Yöneten Demokrasinin Yolu
- GİRİŞ06.05.2009 14:22
- GÜNCELLEME06.05.2009 14:22
Eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın bir sözünü hatırlıyorum; “Ceberut devlet, anarşist vatandaş üretiyor.” diyordu Yılmaz.
Anarşist, otorite ve kural tanımayan demektir. Bu bakımdan şiddete başvuran teröristten farklıdır anarşist. Gerçi 12 Eylül’den önce kalma alışkanlıkla bizde ikisi de aynı anlamda kullanılır ya neyse.
Mesut Yılmaz’a göre
· Devlet ceberut; çünkü Türkiye’de sivil toplum zayıf.
· Sivil toplumun zayıf oluşu nedeniyle birey koca devletin karşısında tek başına kalıyor.
Son derece yerinde bir saptama. Hangi danışmanı bu metni Yılmaz’a vermiş bilmiyorum ama helal olsun bu danışmana.
Yılmaz’a helal olsun diyemiyoruz. Çünkü Yılmaz, politik hayatı boyunca ama özellikle de 28 Şubat sürecinde hep “Ceberut Devlet”i savundu; sivil toplumu hemen her zaman göz ardı etti. Tabi bedelini de ödedi.
Peki, sivil toplum niçin zayıf bizde? Şerif Mardin’e göre cumhuriyetin kuruluş sürecinde sivil toplum örgütleri medreselerdi, tekkelerdi, vakıflardı, cemaatlerdi... Cumhuriyet döneminde ise Osmanlı’dan miras kalan sivil toplum örgütleri resmen yok sayıldı.
Uluslar arası ve ulusal dengelerin alt üst olduğu zamanlar için bu duruma mazeret göstermek kolaydır. Peki, çeyrek yüzyıl sonra bile yeni sivil toplumun örgütlenmesinin önüne bin bir türlü engel konulması neyle izah edilebilir?
Sonuç ne oldu? Sonuçta yurttaş birey olarak, koca devletle baş başa kaldı.
Devlet, sivil topluma niçin öcü özüyle baktı? Bunun temel nedeni aslında geçen yazımızda. Çünkü bizim politik ve bürokratik elitimize göre toplum devlet içindir, devlet toplum için değil. Bunun ironik bir örneği benim okulumun sloganıdır: “Önce Mülkiye, sonra Türkiye”
Mülkiye kavramı, öğrenciyken okulumuza işaret ederdi, bürokrasiye girince de devleti ifade eder. Tabi işin içerisinde Mülkiye mezunlarının birbirini kayırması da vardır. Nitekim benim mezun olduğum 1990’da ve sanırım sonraki 10 yılda bürokrasiye giriş sınavları daha çok bizim hocalar tarafından hazırlanırdı. Bu da Mülkiyelilere avantaj sağlardı. Bereket artık ÖSYM daha objektif sınavlar yapıyor ve Mülkiye’nin tekeli kırılmış durumda.
Mülkiye, kendisini Türkiye’nin kurtarıcısı rolünde görürdü; ama bana sorarsanız “mülkiyeci zihniyet” sadece kendine Müslüman. Mülkiyeci zihniyet, sivil toplum örgütlerinin varlığına ve güçlenmesine tahammül edemez.
Hâlbuki açın ilkokul kitaplarını “insan yalnız yaşayan bir canlı değildir” diye yazar; insan toplumsal bir canlıdır. Toplumsal olmanın raconu da bireylerin örgütlenme hakkıdır.
Ama etrafınızda bir anket yapın, “örgütlenme” dediğinizde bizde hep yasa dışı oluşumlar anlaşılır. Bu bakımdan herhangi bir derneğe, bir sendikaya, bir organizasyona katılmayı son derece riskli buluruz.
Bu nedenle gelişmiş ülkelerde insanların çoğunluğu bir sivil toplum örgütü ile ilişkili iken bizde tam tersi bir durum söz konusu. AB süreciyle birlikte yavaş yavaş da olsa bu durum değişmekte. Ama keşke bu gelişmeleri, dış dinamikleri değil iç dinamiklerle gerçekleştirebilseydik. Zaten bu durum değil mi AB’yi eleştirenleri, AB sürecini savunmaya zorlayan? Ancak gene de yönetilen demokrasimizin yöneten demokrasiye doğru evrilmesi için sivil toplumun örgütlenebilmesinin son derece önemli bir gelişme olduğunu belirtmek gerek.
Ceberut devlet yalnızca anarşist yurttaş tipi mi üretiyor? Bize sorarsanız başka tipler de var ceberut devletin ürettiği:
· Küskünler: Devletle ilişkisini asgari düzeyde tutanlar; işlerini olabildiğince sivil zeminde yürüten yurttaşlar.
· İşini bilenler: Politikacılar ve bürokratlarla ile işbirliği yaparak yasaların arkasından dolanan yurttaşlar.
Anarşistler, küskünler ve işini bilenlerden oluşan bir sivil toplum mu istiyoruz; yoksa kendi kendini yönetebilen bir toplum mu?
Devlete baba deyip yan gelip yatarak her şeyi devletten bekleyen yurttaş tipinden mustaribiz. Yan gelip yatan yurttaş modelini değiştirmek istiyorsak aynı zamanda işini bilen devlet memurunun da hakkında gelmeliyiz.
Ezcümle sosyolojimiz ile siyasetimiz örtüşmüyor. Bu bakımdan devletle millet sürekli sürtüşme halinde. Enerjimizin çoğu da devlet ile millet arasındaki sürtüşmede buhar olup gidiyor.
Bu durumdan ve “Ceberut Devlet”ten Baykal bile şikâyetçi. Son seçimlerden önce şunu söylüyordu grup toplantısında Baykal:
“Tek parti döneminde Atatürk Bulvarı’nda kılık kıyafeti uygun olmayanlar yürüyemiyordu. Bulvara sokulmuyordu insanlar. Atatürk’le görüşmek isteyen Âşık Veysel, kılık kıyafeti uygun olmadığı için Atatürk’ü göremedi, görüşemedi. 2000’li yıllarda tek parti zihniyetini uygulayamayız.” (Altan Öymen, Çarşaftan sonra şalvar, cübbe ve sarık... 06.12.2008 Radikal)
Geleceğin inşası için ham hayaller bir işe yaramıyor. Özgür iradeye dayalı gelecek tasarımları yapmak için şimdi-burada daha fazla demokrasi ve daha fazla hukuk için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ali Rıza Bayzan - Kackar.net
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol