Yarın ki referanduma kadar hadi Osmanlı merhametine geri dönelim
- GİRİŞ15.04.2017 09:29
- GÜNCELLEME17.04.2017 07:49
Bugün 15 Nisan 2017 Cumartesi. Yarın 94 senelik bir mazisi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin eskimiş, köhnemiş, çağın hızına ve gereksinimine ihtiyaç vermekten çok uzak parlamenter sistemi bırakıp, gelişmiş her ülke gibi başkanlık modelini “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ismi ile kabul edeceği ana bir günden daha az bir süre kaldı.

Ama ben bugün, aylar süren siyasi yazışmaları, Anayasa maddelerini tek tek anlatıp haklarında üretilen “paranoyaları”nın gereksizliğini anlatmak yerine bizi biz yapan, bizi insan yapan, bizi Müslüman yapan hususiyetlerimizden, unutulmaya yüz tutmuş sosyal hassasiyetlerimizden bahsetmek istiyorum.
Siyasi tarih yazmak yerine huzur ve sükûnetle birlikte anılan bu manevi havaya uygun bir yazı yazmak istedim ve kendimi İstanbul’un tarihle yunmuş yıkanmış sokaklarına attım. Camiler, çeşmeler, sebiller, vakıflar, hanlar, hamamlar, imaretler, külliyeler, tâbhaneler, şifahaneler, dâr’üzziyafeler, medreseler, kütüphaneler, yetimhaneler, dâr’ülacezeler, binbir nakışla duvarlara örülen kuşevleri, ve daha nice sanat harikaları ile bir dantel gibi örmüş güzel ceddimiz bu şehri… Bu şehirde, bu şehri cennetten bir köşe haline getiren Osmanlı medeniyeti, aklın havsalanın almadığı güzellikleri insanlığa hediye etmiş. Kelimelerin yetersiz kaldığı aklın ve idrakin anlayamamasından mütevellit yanmaya mahkum olduğu güzelliklerden bahsediyorum.

Atamız Osmanlı, Lale devrinin şiir üstadı Nedim’in ifade ettiği gibi bir tek taşı dünyadaki tüm şehirlere bedel olan bu şehirde, kış ayı yaklaşıp da hastalanmalarından dolayı sıcak bölgelere göç edemeyen Leyleklerin kış mevsimini rahatça geçirmeleri için Kasımpaşa semtine bir Leylek hastanesi yaptırmış. Bu ne harikulade bir hareket. Hasta olup da beslenemeyen kediler için “Kedilere Ciğer Verme Vakfı”, yerdeki tükürükleri kireçle dezenfekte etmek için “sıhhat ve Temizlik Vakfı”, konaklarda çalışan hizmetçilerin kırdıkları eşyaların ücretlerini karşılamak için bir “Tanzim Vakfı” her sokağa tahsis edilen iki doktorun ücretini karşılamak için kurulan “Hekim Vakfı” gibi bugün hiç kimsenin aklına gelmeyecek kadar ufukların ötesinde vakıflar kurulmuştur.

Başta İstanbul olmak üzere tüm Osmanlı coğrafyasını süsleyen muhteşem ötesi bu eserlere bilhassa çeşmelere ve vakıf duvarlarına bitişik ilk bakıldığında pek de fark edilmeyen, göz ardı edilmiş ve teferruat kabilinden görülen bir takım taşlar bulunmaktadır cami ve çeşme önlerinde. Bilmeyenler ve şuursuzca önlerinden geçenler için sadece basit bir taş olan bu taşlar, esasında dünya kurulalı beri ne kadar medeniyet meydana getirilmişse hepsine bedel, hepsine değer bir zarafet ve ince tefekkürün eserleridir. Zira bu taşlar, “Sadaka Taşları” ve “Hamal Taşları”dır.
İslam düşünce ve inanç sisteminin bir esası olan sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerini ifade eden “Sadaka Taşları”, din ve mezhep ayrımı yapmaksızın insan gurur ve haysiyetinin kırılmadan üzülmeden yardım almasını sağlayan dünyanın en eski yardımlaşma sistemlerinden biridir. Bu öyle bir yardımlaşma şeklidir ki, ne alan vereni, ne de veren alanı görmemektedir, bilmemektedir. Zira yardım etmek isteyen kişi belirli yerlerde olan taşların ortasındaki deliklere parayı özellikle geceleri yani hava karardıktan sonra kimsenin görmediği bir anda bırakır ve gider. Yardıma muhtaç olan kişi ise gelir ve oraya kendisinin alması için bırakılan parayı alır. İşin gururdan göz yaşartacak kadar güzel olan tarafı ise şudur ki; yardıma muhtaç olan fakir, o taşın ortasındaki delikte biriken paranın tamamını değil sadece ihtiyacı olan kadarı alırmış. Hatta aldığı parayı harcadıktan sonra artan kısmını da geri getirip aynı taşa bırakan fakirlerin varlığını bizzat gözleri ile bu muhteşem sahneye şahit olan Avrupalı seyyahların hatıralarından “işte bu bizim atamız dercesine” göğsümüz kabararak okuyoruz.

Sadaka Taşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun hakim olduğu coğrafyada hemen hemen
her adımda, her sokağın girişinde, her cami avlusunda bulunmaktadır. Çeşitli bölgelerde, “Zekat Taşı”, “Zekat Kuyusu”, “Hacet Taşı”, “Hayrat Deliği” gibi isimlerle de anılmaktadırlar.

Kur’an-Kerim’de bulunan sosyal yardımlaşma ve İnfakla ilgili ayetler ve gözümüzün, gönlümüzün, hayatımızın nuru Resulûllah’tan aktarılan hadisler dolayısıyla Osmanlı kültüründe sadakaya, malı dağıtmaya, “Bittim” diyene “Yettim” demeye çok önem verilmiş ve sosyal dengenin en önemli unsuru olarak görülmüştür. Bu durum tabi ki ve elbette Osmanlı cemiyet hayatına, çalmanın, çırpmanın, hırsızlığın çok geç tarihlerde girmesini sağlamıştır. Sadaka taşları kısaca, sadakanın riyaya, gösterişe, enaniyete, kibre kaçmadan ve verilen kişiyi incitmeden verilmesi gerekliliğinin şehir kültüründeki yansıması olarak görülmektedir.

Yorumlar4