Sahi Bu “Batıcılar” Kuş Evlerini ya da Sarayları’nı Bilir mi?
- GİRİŞ06.06.2017 08:11
- GÜNCELLEME07.06.2017 08:57
Kaf Dağı’nın ardında, sınırları dünyayı kaplayan geniş ve güzel bir ülke varmış. Bu ülkede herkes mutlu, herkes neşeliymiş. Burada yaşayan çocuklar evlerinin önünde oynarken akşam olup hava kararınca; “evliler evine evi olmayan….. “ diye başlayan tekerlemeleri söylemezlermiş. Söylemezlermiş çünkü herkesin evi, altına sığındığı bir damı varmış. Hiç kimse sokakta yatmaz korku içinde sığınacağı tenha bir köşe aramazmış, çünkü dedim ya herkesin bir evi varmış. Hatta kuşların, kedilerin ve köpeklerin bile…
Hiçbir esnaf akşam dükkânını kilitlemez bütün malları olduğu gibi kapı önüne bırakırmış. Bu ülke öyle bir ülkeymiş ki, dışarıda yatan kimse olmaz, açlık nedir bilinmezmiş. Bu ülkede “komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturu tüm gönüllere ve tüm hanelere hakimmiş. Hiç kimse zekât kabul etmez, buna ihtiyaç duyulmazmış. Her sokağın başında ve sonunda bulunan “Sadaka Taşları” ağzına kadar altın akçelerle dolar, ama kimse elini sürmezmiş. Sağlık meselesi çok ciddiye alınır, hastalanan insan değil sokak hayvanı bile olsa onu tedavi etmek, yaralarını iyileştirmek için devlet seferberliğe geçer ve o hayvanlar için türlü türlü vakıflar, hastaneler yapılırmış.
İçinde insanlarının mutlu ve gülümseyerek yaşadığı, hayvanlarının üşümeden ve ıslanmadan tok yattığı bu rüyalar ülkesindeki cennet bahçesinin adı; Devlet-i Âli Osmani ya da dünyanın tanıdığı ismiyle Osmanlı İmparatorluğu imiş.
Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazımız “Kuş Evleri ve Sarayları” üzerine olacak. Evet evet, yanlış okumadınız. Kuşlara özel yani onlara ikametgâh olarak yapılmış saraylardan bahsedeceğim. Üç kıtaya yedi iklime merhamet ve adaletle hükmeden Osmanlı'da hayvanların barınması ve karınlarını doyurması için bile kurulan vakıflar varmış.
Daruül Miyav, Darül Havhav ya da Guraba-i Laklakan da ne ola?
Hasta ve bakıma muhtaç kedileri arayıp bulmak ve onların karınlarını doyurmak için kurulan “Darül miyav”, ya da köpekleri toparlamak hastalıkları ve beslenmeleri ile meşgul olmak için kullanılan “Darül hav hav”, yaklaşan kış mevsimine rağmen hasta oldukları için sıcak bölgelere göç edemeyen leyleklerin soğuk kış şartlarını geçirebilecekleri ve adına “Guraba-i Laklakan” dedikleri Leylek Hastanesi gibi, bugün yaşayan insanların merhamet ve hayal duygularını çok aşan muhteşem kurumlar, yapıldıkları çağları ve insanlığı aşan kurumalardan sadece bir kaçıdır.
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl insanlık ufku, kuşları fırtınadan, yağmurdan, çamurdan, yakıcı güneşten korumak için barınak sağlamak amacıyla inşa edilen bu derin estetiğin eteklerine maalesef henüz ulaşamadı.
İnsanların uzanamayacağı kadar yükseğe ve daha sıcak olması hasebiyle daima binaların güney cephesine, yağmurdan kardan ve güneşten korunaklı olarak yapılan bu evlerde yaşayan kuşlar gayet tabidir ki kedilerden ve kendilerine zarar verecek başka canlılardan emin bir şekilde bu köşklerde nesiller boyu kalabiliyorlardı. Üstelik günümüzde bile bu sanat ve estetik harikası muhteşem yapıları görmek hiç de zor değil. Zira bu kuş evleri, 13. asırdan itibaren 19. asrın sonlarına kadar hemen hemen Osmanlı Devleti’nin ömrü boyunca camiler, medreseler, sıbyan mektebleri, şifahaneler, kütüphaneler, darphaneler, maksimler, iskeleler, köprüler gibi resmi binalarla, türbeler, hanlar, hamamlar ve evlerin duvarlarında geleneksel mimarlığın sevimli bir ayrıntısı olarak yer almışlar ve varlıklarını büyük çoğunlukla devam ettirmektedirler. Mermerden ya da taştan yapılmayıp boyalı, oymalı küçük tahta yuvalar biçiminde ağaç dallarına asılanları da yapılmış, ama kuş evlerinin ahşap numuneleri yangınlar, istimlâklar, yıkımlar yüzünden günümüze kadar ulaşamamıştır. Üstelik bu eserler sadece İstanbul'a has değil, diğer şehirlerimizde de haylice bulunmaktadır.
Kuş evi, kuş köşkü, kuş sarayı, serçesaray, güvercinlik, güvercin sarayı da denilen bu zarafet eserlerine, rahatlık ve konfor adına her şeyi yaptığını iddia eden günümüzün kendinden ve materyalizmden başka hiçbir şeyi düşünmeyen bencil ve ukalâ modern mimarisinde ne yazık ki rastlamıyoruz.
Evden ziyade köşkü, sarayı andıran estetik ve zarif, süslü evler bunlar. Hatta kimilerinde sakaların, serçelerin beslenmesi için yemlikler, suluklar, inip çıkabilmeleri için yollar, başlarını çıkarıp etrafı kolaçan edebilecekleri balkonları bile bulunuyor. Ne yazık ki artık o muhteşem nesillerin meydana getirdiği muhteşem yüzyıllarda yaşayan ecdadın zarafet duygusunun gönül inceliğinin ve merhametinin bir yansıması olan eserlere günümüz yapılarında rastlamıyoruz. Hatta ne yazık ki ülkemizde doğal ekolojik denge bozulmaya başlamış ve bizim duyarsızlığımız, düşüncesizliğimiz ve sevgisizliğimiz yüzünden şehirlerimizden kuşlar yavaş yavaş başka bölgelere göç etmeye başlamıştır.
Mustafa Kutlu’nun, “Kuş Sesleri” isimli yazısında söylemiş olduğu şu ifadeler ne kadar da doğru: “Bir kuş cıvıltısı bize neyi anlatır? Her halde topraktan geldiğimizi. Ağaçtan, yapraktan, tohumdan, çiçekten, hayvandan, yağmurdan, böcekten, kırdan, bayırdan, Âdem atamızdan geldiğimizi. Nerede durduğumuzu sarsılarak hatırlarız. Hatırlarız ki, biz, yani insanoğlu çeliğin, plâstiğin, poşetin, motorun, betonun, antenin, ekranın, asfaltın çocuğu değiliz. Bir kuşun bir kuşa seslenişinde, patlayan tomurcuğun güneşe gülümseyişinde, yağmurun toprağa değişinde var olan sırrın şahidiyiz.”[1]
Cumhuriyetin ilk yıllarında Vakıflar idaresinde çalışan Mustafa Kamil Bey, devletin Vakıflarla ilgili politikasını eleştiren Evkaf Nedir? Adlı 24 sayfalık risalesinde İstanbul'un düşman işgali ile elden çıkmayışını ecdadın İstanbul'da yaptırdığı vakıf eserlerine bağlamış. İstanbul işgal altındayken, Darülfünun'da “İstanbul Üniversitesi”nde, bir Fransız generalinin Türk öğrencilere hitaben, "Ecdadınızın bıraktığı paha biçilmez eserler ve abideler, mimari mucizeleriniz ve camileriniz bulunmasa İstanbul'un Türk olduğunu söylemek bile mevzu bahis olunamaz"[2] dediğini tarihe not düşmüştür.
Vakıf demişken evlerin güneş alan güney taraflarına bu kuşhaneleri koyan ve dünyalar kadar güzellikler tesis eden insanı insanlaştıran vakıf sistemi nedir? ve ne tür vakıflar Osmanlı coğrafyasında faaliyet göstermiştir?



Laleli III. Selim ve III. Mustafa Türbesi Üzerindeki Kuş Evi



Kuş Sebili, Kadırga Sokollu Camii Şadırvanı 
Bir Mezar Taşı üzerinde Su İçen Güvercin ve Serçe

Yeni Valide Camii Üzerindeki Kuş Evi, Üsküdar 
Yeni Valide Camii Üzerindeki Kuş Evi, Üsküdar

Üsküdar Ayazma Camii Üzerindeki Kuş Evi 
Üsküdar Ayazma Camii Üzerindeki Kuş Evi
[1] Mustafa Kutlu, Mavi Kuş, Dergah Yayınaları, İstanbul 2013.
[2] Mustafa Kamil Bey,Evkaf Nedir, Vakıflar Dergisi 2009, 30 sayısı, Şerafettin Deniz,
Yorumlar3