek.

Hakkını teslim ettikten sonra şiddet ve kan meselesinin altını kalınca çizmek lazım.

Her ne kadar kara mizah olsa da, -hayat başta olmak üzere- hemen her şeyle dalga geçilebilse de, Tarantino sineması kan barındıran bir sorunsalla boğuşuyor.

Gerçekçilik, bir hikayeyi sonlandıran ve eseri ortaya koyanın maksadından başka bir şey değildir.

Yani, eseri ortaya koyan kişinin 'gerçek' olarak işaretlemediği hiçbir şey, gerçek değildir. Hayatın ne kadar içinden gelirse gelsin, -ele alınan konu gerçek bir hikaye olsa da- gerçek, eser sahibinin üslubuna mahkumdur.

Zira Tarantino sinemasında da bu bağlamda bir 'aşırı gerçekçilik' görüyoruz.

Elbette bu gerçek, Tarantino'nun gerçeği...

Hangi keskin aletle bir tarafı kesilirse kesilsin, şiddet sahnesinde hiç kan görmeyebiliriz de. Tamamen tercih meselesi.

Tarantino kadar (ve hatta sıfır miktarında) kan kullanımı gerçeklikten uzaklık demek mi olur?

Zannetmiyorum...

"Peki ne sakıncası var" diye soracak olursanız da, cevap gayet net; "Bir kitle iletişim aracı olarak sinema, ulaştığı şahıslara etki eder".

Özgünlük ve özgürlük alanındaki kullanım imkanları bakımından sinema, diğer bütün kitle iletişim araçlarından daha fazla 'sınırsız'dır.

Gerek zihinlerdeki 'legal'liği bakımından ve gerek sanat olmasından mütevellit kabul edilirliği bağlamında sinema, sadece sinema değildir.

Kan ve şiddete boğulan eseri izleyen gençlerin oradan ne alacağını bilemezsiniz.

Acaba, -başta ABD olmak üzere- batı ülkelerindeki okul baskınları vb kanlı olaylarda medyanın ve elbette sinemanın hiç rolü yok mudur?

Elbette var...

Peki bu durum sanatkarı sınırlandırmalı mı?

Evet, kesinlikle...

Çünkü sanatkar, eserini sergilediği alanın mensuplarına, neşvünema bulduğu topluma ve elbette en genel çerçevede insanlığa karşı sorumludur.

-Her daim vurgulamaya çalıştığım gibi- Sinemanın ferdi ve toplumu geliştirici ve yönlendirici etkisi var. Bunu inkar etmek, sinemayı ve genel manada sanatı yok saymaktan başka bir şey değil.

Böyle olunca da, eser sahibinin özgürlük alanı olan sanat, esere muhatap olan fertler ve toplum noktasındaysa sınırlıdır.

Ciddi bir paradoks gibi görünse de ontolojik, epistemolojik ve psikolojik olarak tutarlılık içeren bir çelişki bu!

Bizim bu manada tartıştığımız 'Zincirsiz', ABD'de ise 'ırkçılık' ithamıyla tartışma mevzuu oldu.

Siyahi yönetmen Spike Lee, -daha önceki işlerinde olduğu gibi- son filminde de Tarantino'yu ırkçılıkla suçladı.

Malcolm X filminin yönetmeni olarak tanıdığımız Lee, 'Rezervuar Köpekleri'nde çok fazla 'zenci' (nigger) ifadesi kullandığı için eleştirdiği ve ırkçılıkla itham ettiği Tarantino'yu, Zincirsiz'de de benzer şekilde suçladı.

Açıkçası kara mizah yapan ve 'spagetti western' tarzını kendi üslubuyla ortaya koyan Tarantino'nun 'zenci derken zenci dememesi' gibi durumlarla karşılaşılabileceği için, bu ithamın ne derece haklı olduğunu bilemeyeceğim. Kaldı ki, yakın zamana kadar siyahilerin eşit sayılmadığı bir coğrafyanın mensubu olmadığımdan, meseleye 'onlar' gibi de bakamayabilirim.

Açıkçası, aşırı şiddet ve kan ögeleri barındırmasa Tarantino filmlerini tavsiye etmekten büyük haz duyacağım. Özellikle akıcı diyaloglar ve taşı tam gediğine koyan latifeleri, Tarantino'yu farklı kılan unsurlardan.

Oyun verme noktasındaki becerisini, oyunculuk tecrübesine bağlasak yanlış yapmış olmayız zannımca. Zira Tarantino, eğitimini aldıktan sonra birçok film ve tiyatroda rol almış biri. Karakterleri canlandıran kişileri o karakterin tam içine sokma hususundaki becerisi, Tarantino sinemasının başarısında baskın bir özellik.

Zincirsiz'in başrollerinde erkekler var. Jaime Foxx ve Christoph Waltz'ın yanı sıra Leonardo Di Caprio ve Samuel L. Jackson, oyunculuk noktasında filmi doyuma ulaştırmış. Fakat özellikle Waltz'ın oyunculuğu çok yerinde ve oturaklı.

Kamera kullanımı, müzik ve kurgu tercihleri de Tarantino'yu farklı kılan başlıklar.

Bütün filmlerinde Tarantino'nun bu özelliklerini görsek de, son filmi Zincirsiz'de, haddinden fazla kan ve şiddet olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Ve Tarantino konulu mevzuun ilginç bir boyutu daha var...

Kan ve şiddeti bu denli yoğun kullandıkça tepki alıp, üzerine bir de üslubu sebebiyle ayrı bir yere konunca, -ötekileşmeyi ifade eden meşhur tabirin sinemaya eklenmiş haliyle- sinemanın zencisi haline geliveriyor, Tarantino.

Bu durumdaki birinin ırkçılık yapmak ve zenci düşmanı olmakla suçlanması ise apayrı bir mesele.

Abdulhamit Güler - Haber7

abdulhamitguler@gmail.com

twitter: @_hayirlisi_

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat