Yapışkan siyaset...

  • GİRİŞ13.11.2014 09:47
  • GÜNCELLEME14.11.2014 09:44

Şimdiki ana endeksli siyasi algı hükümranlığını üretir.

2006 ve 2007 kritik yıllardı, çok sert, açık bulguların, olayların, tespitlerin yıllarıydı örneğin.

Bugün ise kimi geri dönüşlerle, kimi aklamalarla, yeniden tartışılıyorlar, adeta yeniden yazılıyorlar.

O yıllarda Türkiye üç vahim hadiseye tanık olmuştu.

Rahip Santaro'nun öldürülmesi, Hrant Dink suikastı ve Malatya'da üç Hristiyan'ın vahşice katli...

Ortak noktaları olan hadiselerdi bunlar.

Olaylarda sanıklarla maktuller arasında daha önceden tanışıklık, ilişki, husumet yoktu...

Cinayetler maktullerin kimlikleri ve düşüncelerinden ötürü işlenmişti...

Her bir cinayet, sokak arasından çıkmış, kuvvetli bir ihtimalle bu yönde davranmaları telkin edilmiş, 16-20 yaşındaki 'çocuklar'ın ya da 'adamlar'ın işleriydi...

Rahibi vuran 16 yaşında bir çocuktu. Mahkûm oldu. Yönlendirildiğini ima etti, kim tarafından yönlendirildiği ise meçhul kaldı...

Dink'i vuran 18 yaşın altındaki sanığın ilk kademe yönlendiricileri biliniyor, ikinci ve daha derindeki kademelere giden yollar tıkandı...

Malatya katliamını yapanlarından bazılarının 'motivasyonu'nda askerlik görevini yaptıkları birliklerde kimi kişilerle kurdukları ilişkilerin belirleyici olabileceğinden şüphe edildi, sonra şüphe edenlerle ilgili kuşkular oluştu ve dava havada kaldı...

Bu cinayetler Türkiye'deki kirli bir dokunun siyasi cinayetleri, her birinde ipuçları 'kamusal alanın derinlikleri'ne uzanıyor...

Ve hiç biri hak ettiği hukuki ve siyasi önemi çerçevesinde ele alınmadı, alınmıyor, alınamıyor...

Bunun çeşitli nedenleri var...

İlk neden kendisini koruma refleksiyle hareket eden devlet memurlarının tutumu ve bu tutumu mümkün kılan devlet anlayışı...

İkinci neden Türk yargı mensuplarının zihniyeti ve özgürlük kavramının ruhundan uzak davranışları...

Bir hâkim örneğin, tüm siyasi kanaatlerini devreye sokarak, tarihte olmuş bir olayın beğenmediği şekilde nitelenmesini 'Türklüğe hakaret' olarak kabul edebiliyor bu ülkede.

Bir savcı Alman vakıfları davasında, bu vakıfların aleyhine yazılmış, aşırı bir siyasi görüşün ifadesi olan bir kitabı satır satır iddianame haline getirebildi.

Kuşku, korku, savunma refleksi, vs...

Nitekim misyonerlik meselesi tüm cinayetlerin merkezindeydi.

2000'li yılların başında AB rüzgarları eserken Ecevitlerin bile diline pelesenk olmuş, MGK'da tartışmalara girmiş misyonerlik faaliyetleri ve buna karşı tedbirler (bir kısmı Ergenekon davası sanıklarına kadar uzanmıştır) siyasi hayatın derin yönlendiricileri arasındaydı.

İddia, AB'yle müzakereleri engellemek için milliyetçiliği beslemek, bu istikamette misyonerlik iddialarını ortaya atmak, ardından toplumsal reaksiyon havasındaki Hristiyan cinayetleriyle beslenen dalgayı siyasi iktidarı yerinden indirecek seviyeye çıkarmaktı. Laikçi hassasiyet ile milliyetçi hassasiyetin buluşmasından oluşan ulusalcı dalgaya yol vermekti.

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat