Kan akıtmak pahasına devrim yapılır mı?
- GİRİŞ08.11.2016 07:21
- GÜNCELLEME09.11.2016 08:05
Devrim ise; var olan bir yapının aksayan veya aksamayan kısımları gözden geçirilmeden o yapının tamamının değiştirilmesi ve elden çıkartılmasıdır. İşte bu inkılap-devrim paradoksu içinde dünya üzerinde gelişmiş ne kadar ülke mevcutsa hepsinde mutlaka inkılaplar, devrimler ve ilerleme hareketleri yaşanmıştır. Meselâ Almanya’da 1920’li yılların başında yaşanan Eğitim alanındaki o müthiş devrim veya İtalya’da yaşanan Ağır Sanayi İnkılâbı, Amerika’daki şehirleşme İnkılabı, Fransa’da yüzyılın başında meydana gelen sosyal yapıdaki değişme hareketleri bu sosyal inkılaba ya da devrime örnek gösterilebilir.
Dünyada bizim dışımızda bulunan bu ülkelerde böylesine mühim inkılaplar yaşanırken elbette Türkiye’de de inkılap adı altnda çok keskin ve sert devrimler yaşanıyordu. Hem de peş peşe. Avrupa’da yaşanan ve sosyal hayatı müsbet manada etkileyen bu devrimlere karşılık bizde ise kara bir kâbus misali üzerimize çöküyordu.
Devrimler, iktidarı ele geçiren zümrenin, toplumun devlet eliyle yeniden şekillendirme projesinin bir ürünüydü. İktidar, halkın geçmişiyle olan tüm bağlarını koparıp yepyeni bir sayfa açmak istiyor, ancak bu sayede halk nezdinde meşruiyet kazanacağını düşünüyordu. Avrupa karşısında “yenilmişlik psikolojisi”, devrimleri uygulayan kadronun bilinçaltını motive eden en etkin unsurdu. Bu unsur, söz konusu kadronun kendine ait tüm değerlerden nefret etmesine yol açtı. Buna batı değerlerine olan hayranlığı da eklemek gerek. İşte devrimler, bu psikolojik arka planla yapıldılar.
Devrimleri yapan kadro, kendi değerlerine her baktığında “yenilgisini” hatırlıyor ve bu öz değerlerine olan kinini bir kat daha arttırıyordu. En sonunda bu süreç “kendinden nefret” noktasına varıp dayandı. Zaten devrimlere yönelik tepkiler karşısında devrimci kadronun uyguladığı şiddet ve kanlı uygulamalar, ancak böylesi bir psikoloji ile izah edilebilirdi.
Bütün bu devrimler halka rağmen yapıldı. Sadece bu ülkede değil, dünyanın neresinde olursa olsun, böylesi bir mühendislik projesi tepkiyle karşılanırdı. Tabiatıyla bu ülke insanı da, “tepeden adam etme” operasyonlarını tepkiyle karşıladı.
Kanunla, yasayla, sopayla, kurşunla bir halk kendi kültüründen bir çırpıda koparılıp bir başka kültüre eklemlenemezdi. Yani kendisi olmaktan çıkarılıp başkası yapılamazdı. Nitekim öyle de oldu. Anadolu insanı bu tepeden yürütülen mühendislik operasyonuna yer yer çok şiddetli tepkiler verdi.
Halkın bu tepkileri hemen her zaman sivil itaatsizlik adı verilen türden tepkilerdi. Fakat her seferinde bu tepkiler silah zoruyla bastırıldı. Devrimlere yönelik her sivil tepki, devrimciler tarafından bir “isyan” olarak telakki edildiğinden, şiddet yöntemiyle kan dökerek bastırılma yoluna gidildi.
Sivil tepkilere karşı en kanlı eylem “kıyafet devrimi” adı verilen şapka iktisası hakkındaki kanunun yürürlüğe girmesi ile başladı. Nitekim cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal 22 Ocak 1923’te Bursa’da;
“ Kan ile yapılan inkılaplar daha muhkem (sağlam) olur, kansız inkılap ebedileştirilemez.” Demiştir. Bunun yanı sıra Harbiye marşında;
“Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti” mısrası yer bulmuştur. Yine aynı şekilde Şapka İnkılabını tanıtmak için gittiği Kastamonu’da Mustafa Kemal, şapka giymek istemeyenleri kastederek;
“Bu kadar yüksek ve önemli amaca ulaşabilmek için, gerekirse bazı kurbanlar verilir.” Demekten kendini almayacaklardır.
Ve zaman içinde devrim denen şey önüne kim çıkarsa dozer gibi ezdi arkasında gözü yaşlı bir yığın insan bıraktı. Hatta şapka giymeyenler asıldı ve halka teşhir edildi.
Ne diyelim Allah akıl sağlığımızı muhafaza etsin.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol