Solculuk ve dindarlık, zavallılık mıdır?
- GİRİŞ28.06.2008 16:37
- GÜNCELLEME28.06.2008 16:37
Ciddi bir felsefi sisteme dayanan bu görüş, felsefi içeriğinden boşaltılmış, Marxismin öğrenilmesi yasaklanmış ve sadece politika alanında kullanılan içi boş bir kavrama dönüştürülmüştür.
Bu anlamda, dinle solculuğun kaderi aynıdır.
Çünkü aynı oyun dine karşı da oynanmıştır.
Tasavvuftan, felsefi değerlerinden koparılan din de bu ülkede sadece şekil şartlarına indirgenmiş, özünden ve ahlâkından uzaklaştırılmış, politik bir silah haline getirilmiştir.
Tasavvufla Marxism arasındaki tekliğe dayalı benzerliği tartışabilecek bir solcuyla dindar bulmakta çekeceğimiz zorluk bile bu iki kavramın nasıl zihinlerde yer bulmasının engellendiğini bize gösterir.
Kabaca ifade edersek, Marxism, bütün evrenin atomlardan yapıldığını söyler.
Her varlığın özü tekdir ve aynıdır.
Tasavvuf ise tüm kâinatı tanrının yansıması olarak görür.
Onun bakış açısına göre de hepimiz aynı ortak kudretin parçasıyızdır.
Biri atom der, biri tanrı ama ikisi de kâinatın ve hayatın tek bir kaynaktan çıktığına inanır.
Sonra ikisinin yolları ayrılır ve hayatın mekanizmasını kendilerine göre açıklarlar.
Marxism, hayatın nasıl değiştiğini merak eder.
Solculuk, bu anlamda bir değişim bilimi olma iddiasındadır.
Biraz basitleştirilmiş bir anlatımı tercih ederek söylersek, Marxisme göre hayatımızı değiştiren üretirken kullandığımız aletlerdir.
Üretim aracının kağnı olduğu bir hayatla, insanların üretimlerini buharlı makinelerle yaptıkları bir hayat birbirinden çok farklıdır.
Toplumun yapısı ve sınıflar kullanılan aletlere göre değişir.
Hayat da bu yüzden sürekli değişir.
Çünkü kullandığımız aletleri sürekli geliştiririz.
Bu aletlere kimin sahip olacağı konusundaki çatışmalar, toplumsal hareketliliği sağlar.
Sol felsefe, değişimin özünü açıklamaya uğraşırken, sol politika aletlerin mülkiyeti konusunda mülksüzleri tutarak tavır alır.
Çünkü mülk sahipleri, sahip oldukları avantajları kaybetmek istemediklerinden durumun muhafaza edilmesini sağlamaya uğraşırlar, mülksüzler ise ezilmekten kurtulmak için şartların değişmesini zorlarlar.
Marxism, sonunda mülkün, sınıfın ve devletin olmadığı bir yapının oluşacağını öngörür.
Eğer siz hayata ve politikaya böyle bakmazsanız, değişimin nasıl ve ne yöne doğru olduğunu anlamaya uğraşmazsanız, bugün kullandığınız aletlerin hayatı nasıl değiştirdiğine dair bir fikre sahip olmazsanız, işçi sınıfının ortadan kalkmasının mülk kavramını nasıl etkileyeceğini hiç düşünmezseniz, solculuğu kabalaştırır ve zavallılaştırırsınız.
Solculuğu, bir şeye karşı olma düzeyine indirgersiniz.
Bir partiye, bir örgüte, bir sınıfa karşı olmak, solcu olmak için yeterlidir sizin için.
Her neye karşıysanız, ona olan düşmanlığınızı öylesine kimliğinizin parçası haline getirirsiniz ki, o düşmanı sonsuza kadar var olacak sanır ve o andaki politik duruşunuzun değişmemesini savunmaya, tutuculaşmaya başlarsınız.
Bugün birçok solcunun başına gelen budur.
Kendi kimliklerini değişimle değil de, bir düşmanla tarif etmeleri, onları düşmanlarıyla birlikte var oldukları sistemin tutucu bir parçası haline getirmiştir.
Felsefesiz bir politikanın esirleri olmuşlardır.
Benzer bir talihsizlik dindarların da başına gelmiştir.
Onlar da, parçası oldukları özle olan o kutsal ilişkilerini unutup, varlıklarını düşmanlarıyla tarif eder hale gelmişlerdir.
Hep birlikte parçası olduğumuz o kudretle kuracakları ilişki, o kudrete duyacakları sevgi ve o kudretin bu dünyadaki diğer yansımalarına gösterecekleri merhamet ve dostluk değil, düşmana karşı duyulan öfke ve hiddet onların kimliği haline gelmiştir.
Dinin sadece inançtan ibaret olmadığını, bunun bir de düşünce yanı olduğunu tümden unutmuşlardır.
Konuşun Müslümanlarla, çoğu size tanrının şiddetini ve cezalandırma gücünü anlatacaktır, kendisine benzemeyene karşı hissettiği kuşkuyu ve kızgınlığı anlatacaktır.
İnsanın kaderinin değişmek ve daima mükemmele doğru ilerlemek olduğunu çoktan aklından çıkardığını gösterecektir.
Aynı o felsefesiz solcular gibi yaşadığı anın içinde donacak, insanın ve hayatın değişmesinin ilahi bir emir olduğunu hiç anlamayacaktır.
Solculuk da, din de, felsefesinden koptuğunda, özünden ayrıldığında varabileceği tek nokta, siyasetin içinde öfkeyle dolu bir yandaş olmaktır.
İkisi de hayatı anlayamaz.
Değişimi anlayamaz.
Sanırım, bugün Türkiye bu kabalaşmayı yaşıyor.
Solcuların ve dindarların büyük bir çoğunluğu, kendilerini bir siyasi partinin yandaşı ve karşıtı olarak tarif ediyor.
İki zihniyet için de çok önemli olan adalet duygusunu yitirmişler.
Dinin de solculuğun da içi boşalıyor, yalınkatlaşıyor.
Ve, bu iki kesim de hayatın özünü tam kavrayamıyor.
Birine göre değişimin, diğerine göre kaderin önünde engel olarak duran egemen güçlerin kimliğini merak etmiyor.
Ben Türkiyenin bu zihinsel sığlığı aşmak zorunda olduğuna inanıyorum.
Gerçek solculara ve gerçek dindarlara ihtiyacımız var bizim.
Yoksa sahteleri boğup öldürecek bu ülkeyi.
Yorumlar4