Lozan’da İnönü’ye Gizli Bir Vaat Verildi mi?

  • GİRİŞ19.12.2017 07:20
  • GÜNCELLEME20.12.2017 07:16

Kasım 1922de başlayan Lozan Görüşmeleri, taraflarına anlaşamamasından dolayı Şubat 1923’de kesildi. Görüşmelerin, anlaşma sağlanamadığından dolayı kesilip heyetlerin ülkelerine geri döndüğü 7 Şubat 1923’ten sonraki günler, ülkemiz gündemi çok büyük gelişmelere gebedir. Zira bu tarihten sonra ülkemizde fevkalâde gelişmeler yaşanmıştır. 7 Şubat 1923’e kadar ülkemizdeki sistemin, hukukî yapının mahiyeti kısaca şöyleydi;

            20 Ocak 1921 tarihli ve 85 numaralı kanunla kabul edilen “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun” yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasasının 2. maddesinde; “Uygulama kuvvetinin ve kanun yapma yetkisinin milletin yegane ve hakiki temsilcisi olan TBMM’de tecelli ve toplandığı belirtilmektedir. Evet Anayasa’da da yerini bulduğu gibi kanun çıkartma yetkisi TBMM’nin yetkisi dahilindedir. Öte yandan tarih 1921’i göstermektedir ve TBMM halâ “Şeriat Kanunları”na göre idare edilmektedir. Mevcut sistemde,  Bakanlar kurulu üyeleri arasında “Şeriat ve Mezhep” işlerine bakmakla mükellef bakanlar da vardır. Ayrıca Anayasa’da “Devletin Dini İslamiyettir” şeklinde bir madde de halâ bulunmaktadır.

            Yine o tarihlerde, 307 nolu kanunla Saltanat kaldırılmış, ama hilafet halihazırda devam etmektedir. 307 sayılı kanunda şöyle söyler;  

“... Halifelik, Osmanlı Ailesine ait olup, TBMM’ce bu hanedanın ilmen ve ahlaken en olgun ve salih olanına verilir .

            Türkiye, Halifelik makamının güven içinde bulunacağı yerdir...”

Bu kanun maddesinde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Türkiye Devleti, Hilafet Makamının dayanak noktasıdır. TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa da daha önceki konuşmalarında olduğu gibi, yaptığı bütün konuşmalarında hilafet müessesesine bağlılığını bildirmektedir.

İsmet İnönü henüz Lozan’dan dönmemişken, İzmir’deki İktisat Kongresi’ne giden Mustafa Kemal Paşa, orada dini duygulara ağırlık veren bir konuşma yapar. Izmir’e giderken 7 Şubat 1923 günü Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde yaptığı konuşma çok dikkat çekicidir. Bütünüyle dinî muhtevalı konuşmasında Mustafa Kemal, “Anayasamız Kur’an’dır” demekte ve Kur’an hükümlerine bağlı kalacaklarını söylemektedir.

Zaten Millî Mücadele zaferle neticeleninceye kadar yaptığı bütün konuşmalarda din unsuruna ağırlık vermiştir. TBMM’nin açılışını dünyaya duyurduğu beyannamesinde, Meclisin Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınan Cuma Namazı’ndan sonra okunan Kuran’larla ve çekilen tekbirlerle açılacağını ısrarla belirtmiştir. Nitekim meclis tekbir sadalarıyla açılmıştır.

Zafer kazanılıncaya kadar, yediden yetmişe bütün bir milletin Allah, Allah sadalarıyla cepheye koştuğu, şehid askerlerin ceplerinden Kur’an Yapraklarının çıktığı bir hakikattir. O yıllarda asker toplamak için köylere, kasabalara giden heyet, halkı galeyana getirmek için, hep dini içerikli konuşmalar yapmakta ve halkın din duygularının üzerine basmaktadırlar.

“...Yunan gavuru gelip bize şapka giydirecek, Kur’an sayfalarını tuvalet kağıdı

yapacaklar” demektedirler.

Zafer kazanılıncaya kadar dinden, imandan, Allah’tan, Peygamber’den, Kur’an’dan  bahseden, hatta 7 Şubatta Anayasamız Kur’an’dır diyen kimselere ne olmuştu da, birden bire değişmişlerdi.?

Bu sorunun cevabı Eskişehir’de yapılan bir görüşmede gizlidir. Izmir’deki iktisat kongresinden dönen Mustafa Kemal Paşa’nın treni ile, İsmet İnönü’yü Lozan’dan getiren tren Eskişehir’de buluşur. İki arkadaş başbaşa aynı trene geçer ve Ankara’ya kadar konuşmaya başlarlar. İsmet Paşa, Lozan’dan ve oradaki gelişmelerden bahseder. İki lider Ankara’ya adım atar atmaz Türkiye için değişikliğin zamanı başlamıştır. Bu safhaya geçmeden önce Lozan’a geri dönelim ve orada yapıldığı iddia edilen ikili bir görüşmeye göz atalım.

Lozan’da başrol oyuncularının en başı olan İngiliz heyet başkanı ve aslen yahudi asıllı olan Lord Curzon, İsmet Paşa’ya şunları söyler;

“.. Türkiye İslamiyet ile alâkasını ve İslamî temsil rolünü kendi eliyle çözer ve üzerinden atarsa, bizimle gönül birliği etmiş olur ve hıristiyan dünyasının sevgi ve hürmetini kazanır. Biz de kendine dilediği ne ise onu veririz...”[1]

Necip Fazıl Kısakürek, Lord Curzon’la İsmet Paşa arasında geçtiğini iddia ettiği bu konuşma metnini 6 Ekim 1950’de yani, İsmet Paşa’nın hayatta ve siyasi manada CHP’nin yegane sahibi iken, “Milli Şef”i iken yazmıştır. İşin tuhafı, çok basit bahanelerle toplatılan, kapatılan, kapısına zincir vurulan, sahibi zindanlara kapatılan Büyük Doğu dergisi, bu hatıranın yayınlandığı tarihte kapatılmadı, toplatılmadı da.

İsmet Paşa, Necip Fazıl’a hakaret ve iftira davası da açmadı, kitaplarında sadece beyaz rengini övdüğü için ya da sistemin kullanılmasını yasakladığı ‘Allah’ kelimesini kullandığı için senelerce zindanlarda çürüyen Necip Fazıl, bu haberi için bırakın hapse atılmayı, Karakola bile çağrılmadı. İsmet Paşa, haberi yalanlayıp tekzip de etmedi. Peki o halde biz bu durumdan ve bu hatıradan ne anlamalıyız?.

Devamı Perşembe Yazısında.

 

[1] Büyük Doğu Mecmuası, 6 Ekim 1950.

Yorumlar3

  • İsmail 6 yıl önce Şikayet Et
    Uygulandı ve Doğru dur.
    Cevapla
  • Ali Vuran 6 yıl önce Şikayet Et
    Bu saydıklarınz ingiliz ve haçlı keferesinin bölge valileridir, ülkemiz bu sahte kahramanlardan ne zaman kurtulacakta özlenen güç olarak tarih sahnesindeki yerimizi alacağız, zalimlerin düzeni kaderin karşısındadır çatırtılar başlamıştr yıkılacak inşaallah tagutun düzeni....
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • mizan 6 yıl önce Şikayet Et
    Bilmiyoruz birader, biz de beklemekteyiz halen cari olan şu yalan düzen ne vakit yıkılıp yerine milletimizin kabul ettiği hakikatli ve istikametli bir sistem gelecek diye..
    Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat