Mazlumların ses bayrağı

  • GİRİŞ18.08.2022 11:50
  • GÜNCELLEME18.08.2022 11:50

Beklenen Vakit isimli bir gazete çıkıyor, mutlaka yazmalısın, demişti Pedagog Ali Çankırılı. Yıl 1993. Almanya’da öğretmenlik yapıyordum. Türkiye’de din düşmanları, laiklik kılıcını çekmiş, Müslümanlara dünyayı dar ediyorlardı. 

Beklenen Vakit, Cuma dergisinin tecrübesine sahipti, Rahmetli Mustafa Karahasanoğlu Ağabey, Milli Gazete’de yöneticilik yapmıştı. Kimseye bağlı olmadan, kimsenin önünde eğilip bükülmeden Müslümanların haklarını savunma, mazlumların ses bayrağı olma mücadelesine girişti. Cesur bir insandı, güçlü bir imana sahipti. Medyada Müslümanların gören gözü, duyan kulağı, savunan avukatı, hak ve hakikati haykıran sesi olmak için çalıştı ve bunu hakkıyla yaptı. 

28 Şubat sürecinde gazetenin polisler tarafından kuşatılıp arandığı; Rahmetli Hasan Karakaya, Hasan Hüseyin Maden ile Rahmetli Mustafa Karahasanoğlu’nu alıp götürdükleri gün gazeteye uğramıştım. Maksadım, 28 Şubat zorbalarının hedef tahtasına koyduğu gazetemin yanında olmaktı. Rahmetli Karakaya’nın çalışma odasının camına kurşun sıkılmıştı, kurşun deliği görünüyordu; odası çekmecelere kadar aranmıştı. 

Karakaya sağlam, mert ve cesur yürek bir kalemdi. Zulmün kol gezdiği, baskı ve yıldırma terörünün ortalığı kasıp kavurduğu günlerde korkusuz yazılarına devam etti.

Mustafa Abiyi odasında ziyaret ettim. Mücadelesini tebrik ettim ve geçmiş olsun dileklerinde bulundum. Sorguda neyle itham edildiğini sordum:

-Başörtüsü zulmüne neden karşı çıktığımızı soruyorlar. Zulme karşı direnmemizi hazmedemiyorlar, bizi sindirmek istiyorlar. Beni ikna edin, dedim. Millete, vatana ve dinimize zararlı bir şey yaptığıma ikna edin, vazgeçeyim. Zalim olduklarını kendilerine söyledim.

İnandığı bir davası vardı. Bütün varlığı ile kutsallarımızı savundu. Bütün Müslümanların yanında oldu, mazlum ve mağdur kim varsa hepsinin hukukunu savundu. Tam bir cesaret sembolü idi. 

Bir telefonunu hiç unutmam.

28 Şubat rüzgârlarının çok sert estiği günlerdeydi. Çevik Bir’in başını çektiği zulüm cuntası Müslümanlara ve özellikle de başörtülü kızlarımıza kan kusturuyordu.

Görev yaptığım Eyüp İmam Hatip Lisesinin önüne 26 Şubat 2001’de robokop polisler dizilmiş ve başörtülü öğrencilerimizi okula almıyorlardı. Eğitim Bir-Sen Eyüp Şube Başkanı Rahmetli Ünal Memur ile birlikte önce Eyüp ilçe emniyet müdürüne çıkıştık, sonra ilçe milli eğitim müdürüne, sonra il emniyet müdür yardımcısına. 

Söylediğimiz şuydu: 

“Öğrenciyi okula almamak anayasal suçtur. Anayasa, eğitim özgürlüğünün temel insan hakkı kabul eder. Başörtüsü kılık kıyafet yönetmeliğiyle ilgili bir konu. Öğrencinin okula girmesini engelleyemezsiniz, öğrenci disipline verilir, en fazla uyarı ve kınama cezası alır. Siz anayasayı çiğniyor, suç işliyorsunuz.”

Emniyet müdürü ve milli eğitim müdürü Vali Erol Çakır’dan emir aldıklarını, bizimle görüşmek istemediklerini, işlerine engel olmamamız gerektiğini söyleyerek yanımızdan uzaklaştılar. 

Gün boyu kavga sürdü. Öğrenciler içeri alınmadı. Öğle üzeri il milli eğitim müdürü Ömer Balıbey okula geldi, öğretmenleri topladı, başörtülü öğrencileri ikna edelim, dedi. Sonra da nasıl ikna edebileceğimizi sordu. 

Kitapları olan karizmatik bir yazar olarak bana nasıl ikna edebileceğimizi sorunca yüzüne tokat vurur gibi şöyle dedim:

“Ben ikna olmadım. Girmek istediğimiz AB’da inançlara aykırı böyle yönetmelikler yok. Altı yıl Almanya’da kaldım, kılık kıyafet yönetmeliği yok, öğrenci ne isterse giyer. Orada olmayan yönetmelikler çıkarmış, eğitim özgürlüğünü engelliyorsunuz. Hukuksuz bir uygulamayı dayatıyorsunuz.”

Öğretmenler odasında kıyamet koptu. Bir öğretmen başörtüsün nasıl savunabilirdi?

Balıbey, kendisiyle çalışamayacağımı, benim gibi düşünenler varsa onlarla ilgili iki satır yazı yazmaktan geri durmayacağı tehdidini savundu.

O hafta okulumuzdaki başörtüsü yasağını yazdım. Normalde bir A dört kâğıdını dolduracak yazılar yazarım. O gün beş sayfalık bir yazı döşendim.

Akşam telefonum çaldı. Arayan Mustafa Abiydi. 

“Hocam, geçmiş olsun, biz bu yazıyı yayınlarız ama sana bir zarar gelmesini istemeyiz. Zarar görür müsün?”

-Abi, ben göreceğim zararı gördüm, görevime son verdiler.

Ertesi gün “Başörtüsü Yasağının Kaynağı Milli Güvenlik Dersi Öğretmenlerinin Raporları” başlıklı yazım tam sayfa yayınlandı. Yasağa direnen öğrencilerim fotokopi yapıp bütün dükkânların camlarını o yazıyla donattılar.

İyi bir mücadele verdik, Ecevit’in başbakan olduğu koalisyon hükümeti yıkılana kadar…

Akit gazetesi her gün başörtüsü mücadelemizi haber konusu yaptı. Şimdilerde Sabah’ta gazetecilik yapan Kenan Kıran her gün geldi, protesto eylemlerini takip etti, haberleştirdi. Her gün “ÇIĞLIK” başlığı altında günlük protesto eylemlerini hikâyeleştirdim. ÇIĞLIK daha sonra roman olarak yayınlandı.

Darbeci eski general Şener ERUYGUR’un darbe planlarında, darbenin başarılı olması için AKİT GAZETESİ’nin susturulmasını darbe planlarına yazdığını medyadan okuduk.

Mustafa Abi zor günlerin adamıydı, zulmün her türlüsüne direndi. Tehditler, tutuklamalar, gazetenin polis marifetiyle basılması, 312 generalin gazeteyi susturmak için dava açması onu yıldırmadı. Bir yiğit mücahit olarak yaşadı ve emaneti Rabbimize teslim etti. 

Rabbimden niyazım şu:

“Allah’ım ona rahmet eyle, kabri nur, mekânı cennet olsun. İslam kalesinin burcuna diktiği Akit bayrağı ilelebet dalgalansın inşallah.” 

Akit ailesine ve sevenlerine sabırlar diliyorum.

 

YENİAKİT

Yorumlar1

  • Adem Er 1 yıl önce Şikayet Et
    dua ile
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat