Ölçüsüzlük ile tepkisizlik arasında nerede durmalıyız?
- GİRİŞ05.07.2025 10:25
- GÜNCELLEME05.07.2025 10:25
Yüce Allah, bu dünya hayatında insanı bir sınavdan geçirmektedir. Bu yüzden de ona inanç ve düşünce özgürlüğü vermiştir. Kimseye din ve inanç zorla dayatılmaz. Herkes istediği gibi inanabilir ve istediği gibi düşünebilir. Ama bu dünya bir imtihan salonu olduğu için burada ortaya koyduğunun karşılığı kendisine mutlaka verilecektir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan tamamen ayrılmıştır. Kim tağutu (aşırı gidenleri) inkâr edip Allah’a iman ederse en sağlam kulpa yapışmış olur. Onun kopması söz konusu değildir. Allah duyandır, bilendir.” (Bakara, 2/256)
Kur’an-ı Kerim’de bunu destekleyen daha birçok âyet mevcuttur. Bu itibarla gerçek düşünce ve inanç özgürlüğü İslam’dadır. Çünkü İslam’ın temel kitabı Kur’an-ı Kerim, hem insanlara irade özgürlüğü verildiğini, yani kimsenin önceden bir şeye mecbur edilmediğini, onlara seçim yapmada kullanabilecekleri özgür irade verildiğini bildirmekte, hem de bu özgürlüklerini kullanmalarına engel olunmamasını istemektedir.
Ne var ki insanın sahip olduğu fıtrî değerlerden uzaklaşarak, başkalarının saygı duyduğu varlıkları veya şahısları küçümseyerek, aşağılayarak, aslında kendilerini iyice aşağılık duruma sokanlar da gerçekte düşündüklerini zanneder, başkalarına iğrenç şekilde saldırmalarına izin verilmesini de düşünce özgürlüğü olarak görürler. Oysa bu bir düşünce özgürlüğü değil tam anlamıyla düşüncesizliktir. Kur’an-ı Kerim onların aslında akıl etmediklerini bildirir. “Yoksa sen onların çoğunun duyduklarını veya akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibi, belki daha fazla yollarını şaşırmış haldedirler.” (Furkan, 25/44)
Bir de “düşünce özgürlüğü” iddiasını insanların kutsal değerlerine ve saygı duydukları önemli şahsiyetlere çirkin şekilde, hakaret edici üslupla saldırmanın gerekçesi olarak kullananlar karşısında takınılan veya takınılması gereken tavır konusu tartışılmaktadır.
İslâm’ın ahlâki ve toplumsal ilişkilerle ilgili kurallarının çiğnendiği ve ölçülerin aşıldığı birtakım “bireysel” tavırların, genel anlamda bu tür saldırılara karşı gösterilen tepkilerin kötülenmesine veya eleştirilmesine gerekçe gösterilmesini anlamak ise zor. Her şeyden önce bu tür tavırlar dediğimiz gibi İslam’ın koyduğu ölçülerin de aşılmasından dolayı bir tür ölçüsüzlüktür. Ama bu tür tavırlar ifade ettiğimiz üzere tamamen bireyseldir, geneli ifade etmez. Bireysel tavırlar asla genelin mahkum edilmesine gerekçe oluşturmaz.
Şu var ki bu tür ölçüsüzlüklerin alternatifi de tepkisizlik değildir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Allah Kitap’ta size: “Eğer Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini duyarsanız, başka bir konuya dalmadıkları sürece yanlarında oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Şüphesiz Allah münafıkların ve kâfirlerin tümünü cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa, 4/140)
Bir sohbet ortamında Allah’ın âyetlerine karşı aşırılık edilmesi durumunda, buna engel olamıyorsanız göstermeniz gereken tepki o ortamı terk etmektir. Ama bu aşırılık toplumun geneline hitap eden basın yayın organları vasıtasıyla ya da muhtelif propaganda araçlarıyla yapılıyorsa sizin tepkiniz de dengi ve mukabili şekilde olabilir, hatta olmalıdır. Dolayısıyla dini kutsal değerlere, peygamberlere ve kutsal kitaplara yönelik aşırılıklar karşısında protesto gösterileriyle, basın yayın araçları vasıtasıyla veya saldırganlıkların önüne geçilmesini talep eden açıklamalarda bulunmak suretiyle tepki göstermekte yadırganacak bir durum yoktur. Bu tür tepkileri, ölçüsüzlük sayılabilecek nitelikteki bireysel tavırlarla aynı yere koymak haksızlıktır.
Bu tür tepkilerin gereksiz ya da faydasız olduğu düşüncesini de isabetli bulmuyorum. Çünkü herhangi bir tepki gösterilmemesi, aşırılıkların ve saldırganlıkların daha fazla önünün açılmasına neden olacaktır. Bu tutum aynı zamanda haklarına ve değerlerine sahip çıkması gereken kitlelerde duyarsızlığa yol açar.
Ahmet Varol / Yeni Akit Gazetesi
Yorumlar1